Hıristiyan Batı 
			Dünyasının Büyük Günahları-Soykırımlar 
			
			
			
			
			
			Günümüz dünyasında her konuda 
			gelişmiş bir seviyeye gelmiş ve bizim de aralarında bulunduğumuz pek 
			çok ulusun yaşam seviyesine ulaşmayı hedef aldığı Hıristiyan Batı 
			Dünyasının bazı liderleri, bu avantajlı durumun tam anlamı ile 
			saltanatını sürmekte, her fırsatta Doğuluları, Müslümanları 
			aşağılamak için adeta birbirleri ile yarış haline girmektedirler. 
			Hele ülkemizde görev yapan Gayri Müslim kişilerin şu veya bu nedenle 
			tacize uğramaları, soruşturma kapsamına alınmaları, cinayete maruz 
			kalmaları veya herhangi bir şekilde zarar görmeleri halinde basın 
			yayın organları Türk aleyhtarı kampanyalarını alabildiğine 
			körüklüyorlar. En çok işlenen temalardan biri Türk ve Müslümanların 
			"doğuştan şiddete eğilimli oldukları" hususudur. Hatta bazıları, 
			Türklerin geçmişte savaşlarda gösterdikleri büyük başarıları bu 
			eğilimin bir yansıması gibi göstermek istemektedirler. Benzer 
			hareketleri yapan kendi uluslarının askerleri, insanları bahis 
			konusu olunca, sanki bir mucize gerçekleşiyor ve bu insanlar çağdaş 
			medeniyetin hizmetinde erişilmez kahramanlar oluyor ve 
			yüceltiliyorlar. İşte biz bu yüce Ulusların, Orduların geçmişte 
			yaptıkları bazı olayları, mümkün olduğu kadar özetleyerek, bölümler 
			halinde sizlere sunmaya çalışacağız. 
			 
			Mondros Mütarekesi'nden hemen sonra 20 Kasım 1918'de eski İngiliz 
			Başvekili Asquit: "Asırlardan beri ilk defa olarak en gerici bir 
			kuvvetin, yani Türk Avrupa'sının yok oluşuna şahit oluyoruz. Büyük 
			hasta, can çekişirken, pişmanlık göstermek için fırsatlar bulmuş, 
			fakat bunlardan faydalanamamıştır. Milletler ailesinin kötü bir 
			kuvvetinin son günlerini geçirdiğine şahit oluyoruz. Bu hastanın 
			mezarının üzerine ne yazılırsa yazılsın ölümden sonra tekrar 
			dirilmesi yolunda bir olay cereyan etmeyecektir." (1) derken, yine 
			bir İngiliz, General Allenby'de (1917'de) Kudüs'e girdiği zaman, "Haçlı 
			Seferlerini tamamlıyorum" (2) sözleriyle gerçek duygularını dile 
			getirmişti. 1. Cihan Harbi'nin ünlü İngiliz casusu Lawrence'ın 
			görüşleri de bunlardan farklı değildi. İftira, kin ve nefretle 
			doluydu (3). 
			 
			Bu acımasız sözlerin muhatabı Osmanlı İmparatorluğu ve Türkler tam 
			900 yıldır bu topraklar ve çevresinde yaşıyorlardı. (10711918) 
			Birlikte yaşadığı gayrimüslimler sosyal ve hatta siyasi yaşam olarak 
			Türk ve Müslümanlardan daha iyi şartlar içinde bulunuyorlardı. Bu 
			yaşam özellikle 19'uncu yy.'dan itibaren tamamen Avrupalı güçlerin 
			isteklerine uygun bir şekilde, hiçbir baskı altında kalmadan daha 
			iyşi şartlarda devam ediyordu. Temelde her toplum kendi bölgesinde 
			kendi din, dil, örf ve geleneklerini koruyarak ve onlara uygun bir 
			şekilde yaşamlarını sürdürüyorlardı. 
			 
			Osmanlı yönetimine nefretle bakan bu siyasilerin dünyanın yarısına 
			yakın bir kesimde egemen olduklarını biliyoruz. Acaba onların 
			yönetimi çok mu farklıydı? Çok mu insancıl, hoşgörülü ve demokratik 
			haklar yönünden yönetilenlere büyük imkânlar tanıyan bir yönetim 
			miydi? Zannederiz ki bu konu üzerinde biraz durmakta yarar var. 
			Belki de böylece okurlarımıza mükemmel bir yönetimin nasıl olması 
			gerektiği konusunda ilginç örnekler sunma imkânını bulabiliriz. 
			 
			Osmanlı Sultanı, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethedip 
			Balkanlara ve Batı Anadolu üzerinde büyük bir imparatorluk kurduğu, 
			Müslümanların yanında büyük sayıda Hıristiyan, Yahudi ve diğer 
			dinlere mensup halkları yönettiği bilinen bir husustur. Bu arada 
			10.000'lerce Ermeni'yi İstanbul'a göç ettirip, İstanbul'da bir 
			Ermeni patrikhanesi kurmuş ve yönetilenlere daha 1463 yılında büyük 
			bir Dinsel özgürlük vermiştir. Bu tarihten 40 yıl kadar sonra, 
			Emevileri yenerek İspanya'ya hâkim olan İspanyolların Engizisyon 
			mahkemesi vasıtasıyla bütün Müslümanları yok ettiği ve daha sonra 
			Katolikler dışındaki diğer mezhep ve Yahudilere tam bir soykırım 
			uyguladığını hatırlıyoruz. Bu kıyımlar öyle büyük seviyelere ulaştı 
			ki sonunda dayanamayan Osmanlı Sultanı, 2. Beyazıt; bu soykırımı 
			önlemek için özel gemiler gönderip, özel izinler alarak yüz binlerce 
			masum insanı, Engizisyon'un elinden kurtarmış, kendi ülkesinde ve 
			kendi kuralları çerçevesinde özgürce yaşamaları ve ibadet etmelerine 
			izin vermiştir. Bu olayların geçtiği 1490'lardan 1520 yıl kadar 
			sonra, Avrupa ülkeleri yeni bulunan bir kıtadan, nasıl 
			yararlanacakları arayışı içinde bulunuyorlardı. Şimdi bu konudaki 
			gelişmeleri pek derin incelemeye gerek duymadan, ansiklopedik 
			bilgiler çerçevesinde izlemeye çalışıyoruz. 
  
			Dr. Galip Baysan 
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		   |