Cumhuriyet Bugün
Nerede Olmalıydı?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini 21.
yüzyılın 2008’inde, bugün nasıl yorumlayabiliriz? Çağın gerekleri, içinde
bulunduğumuz coğrafyanın koşulları ve küresel dengeler çerçevesinde Türkiye
nasıl olmalıydı? 85 yılda hangi noktaya gelmeliydi?
Avrupa emperyalizmine karşı kurulan, çağdaş değerleri ve demokratik ölçütleri
benimsemiş bir Türkiye’yi bugün nasıl tanımlayabiliriz? Atatürk ilkeleri ve
devrimleri “bugünün koşullarıyla nasıl örtüştürülebilir”?
Şu ana başlıkları düşünmek herhalde yanlış olmaz;
1) Uluslararası ilişkilerde “karşılıklı çıkarlarını gözeten bir Türkiye”
olmalıydı. Siyasette, iktisatta, kültürde, savunmada “kendini ezdirmeyen,
başkasını ezmeyen” bir Atatürk Türkiyesi ortaya çıkmalıydı.
2) Katılımcı demokrasinin kurulduğu, sosyal sınıfların dengeli bir biçimde
ulusal sisteme yerleştiği bir Türkiye görürdük. İşçisi, köylüsü, memuru,
sanayicisi kendi örgütlerini kurmuş; siyasal ve sosyal sistem içinde dengelerini
oturtmuş bir ülke olurdu Türkiye.
3) Sosyal ve laik bir hukuk devletinin yerleştiği bir düzen görülürdü. İktisatta,
siyasette, kültürde ve eğitimde uzun vadeli ulusal planları olan; ulusal
politikalarını küresel dengelerle bütünleştirebilen bir Türkiye’de yaşardık.
4) Kendi bölgesindeki komşu ülkelerle iktisadi, siyasi, kültürel ve askeri
örgütlenmeler içine giren; Batı ile Asya arasında dengeli bir biçimde yer alan;
her ikisiyle de “iyi ve normal ilişkiler kurmuş” bir Türkiye görürdük karşımızda.
5) Dış güçlerin sömürgeci taleplerini reddeden, yeni kapitülasyon dayatmalarını
geri çeviren bir Türkiye olurdu bugün. Hele hele, komşularına karşı yabancı
sömürgeci güçlerle işbirliği yapan bir Türkiye hayal bile edilemezdi.
Ya bugünkü manzara…
2008 yılında geldiğimiz nokta olması gerekenlerle taban tabana karşıt;
- Uluslararası ilişkilerde karşılıklı çıkarlar yerine “yabancılarınkini öne
çıkaran, ABD ve AB’nin denetimine sokulmuş bir Türkiye görüyoruz. Bilgisizlikten
değil.. bile bile yapılmış.
- Katılımcı demokrasi yerine “Washington, Londra ve Brüksel ile içerdeki dinci
ve sermayeci odakların egemen oldukları”, oligarşik bir yapılanma ile karşı
karşıyayız.
- Sosyal ve laik hukuk devleti yerine tarikatların, cemaatlerin ve yabancı
tekellerin sisteme yerleştirildiğini görüyoruz.
- Çağdaş değerler yerine 400-500 yıl öncesinin karanlık dönemlerini geri
getirmeye çalışan çevreler etkilerini arttırıyorlar.
- Dış odaklarla içerdeki oligarşinin işbirliğini görüyoruz.
Neden böyle oluyor?
Oysa Türkiye Cumhuriyeti olağanüstü olanaklara hem içerde hem de dışarıda sahip
oldu.Türkiye’nin elindeki bu olanaklar, “özellikle kullanılmadı”.
1961 Anayasası’nı, dış odaklarla işbirliği yapan iç oligarşi ortadan kaldırdı.
Kimi zaman Amerika’nın güdümündeki generaller, bazen sermaye çevreleri, yakın
zamanda ise sömürgecilerle işbirliğine başlayan dinciler Türkiye’nin elini
kolunu bağladılar. Oysa Türkiye çok daha iyisini yapma olanaklarına fazlasıyla
sahiptir.
Sorunun temelinde, “katılımcı demokrasiyi işletmeyenler” yatıyor.Türkiye bu
kısır döngüyü kırmak ve gerçek demokrasiye, sosyal ve laik hukuk devletine
ulaşmak zorunda.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında ilginç şeyler gözüme ilişti;
- Yabancılara satılan büyük şirketlerimizin yeni sahipleri “dev Türk bayraklı
reklamlar” vermişlerdi en büyük tirajlı gazetelerimize. Kendilerini gizlemek
için “takıyye yapıyorlar”.
Cumhuriyetin altını oydukları anlaşılmasın diye Türk bayrağını maske olarak
kullanıyorlar.
- İslamcı yapılanma için ellerinden geleni yapanların “aynen yabancı şirketler
gibi”, bayrağı ve cumhuriyeti kalkan olarak kullandıklarını gördüm.
Çağdaş teknoloji ve yeni psikolojik savaş yöntemlerini iyi değerlendiriyorlar.
En garibime giden ise Abdullah Gül’ün “coşkulu ve hızlı AB’ci olarak” tüm
bürokrasiyi birkaç gün önce toplayıp yönetmesiydi. Hey gidi günler hey demekten
başka ne diyebilirim ki…
Bu olay bile, “olmaması gerekenlerin nasıl gerçekleştiğinin nedenlerini tek
başına anlatmaya yeter”.
“Amerikancı ve AB’ci” yönetimlerin Türkiye’yi 2008’de getirdiği nokta budur.
Yarın (cumartesi) saat 13’te Cumhuriyet Kitap’ta (TÜYAP) buluşmak üzere…
Umudumuz hiç kaybolmasın, biz haklıyız ve büyük çoğunluğuz.. gerçek demokrasi
mutlaka gelecektir…
Erol Manisalı
|