Yargıtay Başkanlar 
			Kurulu Bildirisi
			
			Kuruluşunun 85. yılında 
			Cumhuriyetin temel niteliklerinin tartışmalara ve yeni tanımlamalara 
			konu edilmesinden ve Yargı erkine yönelik sistemli saldırıların ivme 
			kazanmasından duyduğu kaygıyla Yargıtay Başkanlar Kurulu 
			aşağıdaki görüş ve önerilerini, adına yargı yetkisi kullanmaktan 
			onur duyduğu Yüce Milletiyle paylaşmak gereğini duymaktadır. 
			 
			Tartışılmaz bir gerçektir ki: 
			 
			Demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti idealinin, yüceltmeyeceği 
			kişi ve kurum yoktur. 
			 
			Cumhuriyetin temel niteliklerini benimseme, sahiplenme ve koruyup 
			yüceltme işlevinde, Devletin temel organları olarak Yasama, Yürütme 
			ve Yargı, Anayasa gereği, uygar bir işbölümü ve işbirliğiyle yetki 
			ve sorumluluk üstlenmiş, erkler arasında üstünlük sıralaması 
			olmadığı, üstünlüğün sadece Anayasada bulunduğu ilkesi getirilmiş, 
			yargının bağımsızlığına özellikle vurgu yapılmıştır. 
			 
			Ne var ki: 
			 
			Bir yıla yakın süreçte ve özellikle son zamanlarda, giderek artan 
			bir biçimde, Yargı erkine yönelik ve hukuk devleti olma ilkesiyle 
			bağdaşmayan sistemli saldırılar, anılan temel ilkeleri zedeler 
			olmuştur. 
			 
			Süreklilik gösteren bu davranışlar, toplumun, çözüm bekleyen 
			sorunlarının ve gerçek gündeminin ötelenmesine, gelişimine 
			harcanması gereken zamanın gereksiz biçimde yitirilmesine neden olur 
			hale dönüşmüştür. 
			 
			Bu cümleden olarak: 
			 
			Gelişen dünyaya uyumda yetersiz kalan Anayasanın kimi hükümlerinin 
			yenilenmesi konusunda oluşan genel kabulden yararlanılmak suretiyle 
			bir siyasi görüşün istek ve direktifi doğrultusunda bütünü 
			değiştiren bir taslak hazırlattırılarak, en doğru ve en çağdaş 
			Anayasa tanımlamasıyla kamuoyuna sunulmuş, Anayasaların en geniş 
			toplumsal mutabakatla, tartışma, uzlaşma ve sahiplenmelerle 
			hazırlanması gerekeceği gözardı edilmiş, böylece ilk ciddi gerilim, 
			beklenmedik bir zamanda ve hiç de gerekli olmayan yöntemle gündeme 
			yerleştirilmiştir. 
			 
			Taslağın, içeriği itibariyle lâik cumhuriyet, hukuk devleti ve 
			yargı bağımsızlığı temel kavramlarıyla önemli ölçüde çelişmesi, 
			haklı tepkilere zemin hazırlamış, o evrede Yargıtay Başkanlar Kurulu, 
			28.09.2007 günlü bildirisiyle; 
			 
			1- Yürürlükteki Anayasanın özünü ve lâik Cumhuriyetin dayanağını 
			oluşturan ve metne dahil olduğu 176. maddede ifade edilen 
			Başlangıç bölümünün sözünde ve özünde kısaltma yapılarak etkisiz 
			hale getirilmesinin kabul edilemeyeceği, 
			 
			2- Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez 
			hükümleri korunur gibi görünse bile başka maddelerde yapılacak 
			değişikliklerle Cumhuriyetin temel ilkelerinin zaafa uğratılmasının 
			benimsenemeyeceği, 
			 
			3- Cumhuriyetin vazgeçilmez temel dayanağını oluşturan ve Yüksek 
			Mahkeme kararları ile çerçevesi isabetle çizilmiş olan lâiklik 
			ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle 
			zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilemez olduğu, 
			 
			4- Tarafsızlığı tartışma konusu olamayacak, bağımsızlığı ise bir 
			türlü sağlanmak istenmeyen Yargı erkini, Yasama ve Yürütmenin 
			denetim ve hakimiyetine daha ziyade çekme niyetini açığa çıkartan 
			önerilerin asla uygun bulunamayacağı, 
			 
			Açıklanan vazgeçilmez ilkeler doğrultusunda ve bu sorumluluk duygusu 
			ile gelişmelerin takipçisi olunacağı  yönündeki karşı duruşunu Ulusuna duyurmak zaruretini hissetmişti. 
			 
			Toplumun yoğun ve isabetli refleksi, anılan taslağın 
			yasalaştırılması girişiminde duraksama yaratmış; ancak, Anayasanın 
			10. ve 42. maddeleriyle ilgili değişiklik, engellenemeyen bir hızla 
			yasalaştırılmıştır. 
			 
			Tüm gelişmeleri izleyip değerlendiren Yargıtay Cumhuriyet 
			Başsavcılığı, Anayasanın ve yasaların kendisine yüklediği 
			sorumluluğun gereği ve tezahürü olarak, yasal yöntemle topladığı 
			kanıtlara dayanmak suretiyle bir siyasi parti hakkında iddianame 
			düzenleyerek Anayasa Mahkemesi nezdinde yargılama ve müeyyide 
			talebinde bulunmuş, ne var ki talebin muhatapları ve onların 
			yandaşları, iddianamenin kurumsal olduğu gerçeğini gözardı ederek, 
			akla, mantığa ve hukuka aykırı tavır, söylem ve yazılarla ve hatta 
			çoğu suç teşkil eden davranışlarla, Yargıtay Cumhuriyet 
			Başsavcısını, toplumun tepki ve husumetine muhatap kılmaya 
			yönelmişlerdir. 
			 
			Bu türden davranışların, kişisel tatmin duyguları ötesinde, 
			yargılanan siyasi kuruluşa hukuken hiçbir yarar sağlamayacağı, 
			yargılamanın sonucunu da etkileyemeyeceği gözetilmemiş, zaman zaman 
			şiddetini kaybetse de bütünüyle sona erdirilmediği, belki de 
			bilinçli tarzda sona erdirilmek istenmediği gözlenir olmuştur. 
			 
			Süreçte 
			 
			Çelişki ve yanlışlıklar sürdürülmüş, açılan davayı Anayasal ve yasal 
			sorumluluk ve yetkinliğiyle hukuka uygun olarak değerlendirilip 
			sonuçlandıracağında hiçbir kuşku bulunmayan Anayasa Mahkemesinin, 
			her tür etkiden uzak biçimde yargı yetkisiyle baş başa bırakılması 
			ve sonucun saygıyla karşılanacağı kanısının yaratılması yerine, 
			Anayasanın 138. maddesi hükmünü gözardı eder bir sorumsuzlukla, 
			yargıyı etkilemeye yönelik tavır, davranış ve görüş açıklamaları 
			artan bir hızla sergilenmiştir. 
			 
			Yargı huzurunda, kendini ve siyasi teşekkülünü hukuka uygunluk 
			içinde savunmak, ithamların asılsızlığı inancına sahip olunuyorsa 
			kendi karşı kanıtları ve gerekçeleriyle iddiaları çürütmek yerine, 
			dilediği her şeyi yapabilme yetkisini halktan aldığı gibi 
			şaşırtıcı bir inançla, Yargıyı ve mensuplarını halka şikayet ederek, 
			hedef göstererek, hatta yabancı kişi ve kuruluşların yardım ve 
			katkılarını sağlayarak, Türk yargısını etkileme niyet ve gayretine 
			girmek suretiyle, açılan kapatma davasında lehe sonuç alma heves ve 
			yöntemleri sıklıkla denenir olmuştur. 
			 
			Son olarak: 
			 
			Avrupa Birliği genişlemeden sorumlu Komiserine Yargı Reformu 
			Strateji Taslağı adıyla bir belge tevdi olunmuş, bu konuda 
			Yargıtayca yapılan düzeyli ve hukuki uyarıya hiç de icaplı olmayan 
			biçimde karşılık verilmiş, zamanlaması, biçimi ve içeriği itibariyle 
			kabulü mümkün olmayan böylesi bir taslakla, yürütme erkinin nasıl 
			bir yargı erki yaratmak istediği gün ışığına çıkarılmıştır. 
			 
			Yargı erkinin geleceğini şekillendirecek böylesine ciddi bir 
			taahhüdün, yargıda reformu geçmişten bu yana ısrarla savunan, tüm 
			toplumca benimsenir nitelik ve nicelikte öneriler saptayan ve bu 
			önerileri de Avrupa Birliği temsilcilerine kabul ettirerek geçmiş 
			tavsiye kararlarına yansıttıran Yargıtaya sunulmadan, görüş, 
			düşünce ve deneyimlerinden yararlanmadan diğer Yüksek Mahkemelerin 
			ve yargı erkinin sair üst organ ve kuruluşlarının ve mensuplarının 
			görüş ve önerilerinden de yararlanma gereksinimi duymadan Avrupa 
			Birliği yetkilisine verilmesinin Devlet sorumluluğuyla 
			bağdaşmayacağı, hiçbir gerekçeye de sığınılarak açıklanamayacağı 
			ortadadır. 
			 
			Kaldı ki, yayımlanmış içeriği itibarıyla reform gibi gösterilen ve 
			gerçekleştirileceği Devletçe taahhüt edilen birçok önerinin, yargı 
			bağımsızlığı adına asla kabul görmeyeceği, yoğunluğunun Avrupa 
			Birliğinin önceki istişare ve ilerleme raporlarıyla ve keza kabul 
			görmüş uluslararası yargı bağımsızlığı kavramlarıyla büyük ölçüde 
			çeliştiği gözlemlenmiştir. 
			 
			Bu bağlamda: 
			 
			Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, Yargıtayın da görüşlerine 
			uygun olarak yer alan; 
			 
			1) Türk yargı erkinin bağımsızlığını zedeler düzeyde, yürütme erki 
			kaynaklı müdahalelerin giderilmesi gereğine ilişkin tavsiyelerin 
			dışlandığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumunda Bakan 
			ve Müsteşarın yer alışının, milli hakimiyet ilkesine yönelik önemli 
			bir adım olduğu gerekçesiyle savunulup korunduğu, bununla da 
			kalınmayarak, geçmişte sakıncaları görülerek uygulanmasından 
			vazgeçildiği gözetilmeden, yargının yasama organına karşı 
			sorumluluğunu temin adı altında Yasamanın Hakimler ve Savcılar 
			Yüksek Kuruluna üye seçmesinin gerekliliği ve bu doğrultuda 
			düzenlemeler yapılacağının ifade edildiği, böylece Yasama erkindeki 
			etkinliğini kullanarak, yargıç ve Cumhuriyet savcıları üzerinde 
			Yürütme Erkinin baskı ve denetiminin geliştirilmek istendiği, 
			 
			2) Yargı mensuplarının yürütme erki güdümünde bir sivil örgütlenme 
			oluşturabilmelerinin öngörüldüğü, bağımsız ve özgür bir kuruluşa 
			izin verilemeyeceği görüşünün öne çıkarıldığı, 
			 
			3) Tüm olumsuz koşullara karşın, yargı işlev ve yetkisini özveriyle 
			yürüten yargıç ve Cumhuriyet savcılarının, her türden engele rağmen 
			ulaştıkları başarı düzeyini takdirle değerlendirmek, özlenen yargı 
			hizmetinin sunulamamasının nedenlerini isabetle saptamak ve diğer 
			erklerin sorumluluğu kapsamındaki eksikleri gidermek yerine, 
			karşılaşılan olumsuzlukların yegane sorumlusu yargı mensuplarıymış 
			gibi bir önyargıyla etik değerlere atıfta bulunulduğu, yargıya 
			güvenin tartışılması başlığı altında 
asıl sorumluluk öncelikle 
			yargının kendisine düşmektedir
 bu çerçevede hakimlik makamına, 
			bütün kişi ve kuruluşların yanı sıra ve bunlardan da önce olmak 
			üzere bu makamı temsil eden kişilerin saygı göstermesi ve bu makamda 
			bulunmanın onurunu hissedip bu onura uygun tavır ve davranışlar 
			içerisinde bulunmaları vazgeçilmez bir sorumluluktur. sözleri 
			seçilerek, hiç de yerinde olmayan ifadelerle, ulusal yargının ve 
			mensuplarının yabancılara şikayet edilebildiği esefle 
			gözlemlenmiştir. 
			 
			Bu düşünce, niyet ve tasarrufların, yargı erki adına ve Adli 
			Yargının en üst kurumu olan Yargıtay tarafından asla kabul 
			edilemeyeceği, bağımsız yargı hedefiyle bağdaştırılamayacağı, 
			dahil olmayı amaçladığımız Avrupa Birliği müktesebatıyla da uyum 
			sağlamayacağı açıktır. 
			 
			Sorgulamak gerekmektedir ki: 
			
			 
			Tüm bu gelişmeler, ısrarlı bir biçimde ve sistemli olarak yargı 
			erkinin bağımsızlığının hazmedilemediğini, tarafsızlığı sağlama adı 
			ve aldatmasıyla yürütmeye yandaş, onu koruyup kollayan ve onun 
			tarafından denetlenen bir yargının oluşturulmasının amaçlandığını 
			belgelemeye yetmektedir.  
			 
			Hedeflenen budur! 
			 
			Ancak asla unutulmamalıdır ki: 
			 
			İnsanlık tarihi, böylesi güdümlü bir yargı ile varlığını 
			sürdürebilen, bireyini güvenli ve mutlu edebilen ve uygarlık 
			yarışında başarılı olabilen hiçbir millet ve devlete tanıklık 
			etmemiştir. 
			 
			Yüce Türk Ulusu ise bağımsızlığı ve etkinliği eksiksiz bir Yargı 
			Erkine her zaman layık olmuştur. 
			 
			Yüce Ulus adına yargı yetkisini, bu görüş ve sorumlulukla; 
			kullanmayı sürdüreceğimizi, yargı bağımsızlığının takipçisi 
			olacağımızı saygıyla duyururuz. 
			 
			
			Yargıtay Başkanlar Kurulu 
			 
			21 Mayis 2008 
		
		
		
		
						
						
		
		
			  
		
						 
						
						
		 |