Dil Devrimi
		
						
		
						
		
		
		    
		
						
		
						
		Yazısı, dili, eğitimi, 
		hukuk düzeni, kılık kıyafeti, ölçüsü, takvimi, ulaşımı, iletişimi ve 
		akla gelebilecek her alanda çağının gerisinde kalan, yayılmacıya 
		borçlandıkça borçlanan bir imparatorluğun küllerinden doğdu. 
		
						
		
						
		
		
		   
		
						
		
						
		Bugün birileri Osmanlının çöküş dönemini ve çöküşün nedenlerini 
		gizleyerek, günümüzün dili ve olanaklarıyla Kurtuluş Savaşını yok 
		sayarak geçmişe övgü düzüyor. Sanki Anadoluya yayılmacı (emperyalist) 
		hiç gelmedi; sanki Anadolu yıllarca yayılmacıyla işbirlikçisi yobazın 
		işgali altında onca acıyı yaşamadı! Ulusal savaşın kahramanlarını 
		karalamak, hainlik yapanı aklamak bugünün modası
 Oysa bu ulus, Mustafa 
		Kemale inandı; savaştı; her alanda bağımsız olmalıydı. Oldu. 
		
						
		
						
		
		
		
		   
		
						
		
						
		
						Dil Devriminin açtığı kapı
		
						
		
						
		
						Dil 
						Devrimi, Arapçayı kutsayan; dili, dinle ilişkilendiren 
						anlayıştan kurtulmamızı sağlamıştır. Yüzyıllarca 
						okuryazar bile olamayan halk, bir dilekçe yazamaz 
						durumdaydı. Devlet kapısına gitti mi, eski yazı ve 
						Osmanlıcayı yalan yanlış bilenin ağına düşüyor; her 
						yazıya dinsel anlam yüklüyordu. Kendini ulemadan 
						sayanların her safsatası, her muskası inci değerindeydi. 
						Halk, bu kara incilere karşılık canını malını vere vere 
						yoksullaşıyordu. Dedelerimiz ninelerimiz, halk 
						okullarında yeni yazıyı öğrendiler; yüzyıllarca nasıl 
						kandırıldıklarını anladılar. Hepimizin Cumhuriyet 
						öncesini yaşayan dedesi ninesi var. Onlar padişahın 
						ümmi ümmet kullarıydı; yayılmacı topu tüfeğiyle 
						gelince padişah onların değil, kendi başının derdine 
						düşmüştü. Ne padişah ne yayılmacı
 Ne yayılmacının 
						yemini yutan yobaz kesebildi yollarını... Başardılar! 
		
						
		
						
		
						Cumhuriyet yurttaşları
		
						
		
						
		
						Onlar 
						Mustafa Kemallerin kulu değil, Cumhuriyetin onurlu 
						yurttaşı oldular. Mustafa Kemalin Türk Devrimi, her 
						inanç ve kökenden kulu, yurttaş yaptı. Türkiye 
						Cumhuriyeti ilk beş yılında, eski yazıyı kullandı. Arap 
						abecesi, kullanılması zor bir dizgeydi. 1928de kabul 
						edilen yeni abecemizi, o gün yaşı ilerlemiş olanlar bile 
						birkaç haftada öğrendi. Bugün çocuklar okulöncesinde 
						öğrenebiliyor. Harf Devriminden dört, cumhuriyet 
						kurulduktan dokuz yıl sonra dilde devrim yapıldı. 
						Özellikle bu iki devrim, hilafet ve saltanattan çıkar 
						umanları çok rahatsız etti. Dün olduğu gibi bugün de 
						karşıdevrim çığırtkanları, bu iki devrimi, halkı bir 
						gecede cahilleştiren dayatma diye karalıyorlar. Neyle, 
						yeni yazı ve yenileşen dille... Ne ki bugün olup 
						bitenlere yurttaşlık bilinciyle bakamıyoruz. 
		
						
		
						
		
						Tarih ve dil bilinci
		
						
		
						
		
						Atatürk, 
						ulusun tarih ve dil bilincini kökleştirmek için önce 
						Türk Tarih Kurumunu, bir yıl sonra da Türk Dil 
						Kurumunu kurdu. Türk Dil Kurumunun tüzüğünü, yönetim 
						ve çalışma şemasını eliyle hazırlamıştı. 12 Temmuz 
						1932de Samih Rıfat, Ruşen Eşref (Ünaydın), Celal Sahir 
						(Erozan) ve Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), İçişleri 
						Bakanlığına kuruluş için başvurdular; Türk Dili Tetkik 
						Cemiyeti 13 Temmuzda, Ankara Halkevinin bir odasında 
						çalışmaya başladı. İstanbulda toplanacak ilk Türk Dili 
						Kurultayının hazırlıklarıyla uğraşan Ruşen Eşref, 1932 
						Ağustosunda, Gazi Hazretlerini eski, yeni yerli, 
						yabancı kamuslardan (sözlüklerden) öz Türkçe sözler 
						aramakla, filoloji ve lengüistleri ortaya koymakla 
						meşgul bulmuştu. Çünkü dil çalışmalarında farklı bir 
						yol izlenmesini düşünüyordu; Harf Devrimini yapan Dil 
						Kurulu, MEBe bağlı devlet dairesine dönüştürülmüş; ama 
						bu dairenin çalışmalarına uydurmacılık diyenler 
						Mecliste kısır tartışmalara yol açmış; sonunda dairenin 
						bütçesi kesilmişti. Atatürk olup biteni yalnızca 
						izlemiş; dil işlerinin, iktidar baskısından uzak 
						kalamayacağını görmüş; Türk Dil Kurumunu dernek 
						yapısıyla kurmuştu. Derneğin bir kurultay toplamasını, 
						Türkçenin özleşmesi, gelişmesi ve ulusal dil olması için 
						evrim mi, devrim mi yapmak gerektiğinin burada 
						tartışılmasını önermişti. Kurultaya yalnız uzmanların, 
						öğretmenlerle yazarların değil, kamu görevlileriyle 
						halkın da katılmasını sağlamıştı. Dokuz gün süren 
						kurultayda katılımcılar düşüncesini özgürce söylemiş; 
						devrimci ve evrimci görüşler çarpışmıştı. 
						Evrimciler, Türkçeleşmiş yabancı sözcüklerin 
						korunmasını; Türkçenin yapısına uymayan dilbilgisi 
						kurallarının, halkın kullanamadığı yabancı sözcüklerin 
						atılmasını; ama eski Türkçeden, Türk lehçelerinden 
						sözcük alınmamasını uygun buluyorlardı. Sözcüleri 
						gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, adı ne olursa olsun, 
						hiçbir örgütün dile karışmamasını savlamış; onu 
						destekleyen de olmuştu. Sadri Ethem Erdem, Halit Ziya 
						Uşaklıgil, Fuad Köprülü, Ali Canip Yöntem ve Hasan Âli 
						Yücel gibi aydınlar ve onları onaylayan çoğunluksa dilde 
						devrimin kaçınılmaz olduğunu savunmuştu. 
		
						
		
						
		
						Aydınlanma dönekleri
		
						
		
						
		
						Atatürk 
						yaşarken devrimci olanların, 1950de Demokrat Partinin 
						milletvekili ya da yandaşı olduktan sonra ulusal 
						rönesansımız saydıkları Dil Devriminden, hatta büyük 
						bir bütün oluşturan Türk Devriminden vazgeçtiklerini, 
						devrimleri silmek için türlü oyunlar sergilediklerini 
						görüyoruz. Nihat Sami Banarlı, Türkçenin Sırları adlı 
						yapıtında, 
Türk ilminin yetiştirdiği en büyük dil ve 
						edebiyat tarihi âlimi Fuad Köprülü, konuşulan dile 
						müdahale fikrine daha Atatürk zamanında razı değildi 
						diyerek Köprülünün, 1932deki sözlerini yalanlıyor. 
						Banarlıya göre, (
) Türkiyede dil politikacılarının 
						dilde hiçbir milli ve ciddi endişeleri olmadığını bu 
						delalet açıkça belli eder: Onların bütün maksadı 
						dilimizde, müşterek İslam medeniyetinden Türkçeleşmiş 
						kelimelerin imhasıdır. Bu imha bizi, bir zamanlar sahibi 
						ve hâkimi olduğumuz Yakınşark medeniyeti asırlarındaki 
						zafer ve şeref sahifelerimizden uzaklaştıracak, Türk 
						çocuklarının o büyük günleri hattâ kelimelerde bile 
						hatırlanmasına bile engel olacaktır. 
						Gençlerimiz kendilerine, 100 Temel Eser arasında 
						kaynak diye dayatılan, bilimsel temeli ve kaynakçası 
						bile bulunmayan; önyargı ve öfkeyle yazıldığı için dili 
						de bozuk olan Türkçenin Sırları gibi yapıtlarla devrim 
						karşıtlığına yönlendiriliyor; sözde aydınlar da siyasal 
						erkten aldıkları güçle Dil Devriminin dinle bağları 
						kopardığını açıkça söylüyorlar. 
						28 yıl önce Atatürkün vasiyetnamesinin çiğnenmesi, 
						kalıtından pay ayırdığı Türk Tarih ve Dil kurumlarının 
						kapatılması sıradan işler değildi. Dilin yenileşmesinin 
						düşüncenin yenileşmesi olduğunu gerici takımı iyi 
						biliyordu. Dil Devrimini salt sözcük türetmekmiş gibi 
						göstermeleri, komünistlikle ilişkilendirmeleri, 
						sırasıyla sahnelenecek kirli bir oyunun parçalarıydı. 
						Özellikle eğitim kurumlarını ele geçirmek, devrimcileri 
						sindirmek için her yolu kullandılar. Dilde devrime 
						komünistlik diyenler, bugün dinsel kavramlar ve 
						İngilizceyle süsledikleri bir tür uydurukça 
						kullanıyorlar. Bu keskin ve gülünç uydurukçayla Türk 
						Devrimini dilim dilim ediyor; kurum ve kavramların 
						içini boşaltıyorlar
 Cumhuriyet yurttaşları Türkiye, 
						Türk, Türk Devrimi, Türkçe demeye çekiniyor; 
						ulusalcılık suç, ulusalcılar suçlu
 Dil Devriminin 79. 
						yılında Türk Dil Kurumu yok; Atanın vasiyetnamesindeki 
						hukuk lekesi duruyor... Adı Türkçe bir şey kalmadı; 
						yabancı dille öğretim yetmedi; anadili İngilizce olan 40 
						bin misyoner öğretmen kimliğiyle okullara; yani 
						koynumuza girecek
 Yabancıya Türkçe öğretmekle 
						övünenler, Arapın dilinin yanına yayılmacınınkini de 
						katıyor, ortak dilimiz Türkçeyi öğretememekten utanç 
						duymuyor
 Dilimiz, içimiz dışımız örtülüyor
 Halk olup 
						bitenin ayrımında mı? Adam, internet cafesine 
						Chatlak diye ad koymuş; bu durumdayız işte (so-tn)! 
		
						
		
						
		
						
		
						
		 
		
						
		
						
		  
		
						
		
						
    
		
						
		
						
						
		
						
  Türkiye 
	ve Dünya Gerçekleri
		
						
		
						
            
		
						
		
						
		
		
		Gerçekler:Türkiye 
		ve Dünya Gerçekleri
	
	
	
		
						
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |