|
Bilişim Devrimi,
Küreselleşme ve Uygarlıklar Çatışması Ortamında Kimliğini Arayan
Türkiye
1. Bilişim Devrimi
Bilim ve teknikbilim, özellikle
bilişim teknikbilimi, XX. yy’ın ikinci yarısında olağanüstü hızlı
bir gelişme gösterdi. Çalışma ortamlarını, kişilerin birbirleriyle
ilişkilerini, ekinsel, tecimsel, bilimsel etkileşimlerini,
iletişimlerini etkileyen bu gelişme, XXI. yüzyıla girerken insanlığı,
dokuz bin beş yüz yıl öncesinin tarım devrimi’inden, son iki
yüzyılın endüstri devrimi’nden sonra, şimdi üçüncü bir devrimle
karşı karşıya getirdi; mikroelektroniğin ve iletişim olanaklarının
artan gelişme hızıyla ivme kazanan, bilgisayar gücünün evlerimizde
gündelik yaşamımıza değin girmesiyle, “yeni bir yaşam biçimi”, “yeni
bir toplum düzeni” ortaya çıktı: bilişim toplumu.
Bu yeni toplum biçiminde, bir toplumun
ekin’ini (ya da kültürü’nü) oluşturan bütün kurumlar (aile, çocuk
yetiştirme, barınak, yerleşme çevre, sağlık/ beslenme, eğitim, bilim,
teknikbilim, endüstri, ekonomi, tecim/ticaret, gelenekler, devlet/din,
sanat, iletişim ve dil, bunlar arasındaki bütün ilişki ve
etkileşimlerle birlikte) ister istemez değişikliğe uğramakta, her
bir toplum için bu kurumların sürekli bir etkileşiminden oluşan ve
evrilen ulusal ekinler ile birlikte, uygarlık yeniden
biçimlenmektedir.
Japon yazarlarca, 1960’lı yılların ortalarından
başlayarak irdelenen bir kavram olan bilişim toplumu (Jap: Jōhōka Shakai) XXI.
yy’ın başında artık bir gerçektir. Bununla birlikte, bu çok yönlü ve karmaşık
kavramın tanımı konusunda her toplumun, giderek her yazarın ayrı ayrı olguları,
yaklaşımları vurgulayan değişik düşünceleri olması doğaldır.
Nesnel bir tanım için yaklaşımlar
çeşitlidir:
• Davranışbilimsel (ya da
psikolojik) yaklaşım.
• Üretim süreçlerini etkileyen ve endüstriyel verimliliğin öne
çıktığı üretim ilişkileri, üretim araçları, işgücü ve çalışma
koşullarındaki değişimi vurgulayan endüstriyel yaklaşım.
• Tüzel / siyasal yaklaşım.
• Eğitimsel yaklaşım.
• Bilişim toplumunda, bölgesel, ulusal ya da küresel düzeyde
ekonomide ortaya çıkan yeniden yapılanma süreçlerinin vurgulandığı
ekonomik yaklaşım.
• Küresel yaklaşım.
• Teknikbilimsel yaklaşım.
• Toplumbilimsel yaklaşım.
• Ekinsel (kültürel) yaklaşım.
Değişimin itici gücünü ve altyapısını oluşturan
teknikbilimsel yaklaşım’ın bilişim toplumu tanımını bir ölçüte bağlayabilecek
nesnel temeli oluşturduğunu düşünüyoruz.
Bilişim Toplumu, bütün kamusal ve
özel örgütlerin, kuruluşların ve kurumların, giderek bütün bireylerin,
yaşamlarını sürdürürken ve görevlerini yaparken karşılaştıkları karar
aşamalarında, bilişim dizgeleri’nin hizmetlerinden yararlanabildikleri,
gerekseme duydukları her türlü bilgiye bilişim dizgeleri, bilgi erişim dizgeleri
ve bilgi tabanlı uzman dizgeler aracılığıyla
erişebildikleri, bunu, İnternet vb. iletişim ağları’ndan yararlanarak kendi
kişisel ortamlarında olduğu gibi, içinde yaşadıkları toplumun yakın çevresini
oluşturan yerel ortamlarda, ulusal, uluslararası, bölgesel ortamlarda ve
yeryuvarın tümünü kapsayan küresel ortamda da yapabildikleri, bu hizmetlerin
yanı sıra benzetim teknikleri ve robotlar da içeride her türlü özdevin (ya da
otomasyon) olanaklarını ve süreç denetim tekniklerini yaygın biçimde
kullandıkları endüstri-ötesi toplum düzenine verilen addır; insanoğlunun
uygarlık geçmişinde gerçekleştirdiği tarım toplumu ve yapım ya da endüstri
toplumu aşamalarından sonra, XX. yy’ın sonlarında ve XXI. yy’ın başlarında
eriştiği yeni bir ekin örüntüsü ya da uygarlık aşaması’dır.
Ulusal/bölgesel ekinini, dilini, ekonomisini
sürdürme isteğini duyan en küçük toplumdan en büyüğüne değin bütün uluslar,
yukarıda verdiğimiz tanıma göre bilişim toplumunun teknikbilimsel dayanağı olan
bilişim dizgelerinin sağladığı olanaklar nedeniyle, kendi ulusal/bölgesel
ekinlerini, dillerini, ekonomilerini geliştirme ve küresel ekonomiyle bir
bütünlük içinde, uygarlığı oluşturan değerli bir yapıtaşı olarak güçlü biçimde
yaşatma olanağına kavuşmaktadırlar. Bilişim çağında da, önceki devrimlerde (örn.
endüstri devriminde) olduğu gibi, hızla değişip teknikbilimsel devrime ayak
uydurabilen toplumlar güçlenecek, bunu yapamayan ve değişimin hızına yenik
düşenler adım adım güçsüzleşerek, bağımsızlıklarını (başka bir deyişle,
dillerini, ekinlerini, geleneklerini, devletlerini, kimliklerini) yitirecek,
uygarlık bakış açısından tarih sahnesinden silineceklerdir.
Bilişim çağının ulusal ekinleri
evrenselleştirmesi,
ulusal ekonomileri yönlendirmesi, bilişim teknikbiliminin üretim ve verimliliğe
katkıları, yönetim ve örgütlenmeye getirdiği yenilikler, yönetimle ilgili değer
yargılarında izlenen değişimler gibi önemli etkileşimler, yeryüzünün bilişim
toplumuna geçişi yaşayan ileri ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de birçok
yayında ayrıntılı biçimde incelenmiştir.
Bu etkileşimler bir bütün olarak göz önünde
tutulduğunda Bilişim Toplumu’nun çok kısa bir tanımı da “ekonomisini bilgiye
dayalı olarak yöneten bir toplum” biçiminde özetlenebilir.
Bilişim devriminin erken ayrımına varmış olması
Türkiye’ye çok önemli bir kazanım sağlamış, ülkemizi bu alanda sayılı gelişkin
ülkelerden biri durumuna getirmiştir. Türkiye bilgisayar mühendisliği öğretim
üyelerini yetiştirmiş, bilgisayar mühendisliği bölümlerini kurmuş, ulusal dilde
bilişim terimlerini daha işin başlangıcında geliştirmiş, bilişim dizgelerini
kendi ulusal gücüyle kurabilme yeteneğini yazılım alanındaki başarılı
çalışmalarla kanıtlamıştır. Böylece, bilişim toplumunun altyapısını ve
teknikbilimsel birikimini sağlamış olan Türkiye’nin gelişmekte olan ulusal
yazılım endüstrisi, yanlış yönetim tercihleri ile uluslararası tekelcilik
eğilimleri karşısında yenik düşmezse, Türkiye yeni Avrasya uygarlığının merkez
ülkelerinden biri olarak gelişme gizilgücüne sahiptir.
2.
Küreselleşme
Küreselleşme, temelde önce
teknikbilimsel devrim’den [demek ki bilgi işlem ya da bilişim ve iletişim
alanlarındaki devrimden], sonra da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla [ortaya
çıkan durumdan kaynaklanan] evrensel bir süreç.
Küreselleşmenin iki yüzü var: Bir yandan
çok-uluslu ortaklıklar, küreselleşme ortamında artan güçleriyle ulusal
devletlerin egemenliğine ortak olurlarken, öte yandan iki Almanya’nın
birleşmesiyle yeniden ortaya çıkan Orta Avrupa (Alm. Mitteleuropa) ekonomik
bölgesiyle birlikte gelişen mikro-ulusalcılık akımı, yalnızca Orta Avrupa’da
değil, yeryuvar ölçeğinde de, siyasal güçlerle ekonomik güçlerin karşı karşıya
kaldıkları yeni bir belirsizlik ortamı yaratmıştır. İskoçya’nın bağımsızlığını
istemesi, Valonlar’la Flamanlar’ın Belçika’da ortaya çıkan birbirlerinden
ayrılma eğilimleri, Basklar’la (Bilbao) Katalan’ların (Barselona) İspanya’da
güttükleri mikro-ulusalcılık, Milano Anakent Başkanı’nın davranışları ve
girişimleriyle, İtalyan birliğine bağlı olmaktan çok, kendini bir Orta Avrupa
başkentinin yöneticisi gibi duyumsadığını göstermesi, Venedik ve Trieste
kentleri’nin de geleceklerini, tıpkı Ljubljana (Slovenya) ve Zagreb (Hırvatistan)
gibi Orta Avrupa ekonomik bütünleşmesi içinde görmeleri, bin yıl önce de yaşanan
yeni bir bulanıklık çağı’nı başlatıyor. Fransız Alain Minc’e göre, Avrupa bir
“kaos kıtası”na dönüşmekte, “Yeni Ortaçağ” diye adlandırdığı bir “Bulanıklık
Çağı”, başlamaktadır.
Bir yandan Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Meksika’yla Kuzey Amerika
Özgür Tecim Bölgesi (NAFTA)
doğrultusunda bütünleşirken, Avrupa’da da siyasal birlikten önce, yeni bir
ekonomik Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu mu, yoksa küreselleşmenin daha geniş
ölçeğinde yeni bir Avrasya Ekonomik Bölgesi ya da Avrasya
Uygarlığı mı biçimlenmektedir? Burada, Alain Minc’in yapıtının “Fransa’nın Şansı”
bölümünde, birimsel (Fr. unitaire) devlet yapısının Fransa’yı en güçlü ülke
konumuna getirdiği sonucuna vardığını anımsatmakla yetinelim. Amerika Birleşik
Devletleri, Rusya Federasyonu, Federal Almanya gibi büyük devletlerin hepsi
federal devletlerdir. Özerk devletlerden ya da ekonomik bölgelerden
oluşmaktadırlar. Bu anlamda “Avrupa’nın en büyük bölgesi Fransa’dır: Onu ne diye
yabancı Land’lara
bölmeli… federalizmle flört etmenin hiçbir anlamı yok.”
Öte yandan ulusal devletin geleceğini Paul Kennedy
şöyle yorumlamakta: ulus-devlet sadece denetimi elden kaçırmış ve bütünlüğünü
kaybetmiş görünmekle kalmayıp, yeni koşullara cevap verecek örgütlenme türleri
arasında yanlış seçim olma özelliğini de korumaktadır… Otoritenin ulus-devletten
hem yukarıya hem dışa doğru devredilmesi... sadece büyük şirketler ve bankalar
gibi uluslararası oyuncuların yeniden ortaya çıkması ya da büyük ölçüde
hükümetlerin kontrolü dışında kalan küresel bir iletişim dizgesi ile değil,…
önde gelen endüstri demokrasileri arasında daha geniş bir işbirliği ve danışma
süreci (G-7), Birleşmiş Milletler, UNESCO, Dünya Bankası, IMF
gibi uluslararası kuruluşların oynadığı roller” ile de ilişkilidir.
“Otoritenin ulus-devletten küçük birim-lere devredilmesinin de temelinde
ekonomik ve teknolojik gelişmeler yatmaktadır…”
Paul Kennedy, gelecekte mikro-ulusalcılığın
yaygınlaşacağına inandığını gösteren bütün bu yorumlarına karşın, sonuçta yine
de “ulus-devlet birçok insan için kimliğinin birinci dereceden merkezi olma
özelliğini hâlâ korumaktadır… Devletin özerkliği ve işlevleri uluslaraşırı
trendlerin (eğilimlerin) etkisiyle aşınmaya uğrasa bile, küresel değişime karşı
duyarlılığı ortaya koyabilmek bakımından kilit birim olarak devletin yerine
konabilecek yeterli özellikleri taşıyan bir ‘ikame unsuru’ henüz ortaya
çıkmamıştır”
diyerek Alain Minc’in yorumuna katılmaktadır.
Satınalma gücü eşliğine göre Kaba Ulusal
Üretimi’yle XXI. yy başında Fransa’nın ancak üçte biri ölçüsünde bir ekonomik
büyüklüğe sahip olan Türkiye, bir yandan bilişim toplumunu gerçekleştirme
çabalarını arttırır, bu doğrultuda ulusal bir yazılım endüstrisi
geliştirebilirse, öte yandan anadiliyle öğretim ve öğretimin birliği gibi
Atatürkçü ilkelerine yeniden sarılarak yurttaşlık temeline dayalı ulusal
birliğini, küreselleşme olgusu karşısında, “Yeni Dünya Düzeni”nin olumsuz
koşullarına karşın koruyabilirse, yarınki Avrupa’nın Fransa’dan da önemli en
büyük birimsel bölgesi olarak kanımızca “Yeni Ortaçağ”ın kaosundan ya da
karmaşıklığından, bütünlüğünü ve bağımsızlığını yitirmeden, belki de Üçüncü
Binyılın en önemli merkez ülkelerinden biri olarak çıkabilecektir.
3. Uygarlıklar Çatışması
Gelelim şimdi Samuel Huntington’un
“Uygarlıklar Çatışması” kurgusuna…
Fukuyama’nın deyimiyle artık
“tarihin sonu” geldiğinde, ABD eski Başkan Yardımcısı Zbigniew Brzezinski’nin
geleceğin satranç tahtasında ABD yöneticilerine verdiği öğütlerle birlikte,
Huntington Batı uygarlığı egemenliğinin sonsuza dek sürebilmesi için ne
ideolojik, ne de ekonomik değil, fakat kültürel bir çatışmayı esas alıyor.
Buna göre her ne kadar bugün 7 ya da 8 uygarlık
varmış gibi gözükse de,
savaşım ya da çatışma Batı ile Ötekiler arasındadır (The West and the rest,
Kishore Mahbubani).
1.Batı
2.Konfüçyüs Uygarlığı (Çin)
3.Japonya
4.İslam
5.Hint
6.Slav-Ortodoks
7.Latin Amerika
8.(Olasılıkla) Afrika
Bu uygarlıklar arasında faylar (kırıklar)
vardır.
-
Aşılmaz kültürel faylar;
-
Osmanlı-Habsburg sınırı/1.500 yıllık
Batı Hıristiyanlığı doğu sınırı;
-
Özellikle İslamın kanlı sınırları;
-
Kültürün kıpkızıl perdesi, demir
perdenin yerini alacak;
-
Hısım-ülke sendromu;
-
Bölünmüş ülkeler saptaması;
-
Konfüçyen-İslami bağlantı: Hainlerin
Karşılıklı Yardım Paktı (Dave McCurdy)
gibi gözlem,
saptama ve adlandırmalar, Huntington’un Amerikan yönetimine, küresel
egemenliğini sonsuza dek sürdürebilmesi amacıyla bizler için ne
biçim bir eylem planı önerdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
İşte Huntington’un Batı’ya önerdiği
reçete:
-
ABD-Avrupa
dayanışmasını ilerletmek;
-
Doğu Avrupa’yı
ve Latin Amerikayı Batı’ya katmak;
-
Rusya ile
Japonya’yı Batı ile işbirliği çizgisinde tutmak;
-
Konfüçyen-İslami devletlerin askeri güçlerini azaltmak (Orta Doğu
ve Güney Doğu Asya’daki ABD askeri varlığını korumak (ve arttırmak,
Irak);
-
Konfüçyen-İslami farklılıkları-ihtilafları kullanmak.
Batı dışında
kalan ötekiler zenginlik, teknoloji, beceriler, makineler ve
silahlar edinmektedirler. Çağdaşlığı geleneksel kültür ve
değerleriyle bağdaştırmaya çalışacaklar, askeri güçlerini
arttıracaklardır. (Önlem alınmazsa) Batı bunlarla uzlaşmak zorunda
kalacaktır.
Biz Huntington’u şöyle okumaktan kendimizi
alamıyoruz:
- Uygarlıklar 7-8, ama Kara Afrika zaten karşı güç olarak anılmaya değmez,
sömürgelerimizdir.
- Batılılaşma ya da uygarlaşma, gerçekte başarı olasılığı bulunmayan bir düştür;
sonuç olarak, en açık prototip örneği Türkiye’de olduğu gibi bölünük ülkeler
ortaya çıkar ki, bunların Yugoslavya, Eski Sovyetler Birliği gibi
kendiliklerinden dağılmaları, yok olmaları kaçınılmazdır (Öteki bölünük ülke
Meksika).
- Meksika’da hem seçkinler, hem kamu Batı’ya katılmayı istemekte, hem de ABD
Meksika’yı kendi uygarlığına kabul etmektedir. Böylece, Meksika’yı ve Latin
Amerika’yı bir karşı güç olmaktan çıkarabiliriz.
- Rusya için bu üç koşul ters olsa da, zenginleşmeyi ve sorunlarını çözmeyi
başaran tek örnek olan Japonya için olduğu gibi, bunlar işbirliği yapmamız ve
çatışmaya girmemeyi planlamamız gereken ülkelerdir. (Bu uygarlıklarda nedense
kıpkızıl kültür perdesi ve kanlı sınırları Huntington yok sayıyor.)
- Konfüçyen-İslami bağlantı (Hainlerin Karşılıklı Yardım Paktı) engellenecek,
sınırları kanlı olarak betimlendiğine göre, anlaşılan, İslam uygarlığı
tepelenecektir. Çevresindeki askeri güçle bir ölçüde denetim altında
tutulabilecek Çin’in geleceğine ilişkin daha ayrıntılı bir ipucu ise şimdilik
verilmemektedir.
- Seçkinler ve kamu Batı Uygarlığına katılmayı isteseler de, Batı onu
istemediğinden, uygarlıklar arasında bölünük kalacak ve dağılacak Türkiye için
bir çıkış yolu, Kemalizm ve laiklikten vazgeçerek, İslam Uygarlığına dönmesidir
ki, bu da onu yeniden İslam’ın önder ülkesi yapar.
(Satır aralarını okursak, böylece biz bunları toptan tepelemiş oluruz).
Bu aşamada, Huntington düşüncesini
bırakıp, Avrupa Birliği’ne katılmak isteyen Türkiye’nin
Atatürkçülükten vazgeçmesi gerektiğini değerlendirme raporuna yazan
Hollandalı Oostlander’i de anımsıyoruz.
Japon Kenichi Ohmae ise “Dünya parçalanmayacak,
tersine küresel bir tüketici pazarında bütünleşecek; insanlar toprak değil Sony
istiyor diyor. ABD kökenli dünya elektronik devi Rand Corporation’un
hazırlattığı Bir Belirsizlik Çağında Türkiye Dış Politikası başlıklı raporda ise,
yeni Avrasya yapılanmasında Türkiye’nin ayrıcalıklı durumu ve gizilgücü nesnel
biçimde vurgulanıyor.
4. Sonuç
Bilişim devrimi, Küreselleşme ve
Uygarlıklar Çatışması kavramlarını birlikte gözden geçirdiğimizde,
Türkiye’nin Atatürkçü çizgide çağdaşlaşma, aydınlanma süreci,
“yurtta barış, dünyada barış” yaklaşımı ve “kanlı sınırları,
kıpkızıl kültür perdeleri”ni yadsıyan insancı, başkalarına saygılı
ulusalcılığımız ile, küreselleşmeye karşı bilim, ussallık ve
teknikbilim (örneğin bilişim, yazılım) bayrağını Türk kimliğimizi
bilerek ona yaslanarak yükseltirken uygarlık bayrağını da
yükselttiğimizi düşünüyoruz.
Atatürk’ün uygarlık tanımından ve toplumbilim
öğrenciliğimizden biliyoruz ki, belli bir çağda, insanlığı temsil eden en ileri
düzeydeki toplumların ekinlerine (=kültürlerine) uygarlık adı verilir. Ekinler
değişemez-durağan varlıklar değillerdir. Başta dil, bilim ve teknikbilim olmak
üzere, bütün toplumsal kurumlar arasındaki etkileşimler sonucunda, uluslar,
ekinler arasındaki alışverişler sonucunda evrilir, gelişirler.
Uygarlık böyle yükselir. İnsanoğlunun geleceği hiçbir soyun tekelinde değildir.
Yalnızca İslam uygarlığından söz etti diye, içine
düştüğü bunalımı savaşsız çözemeyen Amerika’nın çıkarları uğruna insanlığı hiçe
sayan Huntington’u, bazılarımızın yaptığı gibi biz göklere çıkarmaz; dersimizi
alır; güler geçeriz. Laik Cumhuriyetimize, Atatürk çizgisindeki onurlu
varoluşumuza, insancı-barışcı-uygar Türk kimliğimize iyice sarılır, ulusumuz,
anadilimizle övünür, çalışır, güvenir; işimize bakarız.
Kapitalist / laik Batı Avrupa, eski sosyalist Doğu
Avrupa, Müslüman Orta Doğu, müslüman Kuzey Afrika, müslüman İran ve Pakistan ve
eski sosyalist / laik Kafkasya ve Orta Asya gibi 6 (altı) dev blok arasında,
yabancı dille öğretim tuzağından kurtularak, Mustafa Kemal’in izinde barışçı ve
uygar ulusal kimliğine sarılacak bir Türkiye, birikimlerinden doğan gizilgücünü
iyi kullanırsa, üç dev arasında barış köprüsü bir İsviçre gibi, 10 kat daha
büyük ölçekte, bu yeni “Avrasya uygarlığı”nın en güvenilir merkez ülkesi
olabilecektir.
Kanımızca Türkiye, Atatürkçü Aydınlanma Devrimi
doğrultusunda ulusalcı, bağımsız, barışçı kimliğiyle yeni “Avrasya Uygarlığı”nın
merkez ülkelerinden biri olma gizilgücüne kuşkusuz sahiptir.
-
Prof. Dr.
Aydın Köksal
-
Türkiye Bilişim Derneği Onursal Başkanı
Bilişim Toplumu kavramı için
günümüzde kimi yazarlar Bilgi Toplumu deyimini de kullanıyorlar. Ancak bu deyim
yeni toplum biçimini anlatmakta çok genel kalıyor; giderek kavramın yanlış
anlaşılmasına da yol açıyor. Zamanımızdan 9500 yıl önce yaşanan “Tarım Devrimi”
de, 200 yıl önce yaşanan “Endüstri Devrimi” de kuşkusuz bilgi’ye dayalıydılar.
Bu toplum biçimlerine de “bilgi toplumu” diyebiliriz. Bunun için yaşamakta
olduğumuz bu üçüncü devrimle ortaya çıkmaya başlayan toplum biçimi için “Bilişim
Toplumu” adını, bu kavramı ilk kez Japonlardan öğrendiğimiz 70’lerin başından
beri kullanageldik. Bilişim sözcüğü 1971’de kurduğumuz Türkiye Bilişim
Derneği’nin adında da geçer, derneğin Türkiye’de bilişim toplumunun
yaratılmasını ve bir bilişim ekininin gelişmesini amaçlayan yayın organı Bilişim
dergisinin adında da. “Bilgi Toplumu” deyimi, son yıllarda, çok genel ve
herkesin bildiğini sandığı bilgi sözcüğünün sağladığı kolaylığa sığınma gibi bir
nedenle yayıldı sanırım. Tıpkı bilgisayar sözcüğüne karşı çıkan çok değerli bir
öğretim üyesi ağabeyimizin, işin içinden çıkamayıp, 1980’lere girerken, “ben
artık bilgisayar yerine makine sözcüğünü kullanacağım” demesini anımsatıyor
“bilgi toplumu” deyimi.
Bilgi Çağı, Bilgi Çağının
Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Etkileri, Prof. Dr. Hasan Tekeli,
Simavi Yayınları, İstanbul, 1994, s. 106-109.
Hasan Tekeli, a.g.y., s. 183-195.
Değişim, Küreselleşme ve
Devletin Yeni İşlevi, Gencay Şaylan, İmge Kitabevi, Ankara, 1994, s. 113-141;
150-163’ten aktaran: 21. Yüzyılda Türkiye, 2000’li Yıllarda Türkiye’nin
Toplumsal Yapısı, Emre Kongar, Remzi Kitabevi, İstanbul, İkinci Basım, Nisan
1999 (Birinci Basım Mart 1999), s. 684.
Yeni Ortaçağ, Alain Minc,
Çeviren: Mehmet Ali Ağaoğulları, İmge Kitabevi, Ankara, 1995. Yapıtın özgün adı:
Le Nouveau Moyen Age, Editions Gallimard, 1993. Minc, bu önemli yapıtının son
bölümünde Fransa’nın şansını, Avrupa’nın en üniter (birimsel) devleti olarak, bu
ülkenin kendine özgü yurttaşlık felsefesi’ne bağlılığında görüyor.
Kuzey Amerika Özgür Tecim
Bölgesi, NAFTA (İng. North American Free Trade Area).
Land: Almanca ülke anlamına
gelir. Federal Almanya Bayern (Bavyera), Baden-Württemberg, Rheinland-Pfalz,
Hessen, Sachsen, Brandenburg, Schleswig-Holstein vb. gibi, her birinin
parlamentoları ve hükümetleri olan ülkelerden (Land’lardan) oluşur.
Alain Minc, a.g.y., s. 209.
IMF, İng. International
Monetary Fund: Uluslararası Para Fonu.
Yirmi Birinci Yüzyıla
Hazırlanırken, Paul Kennedy, Çeviren: Fikret Üçcan, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara, 1995, s. 169. Yapıtın özgün adı: Preparing for the
Twenty-First Century, 1993; copyright Paul Kennedy 1993.
Paul Kennedy, a.g.y., s.
172-173.
Yabancı Dille Öğretim:
Türkiye’nin Büyük Yanılgısı, Aydın Köksal, Öğretmen Dünyası, Ankara, 2. Baskı,
Eylül 2002 (2000).
“Medeniyetler Çatışması mı?”,
Samuel P. Huntington, Foreign Affairs, yaz 1993, s. 22-49’dan aktaran: Türkiye
Günlüğü, yaz 1993, s. 23, çeviren: Mustafa Çalık; Medeniyetler Çatışması, Samuel
P. Huntington vd., derleyen: Murat Yılmaz, Vadi Yayınları, Ankara,
Genişletilmiş Üçüncü Basım, Ekim 2000 (1997, 1995).
Samuel P. Huntington vd.,
a.g.y., s. 25.
Samuel P. Huntington vd.,
a.g.y., s. 41.
Huntington ile Mülâkat:
Kültürün Kıpkızıl Perdesi Demir Perde’nin Yerini Alacak”, Frankfurter
Rundschau’dan aktaran: Nehir Dergisi, Aralık 1994-Ocak 1995, Samuel P.
Huntington vd., a.g.y., s. 94-101.
Huntington ile Mülâkat:
Müslüman-Konfüçyüs Bağlantısı”, NPQ Türkiye, cilt: 2, sayı: 7, s. 22-26’dan
aktaran: Samuel P. Huntington vd., a.g.y., s. 85-93.
“Samuel P. Huntington’la
Mülâkat: Türkiye İslâm’ın Lideri Olmalı”, Milliyet 9 Eylül 1996’dan aktaran:
Samuel P. Huntington vd., a.g.y., s. 102-106.
Turkish Foreign Policy in an
Age of Uncertainty, F. Stephen Larrabee, Ian O. Lesser, Prepared for the Center
for Middle East Public Policy, National Security Research Division, Rand, 2003 (order@rand.org).
Dil İle Ekin, Aydın Köksal,
TDK, Ankara, 1980.
Yabancı Dille Öğretim:
Türkiye’nin Büyük Yanılgısı, Aydın Köksal, Öğretmen Dünyası, Ankara, 2. Baskı,
Eylül 2002 (Mayıs 2000).
|
|