|   | 
            
            Avrupai 
			Alçaklık
			 
			 
			Tarih Ekim 1918
 Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmış. Adı Ateşkes 
			anlaşması. Yani, yenenin-yenilenin kesin olarak belirlenmediiği bir anlaşma;sadece silahlar susmuş. Taraflar daha oturacak 
			bir asıl anlaşma imzalayacak: Sevr
 Nerenin kime bırakıldığı ondan 
			sonra belli olacak. Hatta eğer anlaşma sağlanamazsa silahlar tekrar 
			konuşmaya başlayacak. Dolayısıyla bu aşamada tarafların eller 
			tetikte, siperlerinde bekliyor olması lazım. 
			 
			Ama düzenbaz, alçak İngiliz, anlaşmaya bir 7. madde koydurmuş: 
			Güvenliğimizi tehlikede gördüğümüz yeri işgal ederiz.. Bunu her 
			şekilde kullanıyor. Ayrıca Osmanlı hükümeti anlaşmanın metnini henüz 
			bütün birliklere göndermediği için komutanlar ne olup bittiğini 
			ayrıntılarıyla bilmiyor. Alçak İngiliz emperyalistliği de bu 
			bilgisizliği tepe tepe kullanıyor.  
			 
			Ateşkes (mütareke) anlaşması imzalandığı sırada Suriye ile Musul ve 
			Kerkükün dahil olduğu Kuzey Irak bölgesi Osmanlı toprağıdır ve bu 
			toprakların savunmasıyla 4., 6., 7., 8. ordulardan oluşan Yıldırım 
			Orduları Grubu sorumludur. Son dakikada zorlu İngiliz ateşi 
			karşısında Filistin terk edilmiş ise de Suriye ile Kerkük ve Musul 
			hala 6. Osmanlı ordusu vardır. İngiliz Ateşkes subayları bir takım 
			sahte harita ve belgelerle Ateşkes anlaşması gereği 6. Ordunun ve 
			koruması altındaki bölgenin teslimini isterler. Ordu Kumandanı Ali 
			İhsan Paşa, ne yazık ki, sorup soruşturmadan, teslim olur.  
			 
			Musul-Kerkük kimindir sorusunun cevabı aslında bu kadar basittir.
			 
			 
			Devam edelim.  
			 
			Yıl 1923
 Lozan görüşmelerindeki en büyük anlaşmazlık konularından 
			biri azınlıklar idiyse, öteki de Musul ve Kerkük idi. Azınlıklar 
			konusunda, tam tatmin edici olmasa da, iyi kötü bir orta yol bulundu. 
			Musul-Kerkük konusunda ise hiç anlaşma sağlanamadı. O sırada onların 
			işgali altında olduğu için İngiltere ile Türkiyenin ikili 
			görüşmelerle çözüm araması kararlaştırıldı. Bu yolla da çözüm 
			bulunamayınca konu o dönemin Birleşmiş Milletleri olan Milletler 
			Cemiyetine, Cemiyeti Akvama havale edildi. Konu orada 
			değerlendirilirken, Türkiye referandum yapılması görüşünü ortaya 
			attı.  
			 
			İngiltere, bölgede Türkler çoğunlukta olduğu için, Türkiye lehinde 
			bir sonuç çıkmasının kaçınılmaz olduğu gerekçesiyle referandum 
			önerisini reddetti. Milletler Cemiyetinin, iki kenti ve içinde 
			bulundukları bölgeyi olmayan Iraka bırakan kararı kabul edildi. O 
			sırada bir bağımsız, kurulmuş, oturmuş Irak yok. Irak adeta sırf 
			Musul ve Kerkük Türkiyeye bırakılmasın diye kuruldu. 
			 
			85 yıl sonra bugün aynı bölge için yine referandum söz konusu. 
			İngilterenin yerine Amerika var. Yani aynen İngiltere gibi, adıyla 
			sanıyla işgalci.  
			 
			O zaman Irak diye bir devlet zaten yoktu; bu defa Osmanlıyı 
			parçalamak uğruna zorla yaratılmış olan Irak da fiilen yok; o da 
			muhterem işgalcisi tarafından parçalanmış durumda. Yerinde, sözü 
			sadece Bağdata geçen bir kukla hükümet var. Ve hepsi birden koro 
			halinde bağrışıyor: 
			 
			Irak bağımsız bir ülkedir. Demokratik bir anayasası vardır. Buna 
			göre, bu yıl içinde Kerkükün statüsüne dair bir referandum 
			yapılacaktır. Bu bağımsız Irakın iç işidir. Üstelik Kerkük tarihi 
			olarak bir Kürt şehridir. Kürtler çoğunluktadır. Kime ait olacağına 
			onlar karar verir. 
			 
			Deve misali
 Ama biz yine de yamukluklara bir göz atalım. 
			 
			İngiltere, daha 85 yıl önce yaa, orada Türklerin çoğunlukta 
			olduğunu biliyorsunuz; onun için referandum diyorsunuz. Yağma yook!... 
			demişti değil mi? E hani Kerkük tarihsel olarak Kürt şehriydi? Demek 
			ki Kerkük, daha ortada Saddam, Saddamın Araplaştırma programı filan 
			yokken Türk şehriymiş.  
			 
			Üstelik o zamanki Türk çoğunluk, kendiliğinden oluşmuş bir 
			çoğunluktu. Şimdiki gibi, tapu ve nüfus kayıtları yok edilerek, 
			Türkmenleri ve Arapları yurtlarını terk edecek kadar taciz edip 
			bölgeye bindirilmiş kıtalar halinde oradan buradan Kürt getirilerek, 
			iki yıl içinde oluşturulmuş bir yapay çoğunluk değil. 7. Yüzyıldan 
			itibaren, hem de öyle işgal mişgal yoluyla değil, Emevi ve Abbasi 
			Araplarının işgal edip zorla Müslüman yaptıkları Semerkant, Taşkent, 
			Buhara gibi Türk kentlerinden köle (kölemen), memluk, yani tutsak 
			olarak getirmeye başladıkları Türklerden oluşmuş bir çoğunluk
  
			 
			Öte yandan, dün bize yaaa, çoğunlukta olduğunuzu biliyorsunuz; onun 
			için referandum istiyorsunuz. Olmaz! diyenler, bugün kendileri 
			eşkıyalıkla yarattıkları çoğunluk için referandum diyorlar. 
			Baker-Hamilton komisyonunun, yani kendi içlerinden birilerinin 
			referandum kaos yaratır. Yapılmamalı uyarısına bile kulak 
			asmıyorlar.  
			 
			*** 
			 
			İsviçre bir dangalaklık edip, Ermeni soykırımı olmamıştır demeyi 
			yasaklayıp, diyene ceza öngören yasa çıkardığı yetmiyormuş gibi, 
			bilinçli olarak, yani yasayı delmek için Lozanda Ermeni soykırımı 
			olmamıştır. Bu bir Emperyalist yalandır diyen Doğu Perinçeki, dava 
			açıp yargılıyor ve ceza veriyor  
			 
			Ama ne yargılama
 Perinçekin dinleyicileri, yerli yabancı uzman 
			tanıkları mahkeme salonuna alınmıyor. Hakim, Perinçeki uzatma 
			diye azarlıyor (oysa güya savunma hakkı kutsaldı). Hatta avukatlar 
			alınmıyor salona! 
			 
			Ve bütün bunların sözüm ona demokrasi adına yapılması bir yana, bir 
			de Türkiyenin ensesinde bir 301. madde bozası pişiriliyor.  
			 
			Nedir 301inci madde tartışmasının özü? Bize göre bal gibi, biz, 
			Türkler katildir; 1 milyon Ermeni kesmişlerdir, demek istiyoruz. Bu 
			düşünce veya ifade özgürlüğüdür, kısıtlanamaz demektir. 
			 
			Şimdi içerideki işbirlikçiler, ciyak ciyak bunu söyleyip dururken 
			Perinçek davası hiç yokmuş gibi davranıyorlar, hadi anladık. 
			 
			Ama Batıdaki efendilere ne oluyor? Lagendjik denilen yaratık, Mine 
			Kırkkanatla tartışırken düşünce özgürlüğünü sadece Kürtçülerin, 
			Ermenicilerin ve Müslümancıların özgürlüğü olarak görüyor; ama 
			Cumhuriyet reklamlarına, Kanaltürk operasyonuna, yayından kaldırılan 
			dizilere hiç değinmiyor.  
			 
			Bu da yetmiyor; kendi ülkelerinde soykırım yoktur denmesini 
			yasayla yasaklıyorlar. Kendi ülkelerinde yoktur diyen bir Türk 
			aydınını yargılamaya başlıyorlar; o da yetmiyor, sözünü ettiğimiz 
			yargılama komedisini sergilemekte hiç tereddüt etmiyorlar. Oysa bu 
			da 301in Avrupai versiyonu değil mi?  
			 
			Demek ki neymiş; benim demokrasim başka imiş. Demokrasi, ifade 
			özgürlüğü, sadece onların önemsediği, daha açığı, sadece Türkiyenin 
			aleyhine sözler ve düşünceler için söz konusuymuş.  
			 
			Şımarık Ermenilerle İsviçreli efendileri Doğu Perinçeki ırkçı, milliyetçi, 
			küstah bulmuşlar. 1919da Londra Konferansı sırasında yabancı 
			gazetecilere Bizde iyi, takdir edilecek ne varsa sizden intikaldir; 
			kötü, utanılacak ne varsa bizdendir diyen Türk heyeti üyesi Maarif 
			Nazırı, sözüm ona filozof! Rıza Tevfiklere, İmparatorluğumu 
			parçalamayın da nasıl yönetirseniz yönetin diyen Vahdettinlere, 
			delikten aşağı süpürülmemek için yalvaran yeni "Damat Feritlere 
			alıştılar; bütün Türkleri böyledir sanıyorlar zahir!  
			 
			Emperyalizm ve onun işbirlikçileri hep böyle alçak ve yavşak 
			olmuştur. 
			 
			Okuyucu kusura bakmasın. Bazen ağız bozmak kaçınılmaz oluyor. 
			 
			Nezaketin, diplomasinin, hatta sözün bittiği yerdeyiz, görüyorsunuz. 
			Şu zurna bi zırt dese; bir üçüncü dünya savaşı çıkarıp, bu kez 
			Türkiyeyi paylaşmak için yine Çanakkaleye mi dayanacaklar; yeniden 
			işgal mi edecekler, etseler de onları da kendimizi de bi görsek! Ak 
			koyun kara koyun çıksa artık ortaya. Yetti artık bu sulu 
			demokrasicilik, gricilik oyunu!  
			 
			 
			Ali Tartanoğlu  
 
  | 
            
                |