Türk Solu
Ülkemizdeki
sosyalist sol, bütün partileri ve gruplarıyla son 35 sene içinde halkın
hiçbir kesimine dokunamamış, en küçük bir başarı bile kazanamamış.
Otuz beş
seneyi, darbenin geri çekildiği, en azından büyük kentlerde sıkıyönetimin
kalktığı, sosyalist dergi çevrelerinin oluştuğu, örgütlenmek için girişim
komitelerinin kurulduğu 1986 yılından başlatıyoruz. Bu dönemde, adında
“sosyalist” sözcüğü olan ilk partinin kuruluş tarihi 1 Şubat 1988’dir.
Soğuk Savaş’ın devam ettiği, dolayısıyla “komünizm”in hâlâ tehlike olarak
görüldüğü bu dönemde elbette tam bir serbestlik yoktu. İzinli toplantılarda
1. Şube polislerine salonun arkalarında yer ayrılırdı. Orada sessizce
oturur, çaylarını yudumlayarak not tutarlardı. 2004 yılına kadar faaliyetini
sürdüren Devlet Güvenlik Mahkemeleri sosyalist parti kurmak için girişimde
bulunanları 25 yıl hapis cezası istemiyle yargılıyordu.
Bu dönemde sosyalistler 12 Mart döneminden çıkış sırasında, 1970’lerin
ortasında görüldüğü gibi sendikal mücadelenin yükseleceğini, toplumun en
ilerici kesimlerinin önderliğinde bir demokratik atılımın gerçekleşeceğini
ummuşlardı.
Bugünden geriye doğru bakıldığında sosyalistlerin o dönemde 12 Eylül
terörünün ve 24 Ocak kararlarının yarattığı toplumsal etkilerin derinliğini
ve kalıcılığını algılayamadıklarını anlıyoruz. Amerikancı askerî darbe,
sosyalist hareketleri 1980 öncesinde etkiledikleri ve içinde örgütlenmeye
çalıştıkları fakat kanlı 1 Mayıs 1977’den sonra önemli ölçüde dışına
düştükleri kitlelerden tamamen ayırarak, direnmelerine fırsat vermeden
ezmiş; Turgut Özal’ın dört eğilimi birleştiren “orta direk” partisi, bana
hep Deng Şiao Ping’in “dört modernleşme” teorisini hatırlatan bir
“işbitiricilik” ideolojisini topluma aşılayarak başarılı olmuştu. Türk-İş
dâhil sendikaların özelleştirme atılımına direnişi evreler hâlinde denetim
altına alınıp geri çekilirken sosyalist solun etki alanı iyice daraldı.
Reel sosyalist devletlerin kapitalizme teslim olarak çöküşü, Tien Anmen
Katliamı’ndan (1989) sonra Çin’in Komünist Partisi yönetiminde kapitalizme
geçişi gibi beklenmedik olaylar, 12 Eylül darbesinin Türkiye’de başlattığı
büyük dönüşümün üzerine geldi. Bu süreç tarihsel argümanları, resmî
anlatıları, sosyalizme ilişkin farklı teorik görüşleri, devrim stratejileri,
hatta sanat anlayışı ve kitle kültürüyle birlikte bilinen sosyalizme ilişkin
her şeyi tüketti ve ardında muazzam bir boşluk bırakarak hızla tamamlandı.
Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991 yılında (tam da o yılda!) Nakşibendi
Dergâhı müridi Turgut Özal “Terörle Mücadele Yasası” çıkararak TCK’nın
141-142. maddeleriyle birlikte 163. maddesini de kaldırdı.
141-142. maddelerin önemi kalmamıştı. Fakat 163. maddenin kaldırılması
günümüze kadar gelen muazzam bir etki yarattı. Bu maddenin kaldırılmasıyla
birlikte Devlet’i ve toplumu cemaat ve tarikatların istilasından koruyan
barajın kapakları ardına kadar açılmış oldu. O zamana kadar Devlet
“komünizm” dediği şeyin tanımını çok geniş tutmuş, iki askerî darbe ve
sürekli baskıyla ülkenin bütün entelektüel ve aydınlanmacı damarlarını
kurutmuş, 1980’den itibaren devlet kurumları Türk-İslam sentezine ters
düşebilecek bütün unsurlardan sistematik biçimde temizlenmişti. Türk-İslam
sentezi, açıkça ifade edilmese de, Kemalist Aydınlanma düşüncesinin yerine
geçmişti. Zamanla sentezin “Türk” kısmı düşecek, “İslam” kısmı ise özellikle
2000’li yıllardan başlayarak hegemonik bir nitelik kazanacaktı.
Bu dönemde sosyalist solun bütün örgütleri ve çevreleri zaman zaman ya da
sürekli olarak PKK’nin sivil uzantısı olan partilerin etkisi altında kaldı.
PKK unsurları bu dönemde kurulan bütün sosyalist partilere sızdı. Mesela
1988’de “sosyalist” etiketiyle kurulan partinin MK’sinde yer alan iki
kişiden biri daha sonra PKK’nin Avrupa teşkilatı sorumlusu oldu, diğeri
örgütün medya kuruluşlarını yönetti.
Sosyalist ortodoksinin bir biçimine bağlı kalan, bazıları partileşmiş
gruplar giderek marjinalleşirken, sivil toplumcu görüşlerden etkilenerek
liberalleşen, soyut bir demokrasi talebiyle Avrupa’daki yeşilleri,
Eurokomünizm’den arta kalan fikirleri taklit eden; emperyalizmin yurttaş
hakları olarak değil de etnik ve dinî azınlıkların, cinsellik dâhil farklı
tercihleri olanların hakları olarak yeniden tanımladığı insan hakları
anlayışını eleştirisiz kabul eden partiler kuruldu. O sırada PKK’nin yasal
uzantıları etkili olmak için Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerin
dışında, batıda da örgütlenmek, bir tür demokratik-tik cephe kurmak
gerektiğini anlamışlardı. “Demokrasi” kavramını bir “tik” hâline
getirmişlerdi ve her lafın başına mutlaka bir “demokratik” sözcüğü
yerleştiriyorlardı.
Sosyalist solun TİP’ten ve Dev-Genç’ten beri benimsediği yurtseverlik,
antiemperyalizm, sınıf bilinci gibi kavramlar terk edildi, Cumhuriyetin
kurucu değerlerine bağlılık “Tam bağımsız ve demokratik Türkiye” anlayışıyla
birlikte sosyalist solun saflarını terk etti. Bunun yerini PKK’nin sürekli
değişen ve nihayet “demokratik-tik özerlik” hedefinde Avrupa Yerel
Yönetimler Özerklik Şartı’yla buluşan yaklaşımları aldı. Bu dönemde Karen
Fogg ve Claudia Roth gibi PKK’ye yardımcı emperyal ajanların genelde sol,
medya ve sendikalar üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Bütün siyasî toplumun
kapıldığı, AB’ye üyelik vaatleriyle ateşlenen “demokrasi budalalığı”ndan
sosyalist sol da nasibini aldı.
Bu dönemde Negri ve Hardt’ın “İmparatorluk” kitabındaki dünya tahlili ile
anarko-ekolojist Murray Bookchin’in tarih ve toplum anlayışının PKK’nin
savunduğu ve liberal solun benimsediği “demokratik-tik özerklik” anlayışına,
üniter ulus-devlet karşıtı görüşlere esin kaynağı olduğunu anlıyoruz.
Eskiden solda kullanılan, Fransızca’dan bozma antrizm (entrisme) diye bir
kavram vardı. Türkçe’ye “sızmacılık” diye çevrilebilir. Bir örgüt başka bir
örgüte adamlarını sızdırarak onu etkilemeye, giderek yönlendirmeye çalışır.
İmkânları ve kaynakları yetersiz ama bir şekilde kendisini var etmek
isteyen, gevşek yapılı, kafası karışık örgütlerin, parasal kaynakları ve
imkânları bol, hedefleri belirlenmiş, ne yaptığını gayet iyi bilen
örgütlerin sızmasına, antrizm uygulamasına direnmesi çok zordur.
Sosyalist hareket ve partilerin önemli bir kesimi, şımarık sosyetesi
parlamentoda yer alan, AB partileriyle yakın ilişkileri olan, medya
imkânları neredeyse bütün kıtalara yayılmış sivil PKK partilerinin
cazibesine kapıldı. Bir sosyalist partinin lideri PKK’yle milletvekili
pazarlığına oturdu, bir başka sosyalist partinin genel başkanı partisinden
istifa edip HDP milletvekili oldu, bir diğer partinin genel başkanı HDP’nin
sırtına binip milletvekili olduktan sonra ayrı bir parti kurdu ve sosyalist
solun bir bölümünü toplayarak HDP’nin demokratik-tik seçim ittifakına taşıdı
(ya).
Aynı ahırın
atları-Türkiye Gerçekleri
Sol: Türk
Solu-Türkiye ve Dünya Gerçekleri
Solcu
olmak ve Cumhuriyetçi yurttaş
Sol Nerede
Kaynak
(ya). yavuz alogan.
Türkiye
ve Dünya Gerçekleri
Gerçekler:Türkiye
ve Dünya Gerçekleri
|