İnce Bir Sanat

Bir Baştan Bir Başa Anadolu

Home ] Çamkerten ] Bağımsızlık ] Manifesto ] Atatürk ] Resimler ] Başkan ] Aksaray ] İletişim ] İçerik ] Ara ]

 

 

 

 

 

“İnce Bir Sanat…”
   
Dostoyevski, “Karamazov Kardeşler”de romanın kahramanlarından İvan Fiyodoroviç’in ağzından şunları söyler:

“Bazen insanların katı yürekliliğinden bahsederken ‘vahşi bir hayvan gibi’ denilir. Ama bunu söylemekle vahşi hayvanlara karşı büyük bir haksızlık edilmiş olur. Vahşi bir hayvan, hiçbir zaman insan kadar katı yürekli, onun kadar işkencede ince bir sanat göstererek, onun kadar ustaca kötülük edemez. …Hayalinde canlandır bakalım: Daha memede olan bir çocuk, elleri tiril tiril titreyen annesinin kucağında… Etraflarını içeriye giren yabancılar almış. Akıllarına çok eğlenceli bir şey gelmiş. Çocuğu okşuyorlar, onu güldürmek için kahkahalar atıyorlar, sonunda çocuk gülmeye başlıyor. İşte o sırada, adamlardan biri tabancayı çocuğa doğru tutuyor; bebeğin yüzüne dört karış mesafeden nişan alıyor. Çocuk sevinçle kahkahalar atıyor, küçük ellerini tabancayı tutmak için uzatıyor, işte o zaman o büyük sanatçı tetiği çekip tam yüzüne ateş ederek çocuğun başını parçalayıveriyor… Şimdi söyle, bu işte, ince bir sanat yok mu yani?”

Bu “sanatın” en gelişmiş şeklini 20. yüzyılda Naziler sergiledi! Çingenelerden eşcinsellere, komünistlerden Protestan din adamlarına, akıl hastalarından özürlülere kadar milyonlarca insan bir soykırımın kurbanı oldu. Ama esas mağdur, Yahudilerdi!

Sıradan bir katliam değildi uygulanan, incelikli bir yok edişti! 20. yüzyılda ulaşılan “gelişmişlik”, insanın kendi türdeşlerini yok etmesinde ustalıkla kullanıldı. İnsan zekâsı öldürümü pratikleştirmede yaratıcılığın sınırlarını zorladı. Kurşuna dizmekten kamyonlara doldurulan insanların egzos gazı ile topluca zehirlenmesine kadar uzanan bu vahşet, en sonunda gaz odalarını içeren “Ölüm Fabrikaları” ile doruğuna ulaştı. Katledilenleri ortadan kaldırmak için başvurulan pratik yöntem ise fırınlarda yakmaktı! Soykırım mağdurları, aynı zamanda Nazi biliminin (!) kobayları oldular. Yüksek ya da alçak hava basıncının insanlar üzerindeki etkisini ölçmekten tutun da vücuduna petrol şırınga edilen bir insanın verdiği tepkileri gözlemlemeye kadar birçok “deneysel çalışma” (!) da bu vahşetin bilime yaptığı “katkı” idi! Katledilenlerin dişlerinden saçlarına kadar her şeyleri, sergilenen vahşetin bir anlamda ekonomik getirilerinden biriydi! Nazi toplama kamplarında soykırımın başyapıtı yaratıldı!

Türkiye Gerçekleri
Türkiye ve Batı

Ortadoğu Gerçekleri
İran Gerçekleri
Katliam ve BOP
İnce Bir Sanat

Yahudiler, bu başyapıttan derslerini aldılar. Ve 21. yüzyılda bu işin üstadı olarak ortaya çıktılar! Nazilerin, soykırımın ilk aşamalarında kullandıkları toplu kurşuna dizme yöntemi nasıl ki zamanla pratik bir yol olmaktan çıkmışsa, insanlığın genel gelişimi de bugün gaz odaları gibi metotları uygulamayı anlamsız kılıyor artık. Şimdi daha “uygar” ve teknolojik gelişme ürünü olan yöntemler var! İnsansız uçaklar, uzaktan kumandalı füzeler, kimyasal silahlar, nükleer katkılı bombalar, misket bombaları, nokta suikastlar, ekonomik ablukalar, açlık, susuzluk, sefalet ve bütün bunları kullanarak sergilenen vahşetin, televizyonlardan ve internetten dünyaya anında duyurulması… Bugün moda olan, soykırımı Naziler gibi gizli-kapaklı yapmak değildir. Yapılanları, en gelişmiş kitle iletişim araçlarını kullanarak tüm dünyaya gösterip gözdağı vermek, artık bu vahşetin olmazsa olmazıdır. Ne toplama kampları ne “ölüm fabrikaları” var artık! Hedefteki şehirler, hatta ülkeler ölümün vadisi haline getirildi!

Bu çerçeveden bakıldığında, örneğin 20. yüzyılda Cezayir, Vietnam, Halepçe, Ruanda, Bosna ve Srebrenica’da yapılanlara, İsrail Filistin’de yaptıkları ile derinlik katıp, soykırım tarihine adını altın harflerle yazdırdı! 1940’larda Auschwitz, Dachau, Chelmno, Treblinka, Majdanek, Belzec neyse, bugün Sabra, Şatilla, Ramallah, Batı Şeria ve Gazze de odur!

“Sanatsal incelik” bütün bu yaşanan vahşetin neresinde peki? Katliamın neresindedir o “sanat”!

Hukukunda!

Birleşmiş Milletlerin 9 Aralık 1948 tarihli 260 sayılı kararı ile imzaya açılan ve 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”, adından da anlaşıldığı gibi soykırımı önlemeyi ve cezalandırmayı amaçlayan bir başyapıt, bir “hukuk harikası”…

Ve bu Sözleşme, bugün de hâlâ yürürlükte!

Soykırım’ın Önlenmesi ve Cezalandırması Sözleşmesi’ne imza atan taraflar, “ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç” olduğunu ilan etmiyorlar mı?

Diğer bir ifadeyle Sözleşme’ye (madde 2) göre, “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla”, bu “gruba mensup olanların öldürülmesi; grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi; grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler alınması; gruba mensup çocukların zorla bir başka gruba nakledilmesi” soykırım suçunu oluşturmuyor mu?

Yine aynı Sözleşme’de (madde 3) cezalandırılacak eylemler de “soykırımda bulunmak; soykırımda bulunulması için işbirliği yapmak; soykırımda bulunulmasını doğrudan ve aleni surette kışkırtmak; soykırımda bulunmaya teşebbüs etmek; soykırıma iştirak etmek” şeklinde sıralanmıyor mu?

Sadece bu kadar mı?

Soykırımla suçlananların yargılanması, cezalandırılması, suçluların iadesi, Birleşmiş Milletler ile nasıl işbirliği yapılacağı, sözleşmenin nasıl yorumlanıp uygulanacağı, kısacası bütün bunlar “hukuk harikası” Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile kayıt altına alınmış değil midir bugün?

İşte insanlığın 21. yüzyılda televizyonlardan canlı yayınlanan bir soykırım karşısında sergilediği “sanatsal incelik” de tam buradadır! İsrail’in bugün Gazze’de, birkaç yıl önce de Batı Şeria’da yaptıklarına ve on yıllardır Filistin’de sergilediği vahşete seyirci kalan sözde “uygar” dünyanın, vicdan azabını dindirmek için böyle bir Sözleşme ortaya koyması, sonra da o Sözleşme’deki yasaklara ve yaptırımlara rağmen yaşanan bu vahşet karşısında herkesin neredeyse “üç maymun”u oynaması, seyirci kalması…

O zaman biz de Dostoyevski gibi soralım şimdi:

“Söyle, bu işte ince bir sanat yok mu yani!”

Serdar Ant

   
   
 

 

 

 

 

Türkiye, Türkiye Gerçekleri, Avrupa Gerçekleri, ABD Gerçekleri, Kafkasya Gerçekleri, Ortadoğu Gerçekleri

 

 

Home ] Çamkerten ] Bağımsızlık ] Manifesto ] Atatürk ] Resimler ] Başkan ] Aksaray ] İletişim ] İçerik ] Ara ]

 

İbrahim Çamkerten: Aksaray Belediye Başkan Adayı, CHP, Cumhuriyet Halk Partisi; Camkerten Anadolu'nun Kalbi Aksaray'ın Belediye Başkan Adayı;2009’da Yönetimi, Ekonomiyi, Siyaseti, Turizmi, Kültürü, Dış İlişkileri, Diplomasiyi, Bilimi, Teknolojiyi, Türkiye'yi, Dünya'yı, Yabancı Dilleri Bilen; Basiretli, Şehircilik Uzmanı, Yurtsever ve Toplumcu Bir Belediye Başkanınız Olacak!