Fikri Dekolte:
Erkek Egemen Toplum Baskısı ve Din
Vizyon… Misyon… Konsept…
Erkek egemen toplum… Erkek egemen toplumun baskısı…
İkinci
satır, insana birinci satırdaki sözcükleri hatırlatıyor.
İki
gurup da 80′lerden sonra modalaşmış ve zaman içinde gerek ilk
guruptakiler gibi asıl dilbilimsel, gerekse ikinci gurup gibi
sosyolojik anlamlarını yitirerek siyasileşmiş terim ve deyimler.
Erkek
egemen toplum ve onun baskısı ifadesini genellikle şehirli,
okumuş-yazmış, entelektüel, hatta baya baya aydın, dolayısıyla küçük
burjuva, çalışan, hatta meslek sahibi, modern, en çok iki çocuk
doğurmuş, genellikle tek çocukla yetinmiş, hatta onu bile yer yer
estetik kaygılarla yapmamış, can sıkıntılarını alış verişle gideren,
canları sıkılınca psikologlara koşturabilen, yahut bunlar söz konusu
olmasa bile zaten makam mevki, unvan sahibi ve nihayet laik ve başı
açık kadınlar kullanıyor.
Tarlada
çapa yapan, inek sağan, kaynana, görümce kahrı çeken, evde erişte
kesip sucuk dolduran, evinin bütün işlerini tek başına kendisi gören,
bu arada Allah ne verdiyse üç, beş, sekiz, on çocuk doğuran,
hepsiyle asgari gereklilikler ölçüsünde ilgilenen, bunun kaçınılmaz
gereği olarak bir de koca kahrı çeken, yer yer dayak yiyen, sokakta
bir oğlana baktı diye ayağına taş bağlanıp nehre atılan, dünyanın
öteki ucuna bile gitseler yine bulunup töre cinayetiyle namusların
temizlendiği; amcasının, dayısının, hatta abisinin, babasının
tecavüzüne uğrayıp hamile kalan, sonra da aynı vahşiler tarafından
intihara zorlanan; berdel mağduru, kumalık mağduru, hiç tanımadığı,
sevmediği veya tanısa bile kendisinden kırk yaş büyük erkekle başlık
parası karşılığı evlenmeye zorlanan kadınlar değil!..
Nedir birinci guruptaki
kadınların kastı, erkek egemen toplum ve onun baskısından?
İkinci
guruptaki hemcinslerinin çektikleri mi?
Hayır.
Ben görmedim böylesini. Acizane…
Öyleyse
nedir mesele?
Hem çalışıp hem
de, kocaları arkadaşlarıyla meyhaneye takılıp geç gelebilirken,
akşam koştura koştura eve gidip yemek yapmak sorumluluğunun
kendilerinde olması…
Başka?.. Ya evli değillerse?…
Mesela
gecenin geç saatinde, belli bölgelerde bulunmanın yaratacağı
sıkıntılar, iş hayatında, kapalı veya açık mekanlarda kalabalıklarda
yaşadıkları rahatsız edici durumlar, tacizler, sarkıntılıklar…
Hatta…
Erkeğin çapkınlığıyla kadının çapkınlığına aynı gözle bakılmaması…
İş
hayatında kendilerine güvenilmemesi, erkeklerden daha zor terfi
edebilmeleri… Ve saire…
Şimdi:
1 -
Bunların hepsi doğrudur. Fiili durumdur, hayatın gerçeğidir.
Fotoğraf budur.
2 -
Birinci guruptaki kadınların, ikinci guruptaki kadınlarla, onların
hayat memat meselesi sayılabilecek sorunlarıyla hemen hiç
ilgilenmedikleri, tamamen kendi dünyalarına kapandıkları da bir
gerçektir; birinci madde bu saptamalar için de geçerlidir.
Birinci
guruptan pek çok kadın,
“Kürt”
sorunu gerekçesiyle Hakkari’ye gitmiştir de, sebebi belirlenemeyen
kadın intiharları dolayısıyla Batman’a, Şırnak’a, Urfa’ya
gitmemiştir. Buna, Duygu Asena gibi bu işin bayraktarı sayılanları
bile dahil etmek pek kuvvetle mümkündür. Töre cinayetleriyle, sebebi
bilinmeyen kadın intiharlarıyla, berdelle, vb. kadın sorunlarıyla
ilgilenenler yine örneğin Fikret Otyam vb. gibi erkeklerdir.
Bu yazının konusu açısından en önemli
husus denilebilecek
“türban”
konusu da yüzde 90 nispette yine her iki tarafın erkekleri
tarafından tartışılmıştır, tartışılmaktadır. Erkek egemen
toplum-ideolojinin baskısından şikayet etsin etmesin şehirli başı
açık kadın da, türbanlı kadın da bu tartışmanın yüzde 95 nispetinde
dışındadır. Katılmamaktadır, susmayı tercih etmektedir. Ayrıca,
“erkek egemen toplumun baskısı” ndan
şikayet eden kadınlar açısından, türbana karşı çıkan erkekler de
ayrımsız bu şikayetin muhatabıdır.
Ve
3… Türbana karşı çıkan erkekleri de, töre cinayetlerinden, sebepsiz
görünen kadın intiharlarından vb. söz edenleri de dahil edip erkek
egemen toplumun baskısından şikayet edenler, türban konusundaki
tartışmaya hiç katılmayan, töre cinayetinden, sebebi bilinmeyen
kadın intiharlarından hiç söz etmeyen şehirli, aydın, laik, başı
açık vb. kadınımın ta kendisidir!..
Hatta
bunlara bir 4′üncü madde eklemek bile mümkün: Kendisi birinci guruba
dahil olduğu ve erkek egemen baskıdan şikayet ettiği, buna karşılık
töre cinayeti vb.ne hiç girmediği halde, türbana karşı çıkmak bir
yana, demokratlık, özgürlük, çeşitlilik, farklı olana tahammül falan
filan gibi dangalaklıklar adına türbanı, özgürlük, kişisel tercih,
inanç sorunu. demokrasi sayan
“kadınım”
lar!…
Fikri dekolte
Bu çok seksi bir fikri dekoltedir,
ama aynı zamanda vahim ve hazin bir kaçak güreştir. Teşbihte hata
olmazsa, El Kaide terörü Londra Metrosunu, İspanya trenini vurunca,
Hollandalı sanatçı sokak ortasında fanatik Müslüman gerici
tarafından kıtır kıtır kesilince kıçını yırtan Avrupa’nın, aynı
terör, 11 Eylül’de kendisini vurunca Haçlı seferleri başlatıp bütün
İslam dünyasına kan kusturmaya soyunan Amerika’nın, sıra PKK
terörüne gelince özgürlük mücadelesi, ayrılıkçı gerilla, demokrasi
falan filan demeye başlamasına, yaratıp beslediği, içinde
barındırdığı her türlü üçüncü dünya terör unsuruna
“burada
uslu durun; gidin kendi memleketinizde, başka yerde ne yaparsanız
yapın” diye
sahip çıkmasına, bir yandan Müslüman diye Türkiye’yi Avrupa
Birliğinde istemezken, öte yandan şeriatçılığına filan hiç
aldırmadan, adını ılımlı İslam koyup Recep’in AKAPE’sini
desteklemesine benzer… AKAPE’nin Türkiye’de, Mollaların İran’da,
sülale krallarının Arap şeyhliklerinde kendi halklarına ne yaptığı,
Müslüman kardeşlerin Mısır’da yaptıkları onları hiç ilgilendirmez.
Kendilerine bulaşmasınlar yeter.
Bari son sözü
baştan söyleyelim de, küfredip okumayı bırakacak olanlara fazla
zahmet vermiş olmayalım:
ERKEK EGEMEN İDEOLOJİ, ERKEK EGEMEN TOPLUM… Ve BUNLARIN BASKISI,
özünde tamamen DİN’le şekillenmiştir.
Hele
bugünkü endüstrileşmiş, modalaşmış, ticarileşmiş, çıkarlaşmış
haliyle değil türbanın, hatta örtünmenin bile, Muhammed döneminde
söz konusu olmadığı da, dolayısıyla Kuran’da olmadığı ve olamayacağı
da, okunup, öğrenip bilinince çok açık, kesin.
İslamiyet’in
evlilikten mülkiyete hatta kimi ibadetlere kadar çeşitli kurallarını
hiç tınmayan, eğer maksat erkeği tahrik etmemek üzere saçının telini
bile göstermemek için örtünmekse niye çador, hadi o çok vahim,
çarşaf, hadi o da olmaz, anneleri, babaanneleri gibi başörtü
örtmedikleri pek meçhul… düzeltiyorum çok malum kadınların, niye
ille de çok sosyetik bir yöntemle ve hatta yüzlerini gözlerini de
otuz ton boyaya bulayıp türban denilen hadiseye büründükleri, hatta
türbanın altına yer yer yırtmaçlı etek de giyebildikleri, kıvırtmak
dışında adam gibi cevap verilemeyen muhkem bir sorudur.
Kadının
saçının telinin bile görünmesinin erkeği tahrik edeceği, erkeği her
an, her dakika pipisinden başka şey düşünmeyen varlıklar olarak
görme şeklindeki ağır hakaret bir yana (kaldı ki cinsellik denilen
güdü kadında da var. Eğer saç teli bu kadar mahirse, erkekler
sürekli başı açık geziyor, üstelik sakallı ve bıyıklı olabiliyorlar.
O zaman kadınların da ya sürekli erkeklerin üstüne atlıyor, ya da
duvarları tırmalıyor olması gerekmez miydi?..), ortaya çıkışı
itibariyle bizatihi kadının, kadınların düşündüğü, talep ettiği,
gerek duyduğu bir durum veya bir davranış değildir örtünme,
türbanlılık…
Tamamen
erkek kafasının bir ürünüdür!!!..
Hayır
hemen, sınıfsal tahlilden ödü kopan, sadece modernlik, demokratlık,
centilmenlik hatta sözüm ona solculuk adına kadın yalakası
kadıncılardan birinin sözleri saymayın bunu… Bu hadise tamamen
siyasi ve sınıfsal bir hadisedir.
ÇÜNKÜ
KADINA HAKİM OLDUĞUNUZ ZAMAN BÜTÜN TOPLUMA HAKİM OLURSUNUZ!..
Birinci
gurup kadınların tanımıyla erkek egemen toplum, onun ideolojisi ve
baskısı birden ortaya çıkmamıştır. Kaldı ki hele
“ideoloji”,
yani siyasileşme diyince, cinsel organlar kesilip atılır veya
çimentoyla doldurulur. Üstelik burada kimsenin kimseye baskısı filan
falan da yoktur. Kadınlar bizzat çimentolar, erkekler bizzat keser!…
Yardıma da, zorlamaya da hiç birinin ihtiyacı olmaz!..
Anaerkil
toplumun yıkılması veya dönüşümüyle birlikte kaybetmiştir kadınlar.
Ama
yine sınıfsallıktan bağımsız olarak değil!
Anaerkil
toplumun ataerkil toplumdan daha adil, daha az çıkarcı, daha az
paraya, lükse, çıkara düşkün olacağını, olduğunu kim söyleyebilir?
İşte
o trajik ve tarihi kaybedişten, yenilgiden sonra ve pek de çok
geçmeden, ailenin, devletin ortaya çıkmasına paralel olarak
“ERKEK”
zihniyeti de hızla uyanmış, kendisini, kendi zaaflarını ve tabi ne
yapmak istediğini de çok iyi bildiğinden icabeden tedbirleri derhal
almıştır. Yani KADINA hakim olmuş, ona hükmetmiştir.
Kadın
toplumun yarısı demektir. Kadına hükmedince, kadını sınırlayınca,
kadını korkutunca toplumun yarısını sindirmiş, yarısına hükmetmiş,
zapt-ü rapt altına almış olursunuz o yarıyı. Peşinen…
E çocuklar?..
Hemen hemen buluğ çağına kadar tamamen ananın etkisinde,
hayranlığında, güdümünde ve bağımlılığında olan çocuklar?..
Geleceğin yetişkinleri?..
Ve
nihayet erkekler?.. Kocalar, babalar, kardeşler, abiler ve saire?..
Sistem, erkeği karısına, kadınına emanet eder
Anadolu’da
biraz haylaz, çapkın, düzen tutmaz gençler için niye
“yav şunu
everelim de başını bi”
bağlayalım” denir? Ne demektir bu? Ne kadar hızlı, atak ve saire
olursa olsun, evlenen erkek uslanır demek!…
Hayır!
Öyle çapkınlıktan, hovardalıktan filan söz etmiyoruz. O zaten özel
hayattır; iki kişi, kadınla erkek, karı ile koca arasındadır… Burada
tartışma konusu o değil, ama, çoğu zaman evlilik bu amaca da hizmet
eder…
İse
de… Bu sözlerle asıl kast edilen, toplumsal, giderek siyasi anlamda
erkeğin, evlilik yoluyla zapt-ü rapt altına alınmasıdır.
Aileler
kız çocuklarına genellikle sakin hatta
“süt”
bir liman şeklinde koca ararlar. Gemi hep sakin denizlerde yol
almalıdır, hep turistik yat gibi olmalıdır.
“Love
boat”, aşk gemisi… Hatta limandan hiç
ayrılmasa daha da iyi olur. Hele öyle açık denizler filan… Allah
korusun, fırtınadır, tayfundur.. Hele zamanede
“tsunamiler”
de revaçta…
Koca dediğin “sabah işine akşam evine…”
olmalıdır. Kadın dediğin de yani onların kızları da zaten evinin
işiyle, çocuklarıyla şarkılar söyleyerek uğraşıp akşam kocasının
gelmesini bekleyecektir aşkla… Değil mi?
Kadına
hep kocasına mûti olması telkin edilir. Kadın da bunu evvelallah pek
ala becerir… Kaprisle yapar, cilveyle yapar, cinselliğiyle yapar…
Yapar da yapar. Erkek de ya doğasındaki vazgeçilmezi olan cinselliği
en kolay evde bulduğu için, yahut aman başım ağrımasın, ne biliyorsa
onu yapsın, ne istiyorsa onu yapayım diye munisleşir.
Ohhh!… Kebap…
İşte, Haluk
Bilginer’in çoook güzel ifade ettiği gibi, devlet, yani egemenler,
yani sistem aileyi sever, bu nedenle sever…
Tevfik Fikret işte bu anlamda
“Kahrolası
hanede evlad-ü ayal var”
diye haykırır!..
Sevgili Uğur Mumcu da bunu sohbetlerinde, yazılarında çok güzel
ifade eder, fırtınalaşacak, hele tsunamileşecek erkek-kocaya karşı
en başta kendi ailesinin kadınları, annesi, kız kardeşleri falan
filan, muhkem bir majino hattı oluşturur ve
“- Kendini
düşünmüyorsan pırlanta gibi çocuklarını düşün, gül gibi karını
düşün… diye zırlamaya başlarlar”
derdi…
Mealen…
Hele günümüzün
şehirli, küçük burjuva, iyi kötü okumuş, çalışan kadını bu işin
piridir. Geldiği gittiği saati kontroller… Sürekli aramalar… Daima
tetikte beklenen ritüeller… Erkek sanki sürekli sınavdadır. Bakalım
doğum günümü hatırlayacak mı… Veya unutacak mı… Bakalım evlenme
yıldönümünü… Bakalım sevgililer gününü… Bakalım yılbaşını… Bakalım…
Bakalım… Bakalım…
Kadın bunu tamamen
kendi iç güdüleri itibariyle, farkında olarak veya olmayarak erkeğin
hovardalıklarına karşı bir tedbir diye uygular; ama sonuç değişmez…
Erkek evinden karısından, çocuğundan çoluğundan başka şeyle
ilgilenmez hale gelir…
İşte ailenin ve onun başat unsuru kadının, erkek karşısında devlet
açısından, sistem açısından kerameti de budur!
Yani erkek,
toplumsal anlamda da ehlileştirilmektedir evlilik, kadın ve çocuklar
sayesinde… Grev diyince düşünecektir, toplu gösteri diyince
düşünecektir… Hele hele tek başına birilerine, bir yerlere posta
atmaya asla kalkışmayacaktır… Hanede evlad-ü ayal vardır. Kendisini
düşünmese de pırlanta gibi çocuklarını, gül gibi karısını
düşünecektir.
Kadının, çapkınlıklarını kontrol amacı ile, sistemin, egemenlerin
aykırılıkları, asilikleri dizginlemek amacı aynı noktada birleşir.
Sistem, erkeği karısına, kadınına emanet eder. Etmiştir.
Bunun bir tek
istisnası vardır: Askerlik…
Görev… Ölsen de
sakıncası yoktur. Sistemin amaçları doğrultusunda, uygun gördüğü,
onayladığı şekilde öldüğün için, az veya çok maaş bile bağlanabilir
kalanlara. Öyle şartlandırıldığı için kadının da zaten itirazı
yoktur. Olamaz.
Ancak, elinizdeki malzeme nihayet insan. Bir noktadan sonra ipin ucu
kaçabilir; her zaman kontrol edemeyebilirsiniz. İnsanın doğasında
var bıçağın kemiğe dayanması esprisi. Bir an gelip zıvanadan
çıkabilir. Kadın mutiliğe, erkek munisliğe
“yetti gayrı”
diyebilir. Deveyi daha sağlam bir kazığa bağlamak lazım. Ne olabilir
bu kazık?
Din!…
İpsiz kendirsiz
bağlayabilirsiniz insanı. Tabi özellikle kadını… Genetik veya
milyonlarca yılda sonradan öğretilen
“yuvayı yapan dişi kuş”
luk niteliği zaten var.
Buna bir
de öte dünya korkusu, yanma yakılma korkusu ekleyin.
Cehennemde yanmak
istemiyorsan kocana muti olacaksın biiiiir…. Onun tarlası olacaksın
ikiiiiii… Döver söverse, hatta üstüne ikinci, üçüncü, dördüncü
karıları da getirse sesini çıkarmayacaksın,
“ne yapalım!… Döver de sever de…”
diyeceksin üüüüç... Yanında kocan veya nikah düşmeyen erkek akraban
olmadan dışarı çıkmayacaksın, pencereden bile bakmayacaksın (Osmanlı
evinin penceresi onun için ahşap kafeslidir!..) Onlarla çıksan bile,
hele tek çıktığında zinhar hiçbir yerin dışarıdan görünmeyecek
döööööört… Kocan
“boş ol” dedi mi,
bohçanı ve çocukları toplayıp babanın evine döneceksin beeeeeş…
Babandan kalan
mirastan erkek kardeşinin yarısı kadarına razı olacaksın altıııııı…
Mahkemede şahitliğin geçerli olmayacak yediiii… Kocan çapkınlık
yaparsa
“el kiri”
olacak, seninki ise zina sayılacak ve toprağa gömülüp taşlanarak
öldürüleceksin sekiiiiiz…
Bütün
bunlar kadını sinikleştirir, kişiliksizleştirir. Korkak ve statükocu
yapar. Yerine de o kendisi muti, kocasını munis yapmanın hünerlerini
edinmiş kadın kalır.
Ama daha kötüsü, kadın üzerinden bütün toplumu sinikleştirir,
kişiliksizleştirir, korkak ve statükocu yapar. Zaten burada kast
edilen, kadının sadece kocasına değil sisteme de mutileşmesi, buna
paralel olarak kocasını sadece kendisine karşı değil sisteme karşı
da munisleştirmesi, uysallaştırmasıdır.
Kadın zaten ilginç bir
yaratıktır. Bir yandan yanındaki erkek güçlü olsun,
“masaya vurdu mu yumruğunu!..”
olsun ister; öte yandan da bu yumruk ve masa kendisine karşı olmasın
ister en başta; ama dışarıya karşı olunca da
“kendini düşünmüyorsan beni, çocuklarını düşün”
edebiyatı başlar. Bu çelişkiler yumağını çözeceğim derken, hangisine
uyacağım derken zaten erkeğin kafası da yeterince ambele olmuştur,
pes eder ve uyar.
Hele bir de erkek iyi para kazanıyorsaaaa!.. Bütün mafya
babalarının, diktatörlerin vb., yanında mutlaka kadınları, karıları
vardır. Ve hiç biri sormaz
“yahu adam sen nereden kazanıyorsun,
nasıl kazanıyorsun bu kadar parayı, helal mi, meşru mu?!..”
diye.
Bir zamanların ünlü
İSKİ Skandalini, İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel ve değerli aşi
Nurdan Hanımefendiyi hatılayın. Ergun Bey 20 sene öncenin parasıyla
8 milyar rüşvet almış, Nurdan hanımın ihbarı üzerine de tutuklanıp,
yargılanıp yıllarca hapis yatıştı. Sonradan anlaşıldı ki, Nurdan
Hanım, gerçekten
“haram para”
korkusuyla değil, rüşvet parsını 25 yaşındaki bir
“çıtır”la yemeye kalkışınca şikayet etmişti kocasını… Kendisiyle
yeseydi, muhtemelen şikayet filan da etmeyecekti.
“Tevekkül”
nedir?!.. Sadece kaza ve kaderin Allah’tan geldiğine inanıp, Allah’a
isyan etmemenin adı mıdır?
Hadi
canım!…
Tevekkül
esas olarak bal gibi dünya işlerinde başına insanlar, yönetenler,
hakimler, egemenler yüzünden gelene itiraz etmemenin adıdır!
Ayet var.
“Ben ilmi isteyene, zenginliği istediğime veririm!…”
Yani
ilim, bilim, bilgi istersen, ulema, allame, bilgin olmak istersen,
Allah bir dediğini iki etmiyor kullarının, kim isterse ona veriyor.
Yani yine senin istemen gerek, ama yeter. İste kafi… Amma parayı,
sadece Allah’ın uygun gördükleri kazanıyor…
Senin istemen
yetmez. (Yani aslında her şeyi öncelikle Allah kendisi isterse
veriyor. Ama şartı var. Bazı şeyleri istemeyene kendiliğinden
vermiyor, ama isteyene de hemen veriyor. Bazı şeyleri istesen bile,
eğer uygun görmüşse veriyor. Görmemişse vermiyor. Sanki Allah değil
de köyün ağası tarif ediliyor!..)
Ne demek bu?
Serveti sorgulama,
sen bunu nasıl kazandın, vergisini (veya zekatını) verdin mi, meşru
mu, helal mi demeye kalkma, günaha girersin. Çünkü Allah öyle uygun
görmüştür, demek bal gibi!
Allah’a gidip sen böyle bir laf ettin mi diye soracak halimiz yok
ya! Uydur uydur ebe gömeci!..
Ama sonuç çok
önemli. Serveti, kazancı, zenginliği sorgulayamayınca sistemi
sorgulayamıyorsun. Adam Allah’ı almış arkasına!… Ohh!… Sendika, grev
bile günah sayılabilir artık!..
Batı Doğu’yu ve Afrika'yı, zalim
mazlumu, emperyalizm sömürgeyi
“din”
le vurmuştur
Türkiye’de 1960 anayasasından itibaren
gelişen sol akımlara, sosyalizme, komünizme ilk tepkiler kimlerden
gelmiştir? Sanırsınız ki ülkücülerden, MHP’lilerden!.. Hayır!
Bugünkü İslam tüccarlarının ana rahmi sayılabilecek Komünizmle
Mücadele Derneklerinden gelmiştir. O derneklerde ülkücüler de vardı.
Ama onların önemli bir kısmı, tıpkı MHP Ankara il Başkanı gibi,
“geçmişin Marksistlerine haksızlık etmişiz. Ekonomik bağımsızlık
olmadan siyasi bağımsızlık olmaz diyorlardı. Haklılarmış”
demekte tereddüt etmiyorlar artık!..
Amerika’nın, yıkılmadan önce Sovyetler
Birliği’nin çevresinde oluşturduğu çemberin adı olan
“Yeşil
Kuşak” neydi?
Komünizme karşı
“MÜSLÜMAN” bir
kuşatma!… Niye?…
Çünkü çarpıtılmış Kuran’da Amerika’nın, emperyalizmin ve
kapitalizmin işine gelen o kadar çok hüküm var ki!…
“Feto”
boşuna mı Amerika’da, emperyalizmin ve kapitalizmin kucağında!?..
ABD komutasındaki
Batı emperyalizmi, solcu ve laik Arafat’ı ve Filistin Kurtuluş
örgütünü tasfiye edince ne oldu, yerine ne geldi, neyi getirdi?
HAMAS ve Hizbullah!…
Afganistan’da Atatürk ve Cumhuriyet’ten itibaren laik bir şekilde
gelişerek Babrak Karmal’llara kadar uzanan yapı Amerika tarafından
yıkılıp yerine ne kondu: Taliban!..
Amerika, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’i terör örgütü sayıyor mu?
Cezayir’deki kör bıçakla kafa kesen FIS’ı terör örgütü sayıyor mu?
İran’da on
yıllarca pehlevi şahlarını koruyup kollamışken, Şah Rıza’yı kim
devirip, yerine Humeyni’yi getirdi?..
Pakistan
nasıl İslam Cumhuriyeti haline geldi? Benazir niye öldürüldü, kim
öldürdü?
Türkiye’de 12 Eylül çetesinin başı niye ilk iş olarak, Atatürk’e ve
Cumhuriyete ihanet pahasına ve sözüm ona komünizme dur diyebilmek
uğruna ilk iş olarak
“Türk-İslam sentezi”
ne sarılıp, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri başkanlığının
Avrupa’ya gönderdiği resmi devlet memuru imamların maaşının Suudi
ticaret-siyaset-tarikat örgütü RABITA tarafından ödenmesini
onayladı? Türkiye devletinin 100 imama maaş ödeyecek parası mı
yoktu?
Evet! Özetle, Batı Doğu’yu, zalim
mazlumu, emeperyalizm sömürgeyi
“din”
le vurmuştur. Hem de Doğu’nun, mazlumun, sömürgenin kendi diniyle!..
Batı ve
Hıristiyanlık
Batı da kendi diniyle, yani
Hıristiyanlıkla vurmayı, yani dini, yani Hıristiyanlığı kendi maddi
çıkarları, emperyalist amaçları uğruna kullanmayı da hiç ihmal
etmemiştir. Bugün, geçen yüzyıldaki bütün tüketilmiş, hatta yok
edilmişliğine rağmen Afrika’nın en gelişmiş, en demokrat, en medeni
ülkesi sayıldığı halde Ruanda misali kabileler arası bir iç savaşın
eşiğinde hatta belki içinde olan Kenya’nın kurucu önderi Jomo
Kenyatta’dır
“Misyonerler geldiğinde onların elinde İncil bizim
elimizde verimli topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi yumup dua
etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onların elinde bizim
verimli topraklar, bizim elimizde onların İncil’i vardı…”
diyen!!!…
Zenginlik ille de tek ülkenin içinde
birey birey sorgulanmaz ki!.. Sen bu serveti nasıl kazandın, helal
mi, meşru mu, alın teri mi, vergisini ödedin mi yerine,
“alçak
Bati (Amerika ve AB)! Senin servetin bütün dünyayı sömürmekten kaynaklanmıyor
mu?!.. Benim paramı yine bana borç diye verip, faiziyle beni
sömürmüyor musun”
demek de mümkün!..
E ama bu solculuk,
komünistliiik?!…
Amerika’nın
imdadına bu noktada Kuran yetişir:
“- Ben
serveti istediğime veririm!..”
İşte Amerika da minberdeki vaiz gibi,
“Bak senin Kuran’ın ne diyor. Bırak komünistliği!..”
girizgahıyla bu sözleri tekrarlar. Çünkü bugünkü Kuran’a göre
Allah’ın sözleridir bunlar. E Allah hepimizin Allah’ı ise, onun
kullarından biri olmak sıfatıyla Bush da bunu Müslüman’a karşı
kullanır!
Yeşil Kuşak da
buydu, BOP-GOP ve saire de budur, turuncu, portakal, eflatun devrim
de budur!…
Kadın meselesi,
türban meselesi de böyle!.. Üstelik daha köklü, daha derinlikli bir
tedbir. Testi kırılmadan tokat vurmak misali…
Yukarıdaki yedi
kuralı yetmiş yediye çıkarmak da mümkün ve hepsi de dinin kuralları…
Siz bakmayın sadece türban, namaz, oruç ve hac gibi görünür
kurallara uyup diğerlerinin işlerine gelmemesine…
Orta Asya Türk toplumu ve Din
Kim koymuş bu kuralları? Elbette
erkekler koymuş, amma yine de din kuralları!. Ben böyle istiyorum
dememiş, Allah böyle istiyor demiş kurtulmuş ERKEK!.. Yoksa Allah
erkek değil ya!..
Suret-i katiyyede
“gelenek”
değil… Orta Asya steplerindeki Şaman Türk’ün dünyasında kadının yeri
erkeğin tam omuz başı… Orta Asya Türk toplumu zaten kamusal bir
topluluk. Hakan bile öyle astığı astık, kestiği kestik bir diktatör
değil ki kadın eve, çadora, çarşafa, türbana, kocaya, babaya
hapsedilsin!.. Elbette ev yükü, sorumluluğu belki yine onların. Ama
asla itilip kakılmamışlar, ikinci sınıf yaratık olarak
görülmemişler.. Hükümdar eşi
“Hatun”,
kocası Kaanla birlikte devlet işlerine de müdahilken sıradan kadının
evde kocasına denk olmaması mümkün mü!..
Kadının ikinci
sınıf yaratık olarak görülmesi benim geleneğimde yok. İslamiyet’le
başlamış, İslamiyet’le girmiş.
Yani burada erkek egemen toplumun
erkek egemen ideolojisinin baskısı değil sorun.
Bizatihi, hangisi olursa olsun dinin baskısıdır söz konusu olan.
Engizisyon mahkemelerinin, Cizvit papazlarının çıktıkları
“cadı
avları” nda
yakalayıp yaktıkları kimlerdi? Siz hiç
“erkeğe”
cadı dendiğini duydunuz mu? Bu mahkemeler bizatihi kilisenin,
Papalığın mahkemeleri, yani dini mahkemeler değil miydi!?!.. Daha
dün, 2000′li yıllarda Sudan’da zina yapıp hamile kalan kadının
öldürülmesine hükmeden mahkeme
“şeriat mahkemesi”
değil miydi? Afrika’nın kimi kabilelerinde kız çocuklarını,
“sırf” günah
olduğu manyaklığından hareketle ve
“sırf”
cinsel zevk almasın diye kızların çocuk yaşta sünnet edilmesi(!),
yani klitorislerinin kesilmesi de bir din kuralı değil mi?
Ve bütün bu
kurallar erkeklerin ürettiği kurallar değil mi?.
Ama aynı erkekler niye
“MEDENİ”
kanunlarına bu tür kurallar koymuyor, koyamıyor? Çünkü bu tür
ilkellikler ancak din maskesi altında mümkün ve hatta çok kolay
gerçekleşebiliyor da ondan!..
Klitorisleri kesilmese, töre
cinayetlerinin potansiyel mağduru olamasalar, zina gerekçesiyle recm
edilerek öldürülmeseler, hatta amcası tarafından tecavüze uğramanın
ötesinde, bir de hamile kaldı diye intihara zorlanmasalar, berdel
mahkumu ve mağduru olmasalar, inek sağıp, dokuz çocuk doğurmasalar,
erişte kesip sucuk doldurmasalar bile, doldurmadıkları halde, erkek
egemen ideolojinin baskısından yakınan
“kadınlarım”
ın, bütün bu vahşetin muhatabı olan hemcinsleriyle ilgilenmemeleri
bir yana…
Bir de tutup, erkek egemen toplum ve
onun ideolojik baskısının en belirgin, bayrak misali tezahürü olan
“türban”
konusunda, özgür kişisel tercihtir, tamamen şahsidir, demokrat olmak
lazım, farklı renklere tahammül etmek lazım edebiyatına,
zevzekliğine, aldatmacasına girişmesi…
Farklı düşünenleri
aptal yerine koymak bir yana (ki bu da nevzuhur demokrasi
anlayışının alçaklıklarından biridir!..), tam bir kalleşliktir,
belden aşağı vurmadır, fikri kalleşliktir. Ama herhalde, hatta
kesinlikle demokratlık vb., değildir.
Erkek egemen toplumun baskısından
şikayet ediyorsan, bunun dinle bağlantısını midene oturtup türban
goygoyculğu yapmayacaksın; türban goygoyculuğu yapacaksan (hatta
türban tartışmasında susacaksan) erkek egemen toplumun baskısı diye
mızıldanmayacaksın!.. Bu hadise
“efendim
her şey ya beyaz ya siyah değildir: Bir de gri vardır”
zevzekliğiyle açıklanamaz.
Burada
gri artık yavşaklıktır!..
Ya
da… Tıpkı Humeyni gericiliğinin başlangıcında saçı göründü diye
vincin ucuna asılarak öldürülen kadınlar gibi sallanmaya hazır
olacaksın!..
Yazık
değil mi!
Bir
kere de kedi olup fare tut yahu! Kocaya dayılanıp durmak değil
marifet… Bir de sistemin ta kendisine dayılan!
Mamafih…
Buğra
Atsız pek güzel ifade etmiş:
“Milliyetçiliğin içi boşalmıştı. Ama tek tesellim, Müslümanlığın da
içini hızla boşaltıyorlar. Belki bu sayede Türklüğün kıymeti
anlaşılır”
diyor.
Keşke…
Hele Müslümancılığın pabucu da dama atılırsa, Türklüğün, kadınlığın,
erkekliğin, adamlığın, insanlığın tek başına kıymeti, kıymetleri de
çok daha iyi anlaşılacaktır. Kuvvetle inanıyorum!..
Ali Tartanoğlu
|