Cumhuriyet
		
						
		
						
		
		  
		
						
		
						
		Cumhuriyet, 
		13 milyonluk köylüler ülkesinde kuruldu. Doğuşundaki moral haklılığı 
		sürekli besleyecek bir ilerleme refleksiyle yol haritasını çizdi. 
		İnsanın zamanın akışında yepyeni bir yolculuğa çıkabilmesi için. 
		Yolculuk bütünlük taşımalıydı. Diyalektikle işleyecek bir kurgu 
		diyebiliriz. Bir devlet-toplum diyalektiğinin hareketi yolculuğun 
		merkezinde olacaktı. 
		
						
		
						
		
		
		  
		
						
		
						
		
		BÜTÜNLÜK VE DİYALEKTİK
		
						
		
						
		Önce devleti 
		kurdu. 20. yüzyılın hukuk normlarını, uygarlık ölçütlerini, 
		okuryazarlığını, kurumlarını benimsedi, yerleştirdi. Üretim güçlerini 
		yerinden oynattı. Demiryollarını yaptı. Sanayi getirdi. 1930ların 
		sonunda bir bütünlük içinde devlet ve ekonomi kurma kapasitesine 
		erişti. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz. Büyük atılımdı. Devleti kuran adım 
		toplumda hareket yaratmalıydı ki toplum kendini aşsın ve devleti yeniden 
		düzenleyecek bir momentuma erişilsin. 
		 
		Kapitalizmin sanayi yapılarına oturmuş kentli toplumunda böyle bir 
		devlet-toplum diyalektiği yeni zamanlara erişmenin dinamiğini 
		yaratmaktaydı. Ancak, basit köylülüğün yüzlerce yıllık ağırlığını 
		taşıyan ülkede bu dinamik hareketi yaratmak kolay iş değildi. 
		
						
		
						
		KIRSALDA 
		DEMOKRATİK DEVRİM
		
						
		
						
		O özel 
		koşullarda kırsalın varlığı ilk ve büyük gerçektir. Kendini aşma hamlesi 
		de kırsalda olacaktır. Kentlerin küçüklüğü topluma kaldıraç olmaya 
		yetecek gücü yaratamaz. Hamle 1940ın Enstitüsü ile başlıyor. Bunu 
		köyde okuma-yazma seferberliği saymak küçümsemektir. Enstitü köylü 
		öğretmenin kılavuzluğunda orada üretim ilişkilerini kökten 
		değiştirecektir. Hedef odur. 1945in toprak yasası ise topraksıza toprak 
		vermekten ibaret değildir. Bizanstan beri yerleşmiş mülkiyet rejimine 
		son verip orada üretim güçlerinin kılavuzunu, yepyeni bir bağımsız 
		çiftçi mülkiyetini esas kılmaktır. Öğretmen ile çiftçinin tarihi görevi, 
		birlikte kırsalın eskimiş rejimini hallaç pamuğu gibi atmaktı. Zamanı 
		gelmişti. 
		 
		Olmadı. Kırsalın Bizans/Osmanlı rejimi varisi toprak ağası ile tüccar 
		bir güç bloku idi. Yeni filizlenen sermaye de arkalarında durdu. O ileri 
		hareketi kestiler. Kırsalın insanı tarihi haklarını öğrenemedi. Yeni bir 
		köy ve topraktan devlete doğru başlayacak hareket doğamadan söndü. 
		(Bunları daha önce yazdım.) 
		 
		Söndü. Çünkü o güç bloku köylülük üzerindeki mutlak vesayetinin 
		ağırlığını koydu. Vesayetin aslı sınıfsaldır. 1940ların hamlesi ve 
		sonucu bunu belgeleyen örnektir. Bu bir. İkincisi, ileri hareketi 
		durduran blok artık karşıdevrimin tohumlarını taşır. İstemeksizin mi? 
		Hayır. Çünkü hedefi bellemiştir: Cumhuriyeti eriştiği noktada 
		dondurmak, ileri hareketini kesmek. Şunu görmeliyiz: İleri hareketin 
		demokratik devrim taşıdığını, bunun ne demek olacağını 
		karşıdevrimciler Cumhuriyetçilerin çoğunluğuna göre daha iyi 
		kavramışlardır. Bu kavrayış farkı o günden bugüne kapanmamış görünüyor! 
		
						
		
						
		TOPLUMDA 
		DEMOKRATİK DEVRİM
		
						
		
						
		1945-60ı 
		anlatmayalım. Sonra 1961 Anayasası geldi. (İlham kaynağı CHPnin İlk 
		Hedefler Beyannamesidir: 1959) Anayasa, Prof. Fazıl Sağlamın deyişiyle 
		Çağın ilerisinde bir anlayışı yansıtıyordu. 1960ların toplumu artık 
		1940larınki değildir. Fabrika çağına ayak basılmıştır. İşçi sınıfı 
		sahneye çıkıyor. Yeni bir dille konuşuyor. Cumhuriyetçiler bu dili 
		anlamaya, işçiler de onları anlamaya başlıyorlar.  
		 
		Anayasa, devleti 20. yüzyılın kurumlarına, normlarına yerleştiriyor. 
		Bünyesinde işleklik kazanan denetim ve hesap verme kuralları getiriyor. 
		Devleti, öncelikle toplumun gereksinimlerini karşılamaya hazırlıyor. 
		Toplumun da yaşam, çalışma, düşünce, gelişme haklarını, örgütlenme 
		kapasitesini uygarlık ölçülerine yükseltiyor. Kısaca, topluma devletle 
		ileri doğru bir diyalektik ilişkiyi başlatma, başarma yolu açıyor. 
		Üretim güçlerini ve ilişkilerini birlikte geliştirecek şekilde 
		Cumhuriyetin tarihi akışı canlanıyor. 
		 
		Ama unutmayalım, Avrupa toplumu haklar mücadelesini son 200 küsur yılda 
		yaşayarak öğrenmişti. Maya zaman içinde tutmuştu. Bize ise tarih 
		(sonradan anlaşılacak!) sadece 20 yıl vermiş oluyor! 1960-80. O 20 yılda 
		görüldü ki 1940ların bloku sınıfsal eksen olarak, sermaye ile haşır 
		neşir olmuştur. Sermaye birikim ve bir iddia kazanmış ve 1961 
		Anayasasını sevmemiştir. Sürpriz miydi? Hayır. 20. yüzyılın giysisi 
		sermayeye bol geldi. Sözcüleri hep onun bedenine ve bakışına uygun, dar 
		bir anayasa arayışını yansıttılar. O zamanki iş bitirici sözcüsü 
		sayılabilecek general, Subaylar halk içinde yaşadıkça halk gibi 
		düşünüyor. Lojmana almak lazım! dedikten sonra niyet anlaşıldı. 
		Diyalektik koparılacaktır! 
		
						
		
						
		ÖNCE VE 
		SONRA KARŞIDEVRİM
		
						
		
						
		1980 ile 
		sahne artık karşıdevrimin aktif rolü için açılıyor. Yeniden anlatmaya 
		gerek yok. En kuvvetli darbe toplumun kendini aşmasında öncü olan 
		gençlik, işçi sınıfı ve bilim çevrelerine vurulacaktır. Özünde şu var: 
		1961den başlayan hareket, mülkiyet sahibi değil emek sahibi olanların 
		örgütlenerek topluma ait kararları etkileme, belirleme gücü kazanmasıyla 
		büyüyordu. Buna son verilmiştir. Devlete el konularak toplum sessize 
		alınacaktır. Toplumun sesinden yoksun devlet dönemine geçiliyor. 
		1960-80in haklar dünyasına geri dönülemez. Demokratik devrim 
		bitmiştir. Diyalektik ters çevrilecektir ki bu rol yeni siyasetindir. 
		(Buna elbette demokrasiye dönüş denilecektir!) 
		
						
		
						
		DOLAR 
		YAĞMURU
		
						
		
						
		1980-2000 
		siyasette parçalanmış bir dönemdi. Toplum gözünde siyaset anlaşılmaz bir 
		şey oldu. İki nokta dikkat çekicidir: Biri, devlet ve toplum aşamalarla, 
		doğum sancıları sıklaşan kapitalizme teslim edilecektir. İkincisi, bu 
		bir geçiş dönemidir. Kapitalizme teslimle birlikte ve iç içe 
		karşıdevrim zamanına geçiliyor. Karşıdevrim bunu iyi kavramıştır. 
		Sınıfsal vesayetin tarihi ikramına şükran duyuyor! Cumhuriyetçilerin 
		çoğunluğu kavramamıştır. 
		 
		1980i yapanların (sınıfsal vesayetin ikinci türevi diyebiliriz!) 
		ileriyi görme yeteneği ne kadardı? Yok gibi. Ama toplumu sessize 
		alarak karşıdevrimin yolunu açtılar. Sonra, onları izleyerek gelenler 
		ise karşıdevrim zamanını dört gözle bekliyorlardı. 
		 
		1990larda dünyada kapitalizmin yeni senaryosu başlıyor. Sermaye 
		küreyi dolaşarak kendi mülkiyetine tapulayacaktır. Bununla iç içe, 
		dünya parasının (dolar) sahibi ağa devlet de küreyi yönetebilmenin 
		yeni tasarımlarına, uygulamasına geçiyor. Kürede siyaset artık 
		sermayenin pratiğine uyumlu olacak, her yerde yeniden düzenlenecektir. 
		Öyle oldu. Sermayenin akını ile siyasetin uyumu bir büyük dolar 
		yağmuru ile kuvveden fiile çıkmaya başladı. Daha önce böyle şey 
		olmamıştı. Türkiye, sermaye sınıfı ve karşıdevrime en yakın siyaset 
		ekipleriyle en önde koştu. Ekonomi dünya sermayesinin yeni müşterisi 
		olacak, gitgide artacak borçlanma ve ithalatla buna göre yeniden 
		kurulacak, yeni siyaset bu esasla serpilip topluma kendini kabul 
		ettirecekti. Dolar artık iş görebilmek için bizim ana paramız 
		sayılacaktı. Siyaset topluluğu kabul! dedi. (Efendim, dünya değişti! 
		Eski kafalılığı artık bırakmak lazım!) Karşıdevrim de ilk meşruiyet 
		adımına kavuştu. 
		 
		Karşıdevrim sınıfsal ittifaklarla perçinlenip yürümüştür. 1940larda, 
		merkezde ağa-tüccar ittifakı. 1980de, yeşil ışık yakan sermaye ile 
		yüksek komuta kademesi ve dış destek ittifakı. 2000den sonra, eylemli 
		yürüyüş aşamasında ise dolar yağmuru altında dış ve yeni katmanlarla 
		genişleyen iç sermayenin çekincesiz destekli ittifakı. Karşıdevrimin 
		ittifakları Cumhuriyetin daima ileri şiarında ifade bulan diyalektiği 
		durdurmayı, geriletmeyi görev bilerek, buna göre kâh geri çekilip kâh 
		ileri giderek varlığını sürdürmüştür. Sonunda, dünya kapitalizmi ona 
		aktif görev zamanının geldiğini de gösteriyor. 
		
						
		
						
		VERİLENE 
		RAZI OLMAK
		
						
		
						
		Toplum boş mu 
		bırakılacak? Hiç olur mu? Tüm makinelerin üstadı bir dostum dengesi 
		altüst olan kişiler ve haller için, Sentresinden çıkmış! der. 1980in 
		karşıdevrimi toplumu sessize almıştı. Hep o sessizde tutulabilir mi? 
		Kapitalizmin son 20 küsur yıllık dünya ve Türkiye tablosunda siyaset o 
		bilgiyi veriyor, okuyabiliyoruz: Toplum, makinelerin aksine, 
		sentresinden çıkarılarak yönetilmelidir. Pozitif enerjisi 
		boşaltılmalıdır. 1980de zorla gelip yerleşen sınıfsal vesayet şimdi 
		ayrı bir beceri istiyor! Toplumsal hak ve sorumluluk bilinci demek olan 
		sentreye bir daha yerleşilmemelidir. Toplum verilene razı olmalıdır. 
		Ve öyle oldu. 
		
						
		
						
		2023
		
						
		
						
		2023te 
		nereye geldik? Karşıdevrim aldığı tüm maddi, manevi destekle kendine bir 
		bütün oluşturabildi mi? Hayır! Cumhuriyete hasar vererek yarattığı 
		çelişkileri çözemiyor. Bir bütüne varamıyor. Çelişkiler sıklaşan 
		krizler üretiyor. Süreklidir. Bir kriz en az bir başkasını doğuruyor. 
		Yapbozlar son 10 yılın tablosunun kaçınılmaz yöntemidir. (Uzun zamandır, 
		aynı yıl içinde kaç adet reform programı yapıldığını akılda tutabilir 
		misiniz? Yapanlar bir hafta içinde tümünü unutuyorlar!) Yaşanan, 
		bütünlükten uzak, tanımı yapılamayan, adı konulamayan bir ara 
		modeldir. Cumhuriyet ile neyin arasında? Belirsiz ve çözümsüzdür. 
		 
		1980den sonraki 40 yılda nereye vardık? Cumhuriyetin diyalektiğini 
		kesip tersine işletmenin sınırına. Bu sınırda, 100. yılda Cumhuriyet ile 
		karşıdevrim karşı karşıya geliyor. Tam bu sınırda. Sermaye bunu 
		görmüştür. Ve metabolizmasını, yani sınıfsal vesayeti sürdürebilmenin 
		arayışı içine giriyor. 
		 
		Yineleyelim, karşıdevrim insanın gelişmesini ve içinde yaşadığı, 
		devlet denilen yapıyı geliştirmesini durdurmaya ve kabilse saptırmaya 
		çalışır. 1789dan bu yana bunu öğrenmiş olmak gerekir. Dünyayı 
		öğrenmemişsek, 1923ten bu yana! Cumhuriyet, tarihin verdiği tüm moral 
		haklılığı ile, 20. yüzyılda toplum olmanın tüm çelişkilerine ve 
		çözümlerine hazır olma zorunluluğu ile kurulmuştu. O kapasiteye sahibim 
		çünkü bağrımda demokratik devrim çekirdeklerini taşıyorum inancı ile 
		de diyebiliriz. İnsanın zamanın akışı içinde yolculuğu hep ileri doğru 
		olmalıdır diyordu da diyebiliriz. Şimdi, 100. yılda yeniden o 
		diyalektiği aramaya, bulmaya ve onunla 21. yüzyıla adım atmaya yakın 
		mıyız, uzak mı? Menkıbeden ve hamasetten uzak durarak düşünmeye 
		çalışalım. Çünkü 2023 başlamıştır ve bu yıl en önemli yıldır. 
	
	Prof. Bilsay 
	Kuruç 
		
						
		
						
		  
		
						
		
						
		
						
		
						
		
						
		
						
						
		
						
  Türkiye 
	ve Dünya Gerçekleri
		
						
		
						
            
		
						
		
						
		
		
		Gerçekler:Türkiye 
		ve Dünya Gerçekleri
	
	
	
		
						
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |