|
AKP, Ordu ve
Amerika Üçgenindeki Türkiye
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri üç sözcük siyaset
hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu; AKP, ordu ve Amerika…AKP,
iktidardaki siyasal parti; ordu,Türk Silahlı Kuvvetleri, ABD ise
bölgedeki BOP’un patronu olarak ülkemizin bütün yaşamını etkilemeye
başladılar. Sorun Türkiye Cumhuriyeti ve onun değerleriyle bunlara
karşı olanlar arasındaydı.
- “Bölge ülkelerinin (ve Türkiye’nin) hedef alındığı” BOP, Amerika
tarafından yürütülmeye başlandı.
- AKP, BOP’a karşı çıkmadığı gibi ABD’nin bu konudaki taleplerine
her türlü katkıyı sağlamaya koyuldu.
- TSK ise özünde BOP ve ABD’nin taleplerine karşı bir duruş
sergiledi. Hatta son 60 yılda ilk defa olarak, “çok farklı bir dış
politika” ortaya koyarak ABD ve AB’nin çizgisinden ayrılmaya başladı.
Türkiye’nin siyasi, iktisadi ve askeri olarak stratejik duruşunda,
bu üç güç büyük ölçüde karşı karşıya geldiler.
AKP, ABD’nin siyasi ve iktisadi taleplerine elinden gelen her türlü
katkıyı sağlıyordu. TSK ise hem ABD’nin kimi stratejik dayatmalarına
karşı çıkarken, hem de AKP’nin işbirliğini engellemek istemekteydi.
Yaklaşım farklılıklarına birkaç örnek verelim;
PKK konusu
1) PKK konusu; AKP ve ABD’ye göre Türkiye’nin karşısındaki tek sorun
PKK idi. BOP da Irak’ın kuzeyindeki kukla Kürt devleti de tehlike
arz etmiyorlardı. Buna karşılık asker, “Ö nde gösterilen PKK’ye
aldanmayın; esas tehlike onu bir maşa gibi kullananlardır” diyerek
ABD, AB ve İsrail’in Türkiye (ve bölge) üzerinde yarattığı tehdidi
kamuoyu ile paylaşarak sergiliyordu.
Irak’ın kuzeyindeki kukla devlet, Kürdistan’ın ilk ayağı olarak
Türkiye, Irak, Suriye ve İran için en büyük tehdit gibi
algılanmaktaydı. Bu konuda TSK ile AKP ve ABD arasında siyahla beyaz
kadar büyük değerlendirme farkı bulunmaktadır.
Ya Kıbrıs?
2) Kıbrıs konusunda da duruşlar çok farklı oldu. AKP ve ABD Denktaş’
ın tasfiyesinde başrolü oynarken TSK ona destek verdi. “Yes be annem”
ciler AKP ve ABD’nin cici çocuklarıydı. Buna karşılık TSK, Annan
Planı’nın oylanmasında “hayır cephesinde” yer aldı.
TSK, KKTC’de kimi çevrelerle karşı karşıya getirilirken ,
“karşıdakilerin arkasında yine onlar bulunuyordu”. Bir tarafta TSK,
öbür tarafta AKP ve ABD net bir biçimde yerlerini aldılar.
AB
3) AB ile ilişkilerde de saflar ayrıldı. Büyükanıt 12 Nisan 2007′den
itibaren yaptığı açıklamalarda, “AB sürecindeki
fasıllarda,Türkiye’yi AB’ye almayı değil bölmeye çalışan maddelerin
bulunduğunu” çok net bir biçimde söyledi.
Buna karşılık AKP, “AB’yi arkasına aldığı için” , AB sürecindeki tek
yanlılıktan hiç mi hiç şikâyet etmiyordu. “Türkiye’nin AB himayesi
altına sokulması” , İslamcı çevreler için çok önemli bir güvencedir.
Bu güvencenin karşılığı Türkiye üzerinden dilim dilim ödenmeye
başlandı bile.
Ve ılımlı İslam…
4) “Ilımlı İslam” konusunda ABD ile AKP ortak görüşe sahip
bulunuyorlar. Ilımlı İslam ve “Yeni Osmanlıcılık” Türkiye’deki
yeniden yapılanmanın hedefi olmalıydı.
- Atatürkçülük, Cumhuriyet devrimleri, sosyal devlet ve laiklik gibi
kavramlar artık terk edilmeliydi.
- Türkiye’nin sosyal, siyasal ve kültürel hayatı “Ilımlı İslam
devleti” çatısı altında yeniden düzenlenmeliydi.
Ancak TSK bu konuda AKP ve ABD ile karşı karşıya gelmek zorunda. 73
milyonun sahnede gördüğü aktörlerden ikisi, yazılan senaryoyu
ısrarla oynamaya çalışırken TSK, buna karşı çıkıyor. “AKP, Ordu,
Amerika Üçgenindeki Türkiye” de bütün bu çatışmaları ele aldım ve
mekanizmaları anlattım. AKP’nin nasıl ortaya çıkarıldığı; BOP’u
desteklemeye niçin mecbur olduğu; AB ile ilişkileri neden
normalleştirmek istemediği; TSK ile karşı karşıya gelmesinin geçici
değil stratejik bir ayrışma olduğu tahlil edildi. (*)
Türkiye 2000′li yıllarda bu güç odakları arasında sıkışmış
durumdadır. AKP-ABD arasında bugün görülen birliktelik uzun vadede
neden kırılmaya mahkûmdur?
Türkiye’nin önünde uzun vadede iki olasılık
bulunuyor;
1) AKP’ye (ve ABD’ye) karşı ulusalcı güçler öyle ya da böyle, halkın
gücünü birleştirmesi ile, milli demokratik devrim yoluyla iktidara
geleceklerdir.
2) Veya Türkiye’de İslamcı yapılanma giderek derinleşecek ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin yerine “hiç de ılımlı olmayan bir İslam devleti”
gelecektir. Bu ikinci olasılıkta “işbirlikçi İslamcıların” yerini
emperyalizm (ve Amerika) karşıtı İslamcıların alması, hiç kimsenin
engelleyemeyeceği bir sonuç olacaktır.
Aynen Ortadoğu’daki Hizbullah ve Hamas gibi. O gün geldiğinde
iktidarda Amerika karşıtı bölgesel bir güç belki de tüm Ortadoğu’yu
kaplamış olur!..
Abdullah Gül ‘ün (benim de adımı anarak) 1994 ve 1995 yıllarında
TBMM’deki Batı karşıtı içten konuşmalarını, ileride AKP’nin, “yeni
yenilikçileri” kürsülerden haykırmaya başlayacaklardır. Dinci
yapılanma, sonunda kendi içinde, işbirlikçileri kesinlikle tasfiye
edecektir.
İşte bu da ikinci olasılık; acaba Amerika’nın “B Planı” nda bunlar
da var mı?.. Amerika sonuçta, her iki olasılıkta da kaybetmeye
mahkûm.
Erol Manisalı
(*) “AKP, Ordu ve Amerika Üçgenindeki Türkiye”, Truva, 2007
|
|