| 
			İç Anadolu yaylasında 980m. yükseklikte uzanan verimli Aksaray ovası Uluırmak/Melendiz(Aksu)nun suladığı volkanik yapılı bir arazide uzanır. Ova Melendiz, Büyük ve Küçük volkanik Hasandağı dizileri tarafından çevrilmiştir. Hasandağı’nın zaman, zaman püskürtmeleri sonucu bazalt, andezit ve özellikle tüf gibi kayalar yörenin doğal görünümüne büyüleyici bir nitelik kazandırdığı gibi, eski kültürlerin yaşamlarında da önemli bir yapı taşı rolünü oynamışlardır. Bütün bölgeyi kaplayan arazide oluşan peri bacaları, kayalar içindeki mağaralar, iskan kovukları Melendiz’in Kozdağı kanyonlarında kayalara oyulmuş kiliseler bunun birer kanıtını oluşturmaktadır. Aksaray yöresinde büyük olasılıkla insanlar paleolitik Çağdan(Yontmataş/Eski Taş Çağından) yaklaşık yüzbinyıl öncesinden itibaren yaşamışlardır. Buna ait bazı belirtileri Güzelyurt çevresinden toplanan “Mousterien” ve”Aurignacien” karakterde yontma taştan obsidien aletler oluşturmaktadır. Buzul çağının sert iklim koşullarında yaşamak zorunda kalan bu insanlara, bölgenin doğal kaya kovuklarını elverişli birer barınak teşkil etmiş olmalıdır. Buzul Çağının sonlarında Aksaray çevresinin önemli bir kısmı büyük bir pulivial (yağmur) gölle kaplanmış olduğu bilinmektedir. On iki bin yıl önceleri başlayan iklim değişiklikleri İç Anadolu yağmur göllerinin kurumasına yol açmıştır. Aksaray ovasının oluşması da bu dönemde başlamıştır  Halosen başlarında, yaklaşık günümüzden önce 10 000
(M.Ö. VIII. Bin) yıllarında insan topluluklarının ilk kez bir yere sürekli olarak yerleşip, ilk köyleri kurdukları, ilk kez tarıma başladıkları, ilk olarak hayvanları evcilleştirmeyi başardıkları, insanlık tarihinde son derece önemli bir dönemdir. Neolitik Çağ kültürleri başlıca iki ana evreye ayrılmaktadır. Bunlar “Akeramik Neolitik (Çanak Çömleksiz Neolitik) ve “Keramikli Neolitik” (Çanak Çömlekli Neolitik) kültürler biçiminde tanımlanmaktadır. Aksaray İlinde Neolitik Çağ kültürlerine ait yerleşim yerlerini saptamak için en geniş kapsamlı araştırmalar 1964-65 yıllarında Ian Todd tarafından yapılmıştır. Daha sonra İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Japonya Orta Doğu Kültür merkezi ekiplerince bu bölgede arkeolojik yüzey araştırmaları yapılmış ve gerek Çanak Çömleksiz Neolitik’e, gerekse Çanak Çömlekli Neolitik’e ait çok sayıda höyük ve düz yerleşme yeri bulunmuştur. MÖ. 7000-6000 yıllarında Neolitik devirde Anadolu medeniyetinin önemli merkezlerinden birisi olan Konya yakınlarındaki Çatal höyükte yapılan kazılarda Hasandağı’na dolayısıyla Aksaray’a ait vesikalara rastlanmaktadır. Burada Hasandağı’nın lav püskürttüğünü tasvir eden bir duvara boyanmış duvar resmi bulunmuştur. Aksaray İlinde Çanak Çömleksiz Neolitik Kültürleri temsil edebilecek yerler; Acıyer, Aşıklı Höyük, Çakılbaşı, Nenezi Musular, Yellibelen Mevkii, Sırçan Tepe, İninönü olarak gösterilebilir. Ayrıca aynı evreye ait çok sayıda obsidyen atölyesi (işliği) bulunmaktadır. Bu atölyelerde alet/silah yapımında kullanılan obsidyen kaynağından çıkarıldıktan sonra, çoğu kez yarı işlenmiş ürün haline getirilmiştir. Bu yarı işlenmiş obsidyenlerin, daha sonra değiş-tokuşa dayalı bir ticaret kapsamında yalnızca çevredeki yerleşmelere değil, aynı zamanda çok uzak mesafelere, Ürdün’deki Eriha yerleşmesine kadar gönderilmiş olduğu bilinmektedir. İlimizde Çanak Çömleksiz Neolitik kültürün temsilcisi 1989 yılından bu yana kazılan Aşıklı Höyük’tür.1996 yılında kazılmaya başlanan Musular yerleşmesi Aşıklı Çanak Çömleksiz Neolitik Kültürünün son dönemini yansıtmaktadır.
Aksaray da Ihlara Vadi yerleşiminin bir uzantısı olan Aşıklı Höyükte yapılan arkeolojik çalışmalar Kapadokya Bölgesinin kerpiçten yapılmış ilk mahallelerini ortaya çıkarmıştır. Yerleşik yaşamın en güzel ve en karmaşık mimari örnekleri olan bu evlerin duvar ve tabanlarında sarı, pembe kil duvar sıvaları kullanılmıştır. Ölülerini evlerinin tabanlarına hocker tarzında, yani dizleri karınlarına çekik olarak gömmüşlerdir. Aşıklı Höyükte araştırma yapan Prof.
U. Esin'e göre yerleşim yerindeki mahallelerin sıklığı, yapıların çokluğu Akeramik Neolitik evre için sanıldığından daha yoğun bir nüfusun varlığını göstermektedir. Höyükte ele geçen yüzbine yakın obsidiyenden yapılmış çeşitli aletlerin Anadolu da benzerleri yoktur. Taştan çok iyi bir şekilde işlenmiş yassı baltalar, kemikten bızlar, keskiler, bakır, akik ve çeşitli taşlardan yapılmış süs eşyalarının yanı sıra az pişmiş kilden figürünler de ele geçmiştir. Aşıklı Höyük araştırmacıları, bu höyükte ele geçen bir iskelete dayanarak dünyada bilinen en eski beyin ameliyatının (trepanasyon) 20-25 yaşlarındaki bir kadına uygulandığını
belirtmektedirler. i Akeramik ve Neolitik çağı takip eden tarih öncesi kültür dönemlerinden ilki Kalkolitik Çağdır. Kalkolitik Çağ, özellikle bakır madeninin,alet,silah,araç gereç yapımında gitgide çoğalan oranda kullanılması ile tanımlanabilir.yaklaşık 5900-3200 yılları arasına kapsayan bu dönemde ayrıca sabanın kullanılmasıyla tarımsal ürünlerde eskiye oranla üretim artmış,evcil hayvan sayısı çoğalmıştır.Artan nüfusla birlikte yerleşmelerin sayısı da artmıştır.Köyler gitgide büyüyerek kasabalara dönüşmüş, çanak çömlek yapımı ileri bir safhaya ulaşmış estetik ve sanatsal yönden oldukça ileri bir düzeye çıkmıştır. Aksaray da yapılan kazı ve yüzey araştırmaları ile Kalkolitik çağda yaşamın kesintisiz olarak devam ettiği saptanmıştır. Apsarı/Çatalsu köyündeki Güvercin Kayası höyüğünde,(M.Ö 5200-4800) İstanbul Üniversitesi ve Aksaray Müzesi ile birlikte yapılan kazılarda bu dönem özelliklerini yansıtan mimari ve küçük buluntular Aksaray da ki Kalkolitik yaşam hakkında önemli sayılacak bilgilere ulaşmamızı sağlamıştır. Kendine has çanak çömleği ile Güzelyurt/Gelveri Yüksek Kilise kalkolitik dönemde bölgemiz ve diğer bölgelere etkisi bakımından çok önemli bir yerleşme olarak bilim aleminde ki yerini almıştır. Bu iki yerleşme dışında yörede yapılan yüzey araştırmalarında çok sayıda höyükte kalkolitik Çağ karakteristiğini yansıtan buluntulara rastlanılmıştır.
			i M.Ö.IV. binin sonu ve III. binin başlarında Anadolu'da bakır ve kalay karıştırılarak tuncun elde edilmesi, bunun silah yapımında kullanılmasıyla Anadolu insanı "Tunç Çağı"na girmiştir. İnsanoğlu çok önemli bu alaşımla silah, kap-kacak ve süs eşyaları üretmeyi başarmış; bakır, altın, gümüş gibi asıl ve asıl olmayan madenleri de dövme tekniği ile işleyerek, dinsel amaçlı veya günlük ihtiyaçlarına cevap veren objeler üretmiştir. Aksaray İli Yeşilova Kasabası bulunan ve 1962 yılından bu yana arkeolojik kazıları yapılan Acemhöyük Ören yerinden çıkarılan Eski Tunç Çağı buluntuları bu gün Niğde Müzesinde sergilenmektedir. Bugüne kadar yapılan kazılarda Acemhöyük’ün M.Ö III.bin yani Eski Tunç Çağı yerleşimlerinde konutların dikdörtgen ya da yamuk planlı kerpiç yapılardan oluştuğunu göstermiştir. Bu dönemde ölüler bir yandan yerleşim yeri dışındaki mezarlıklara toprak ve küp mezarlara gömülmüştür. Ölülerin yanına yüzük, bilezik, küpe, kolye gibi süs eşyaları ve bazı kaplar hediye olarak bırakılmıştır. Bunların yanında taş, kemik ve çeşitli metallerden yapılmış takılar, silahlar ve günlük işlerde kullanılan eşyalar ele geçirilmiştir. Bilim adamlarınca yapılan yüzey araştırmalarında İlimizde bulunan höyüklerden toplanan çok sayıda Eski Tunç Çağı malzemesi ile vatandaşlarca bulunarak Aksaray Müzesine getirilen
Eski Tunç Çağına ait buluntularda Aksaray da bu dönemin yoğun ve kesintisiz olarak yaşandığını göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
			i M.Ö.2000-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya’da yaşayan Assurlu tacirler Anadolu’da ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlardır. Zengin altın, gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberinde getirdikleri kalay, çeşitli kumaşlar ve kokular bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiçbir zaman politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar. Assurlu tacirler sayesinde Anadolu’da ilk defa yazı görülür. ‘Kapadokya Tabletleri’ olarak adlandırılan Eski Assurca yazılmış çivi yazılı metinlerden, tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol verdikleri, borçlu olan halktan %30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinden %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu tabletlerde Assurlu tacirlerin Anadolulu kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde Anadolulu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülmektedir. Assurlu tacirler yazıdan başka silindir mühürler, madencilik, tapınak ve tanrı fikirlerini de Anadolu’ya getirmişlerdir. Böylece Anadolu’nun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek kendine has yeni bir sanat anlayışını ortaya koymuştur. Bu sanat daha da gelişerek Hitit sanatının temelini oluşturmuştur. Bu ticaretin merkezi ve yazılı belgelerin en fazla bulunduğu yer Kayseri’deki Kültepe, Kaniş-Karum’dur (Karum: Ticaretin yapıldığı Pazar yeri). Belgelerde adı geçen ve Karumlardan birisi de Puruşhanda olarak bilinen Yeşilova Kasabasındaki Acemhöyüktür. Acemhöyük'te (Puruşhanda) Prof. Dr. Nimet Özgüç başkanlığında bir heyet tarafından yapılan arkeolojik kazılarda, buranın Anadolu'nun M.Ö. II. bin başlarında Asurlu tüccarlar tarafından kurulan en önemli Karum'lardan (pazar yeri) birisi olduğu anlaşılmıştır. Kazılarda ortaya çıkarılan iki adet yanmış saraydan elde edilen önemli arkeolojik buluntuların büyük bir bölümü Aksaray, Ankara ve Niğde müzelerindedir. Kazılarda ele geçen mühür baskılarındaki (Bulla) yazılar Aksaray ilindeki yazılı tarih veren ilk belgelerdir.
Acemhöyük yerleşmesinde ortaya çıkarılan anıtsal saray yapıları bu döneme ait korunmuş en önemli yapıtlardandır.
			i 
			(M.Ö.1750-1200) M.Ö.II.binin başlarında Avrupa’dan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya Bölgesi’ne yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak imparatorluk kurmuşlardır. Dilleri Hind-Avrupa dil grubundandır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) olan Hititlerin önemli şehirleri Alacahöyük ve Alişar’dır. Kapadokya Bölgesi’nde bulunan bütün höyüklerde Hititlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk Dönemi’nde özellikle Kapadokya Bölgesi’nde stratejik açıdan önemli geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar bulunmaktadır. Bu kaya anıtları sayesinde Hitit krallarının güneydeki ülkelere ulaşmak için geçtiği yolları saptamak olasıdır. Aksaray Hititler döneminde önemli bir geçiş kavşağıdır. Hitit imparatorluğunun son dönemlerine ait kral Hartapuş’a ait Gücünkaya köyü yakınlarındaki siyek yazılı kayası ve çevrede bulunan höyüklerden toplanan arkeolojik malzemeler ve müzece satın alınan Hitit imparatorluk dönemine ait mühürler ile tarihin ilk baraj örneklerinden olan Böget yakınlarındaki Eşmekaya barajı Aksaray’da Hitit imparatorluk çağının kesintisiz olarak yaşandığını kanıtlamaktadır.
			i (M.Ö.1200-700) Friglerin Orta Anadolu’nun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğu’nu ortadan kaldırılmasından sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmıştır. Kapadokya Bölgesi’ndeki geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde, Aksaray ve
Nevşehir’i içine alan Tabal Krallığı’dır. Bu döneme ait Gülşehir-Sivasa (Gökçetoprak), Acıgöl-Topada, Hacıbektaş-Karaburna Köyü’nde Hitit Hiyeroglifi yazılmış kaya anıtları bulunmaktadır.Aksaray merkezinde bulunan, bazalttan yapılmış, Hitit Hiyeroglifi ile yazılı stel Geç Hitit döneminin bölgede 
yaşandığını ve Aksaray bölgesinin Şinuhtu krallığı sınırları içerisinde
oldugunu gösteren  önemli yazılı vesikalardan olup, Aksaray Müzesinde
sergilenmektedir. i (M.Ö.585-332) Kimmerler’in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu’da Medler (M.Ö.585), daha sonra da Persler (M.Ö.547) görülür. Persler bölgeyi ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce yönettiler. Kappadokia, antik çağlarda büyük bölümünü İç Anadolu’nun oluşturduğu bir bölgenin adıdır. Tarihte Kappadokia sözcüğüne ilk olarak MÖ.IV. yüzyılda İran’da Kermanşah
ile Hamadan arasındaki yol üzerinde bulunan Bisitun (Behistun) dağının kayalık yüzeyine yapılmış kabartmaları açıklayan yazıtta rastlanır.Pers Kralı I.Darius (Dareios) MÖ.516’da Bisitun yazıtında, egemenliği altına aldığı kavim ve ülkeleri, zaferlerinin kanıtı olarak eski Persçe (Farsça), Elamca ve Akadça olarak üç ayrı dilde,çivi yazısıyla belgeletmiştir.Bisitun anıtında sıralanan ülkeler arasında persçe Katpatuka sözcüğü de yer almaktadır. Bu nedenle pek çok dilbilimciye göre bu sözcüğün kökeni persçe’dir ve büyük olasılıkla “Güzel Atlar Ülkesi" anlamına gelmektedir. Buna karşılık Kappadokia sözcüğünün kökeni, eskiden Hitit dünyasında Anadolu’da konuşulan Hint-Avrupa dillerinden biri olan Luvice’ye bağlayanlarda vardır. Başka bir görüş de Kappadokia sözcüğünün Kızılırmak’ın bir kolu ve antik adı “kappadoks”
olan nehirden türediğini savunmaktadır. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarında bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağı’nı, kutsal saymışlardır.
 Persler, Kapadokya’dan geçerek başkentlerini Ege’ye bağlayan, ‘Kral Yolu’nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender M.Ö.334 ve 332’de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük İmparatorluğu yıkmıştır.
 
 Pers İmparatorluğu’nu yıkan İskender Kapadokya’da büyük bir dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas’ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes’i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I.Ariarathes (M.Ö.332-322) Kapadokya Krallığı’nın sınırlarını genişletti.
 
 İskender’in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma’nın bir eyaleti olduğu M.S.17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir.
			i
 Pers yönetimine kadar olan dönemde Kapadokya hakkında kesin bilgiler yoktur. Kapadokyalılar, ancak Pers kralı Damatez zamanında ülkelerine hakim olabildiler. Ariathes zamanında bağımsızlıklarını ilan ettiler.
(M.Ö. 323) Romalılar, Kapadokyaıyı ilk defa Buyuk Iiskender'in komutanlarından
Selevkuslar'ın elinden aldı. M.Ö. 129'da Kapadokya Kralları, Romaının dostu idiler. Başkentleri ne zaman kurulduğu bilinmeyen Mazaka (Kayseri) idi. Kısa bir süre
Tyanayı (Niğde-Kemerhisar) geçici baskent yaptılar. Krallarına izafeten bu yöreye "Özebya" adını verdiler. Aksaray ve çevresi Tyana'ya(Kemerhisar) bağlıydı.Mark Antuan zamanında I. Archalaus Kapadokya Kralı oldu. Bu Kral, son Kapadokya kralı idi. M.S. 17'de öldü. Kapadokya Krallığı zamanında Aksaray ve yöresine "Garsaura" deniliyordu. Archalaus'un Kapadokya Kralı olmasından sonra Aksaray ve çevresi önem kazandı. Archalaus, şehri yeniden imar etti. Buraya Archalais adını verdi. Şehir, Türkler tarafından alınıncaya kadar “Archelais“ yada “Colonia Archealais“ Olarak anıldı. Tiber, meclisten çıkardığı bir kararla krallığı bir vilayet düzeyine indirdi. Alınan vergiyi de yarı yarıya azalttı. Romalılar, ruhani teşkilatlarda da sürekli değişiklikler yapıyorlardı. Aksaray değişiklikler sırasında, merkezi Tyana olan Toroslar Kapadokya'sı içerisinde yer aldi.
			i 
			Hz. isa'dan önce Garsaura diye anılan şehir Archalais adını almıştır. imparator Claudius buraya Roma kolonilerini yerleştirdi. M.S. 41-51'de Colonia Archalais diye anılmaya başlandı. I.yy'ın ortasında Nenezi (Nazianzus) şehir payesi elde ederek Diocaesareia adını almıştır. Bölgede yaşayanlar bu dini hemen benimsediler. Ürgüp, Göreme, Ihlara, Gelveri, Selime, Yaprakhisar yöreleri adeta bu dinin merkezleri haline geldi. Halk buralardaki mağaralara sığınarak, kendilerine barınaklar, mabedler, medfenler yaptı. Bizans imparatoru Konstantin M.S. 313 yılında Hristiyan olan annesi St. Elen (Elena)'in de etkisiyle Hristiyanlığı kabul edince "Herkesin istediği dini kabul etmesi ve istediği biçimde dini ayin yapmasını serbest bırakan" Milan Fermanı'nı yayınlamıştır. Milan fermanı ile birlikte mağaralardaki halk gün yüzüne çıktı. Hasandağı ve çevresinde kiliseler yaptılar. St. Basilus, Nazianzaslu Gregorius, NyssalıGregorius o dönemin ünlü din adamlarıdır.
			i 
            
             1040 tarihinde Dandanakan savaşında 
			Gaznelilere karşı zafer kazanılmasıyla kurulan Büyük Selçuklu 
			Devleti, Alparslan tarafından Malazgirt Zaferi (1071)'nin 
			kazanılmasıyla Anadolu'ya adım atmıştır.1076 yılında Süleyman Şah'ın iznik'i fethiyle Büyük Selçuklu Devleti 
			ile bağlantılı Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuştur. Süleyman Şah 
			Antakya' ya düzenlediği ilk sefer sırasında Ebul Gazi' yi ( Hasan 
			Bey ki Hasandağı bu zatın ismi ile anılır) Kapadokya' ya vali tayin 
			eder. Süleyman Şah'ın Bizans hakimiyetindeki Antakya'yı almak 
			istemesiyle ve bunu başaramaması sonucu, ölümüyle Anadolu Selçuklu 
			Devleti bir müddet için bağımsızlığını yitirmişse de daha sonra oğlu 
			I. Kılıçarslan'ın Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Berkyaruk ile 
			birlikte hareket etmesi, Anadolu'ya saldıran Haçlı Ordularını yine 
			birlikte hareket ettiği Danişmend Beyi Melik Gümüştekin desteğinde 
			bozguna uğratması sonucu Aksaray (o zamanki adıyla Archalais) 
			Anadolu Selçukluları egemenliğine girmiştir.
 
 Aksaray bu dönemde aralıklı olarak Danişmendlilerin ve Anadolu 
			Selçuklularının hakimiyeti altına girmiştir. Aksaray'ın en önemli 
			eserlerinden biri olan Ulu Cami işte bu dönemde Kılıçarslan' ın oğlu 
			Rükn-ed-din Mesud tarafından yaptırıimış olup, aynı sultan 
			zamanında Aksaray imar yönünden oldukça geliştirilmiştir.
 SuItan Mesut, ilk defa para bastıran Anadolu Selçuklu hükümdarıdır. 
			Sultan Mesud'dan sonra hükümdar olan oğlu II. KıIıçarslan Aksaray 
			şehrini ikinci bir payitaht gibi görmüş, büyük bir imar hamlesi 
			başlatmış, babası tarafından yaptırılan Ulu Cami'yi genişletmiş, 
			Ulucaminin abanoz ağacından yapılan muhteşem minberine babasının 
			adı yanına kendi adını da kazdırtmıştır. Bu minberin bir eşi, ancak 
			daha yeni tarihlisi Konya'da Alaaddin Camisi'ndedir.
 
 II. Kılıçarslan gönlünü bu topraklara kaptırmıştı. Anadolu Birliği 
			Onun en büyük rüyasıydı. Bu amaç doğrultusunda Kayseri ve Sivas'ı 
			zaptetti. Aksaray'a kale inşa ettirdi. Buraya Azerbaycan'dan 
			alimler, sanatkarlar, tüccarlar ve mücahitler getirterek 
			yerleştirdi. Sultanhanı'Kasabasında bulunan ve Selçuklu Han 
			örneklerinin en nadidesi olan Sultanhan'ında (Kervansaray) II. 
			Kılıçarslan tarafından inşa edilmiş eserlerdendir.Ayrıca Aksarayda 
			adına yaptırdığı Kılıçarslan Hamamı bu döneme ait günümüze ulaşan en 
			eski hamam örneğidir.
 Aksaray adının da Kılıçarslan tarafından şehre ak taşlar 
			kullanılarak yaptırılan saraydan geldiği muhtemeldir. Bu saray 
			tarihin Archalais'ini Aksaray'a çevirmiştir. Etrafında medrese, 
			kervansaray,hamam, imarethane, tabhane gibi çok ve çeşitli sosyal 
			yardım ve hayır müesseseleri ve irfan yuvaları bulunmaktaydı. Bugün 
			bunlardan hiç biri ayakta değildir.
 Eğer Aksaray olmasaydı Danişmendliler ortadan kalkmaz, Anadolu'da 
			bir Müslüman-Türk birliği kurulamazdı. Anadolu'da ulusal bir Türk 
			varlığının kuruluşunda Aksaray'a onemli pay düşüyor.
 Aksaray II. Kılıçarslan'ın ölümünden sonra da Anadolu 
			Selçuklularının önem verdiği, çoğu zaman askeri bir üs olarak 
			yararlandığı bir şehir olmaya devam etmiştir.
 Selçuklu Sultanlarından Gıyaseddin Keyhüsrevoğlu Alaaddin Keykubat, 
			Aksaray'da dedesi tarafından inşa ettirilen sarayda oturmuştur. Bu 
			dönemde Danişmendlilerden Yağıbasanoğlu Muzaffer-üd-din Mahmut, 
			Keykubat tarafından Aksaray Valisi tayin edilmiştir. Danişmendliler 
			de bu vesileyle Aksaray'a birkaç eser kazandırmışlardır. Muzafferiye 
			Medresesi, Muzaffer-üd-din Melik Mahmut Gazi Hangahı (Darphane), 
			Zahir-üd-din Hangahı, imadiyye Hangahı, Bedriye (bugünkü adıyla 
			Kadıoğlu) Medresesi ve Melikiyye Medresesi bunlar arasındadır.
 Daha sonra tahta geçen Izzeddin Keykavus döneminde islam aleminin 
			büyük alimlerinden Şeyhül Ekber Muhiddini Arabi Aksaray'a gelerek 
			medreselerde ders vermiştir. Bu dönemde Moğol Hükümdarlarından Baycu 
			Noyan Aksaray'a kadar hakimiyeti altına alarak, etrafı yakıp yıkmış, 
			hatta bir kış mevsiminide Sultanhanı civarında geçirmiştir.
 İzzeddin Keykavus'un Moğollara vergi vermek istememesi sonucu Moğol 
			Hükümdarı Hülagü Han, izzeddin Keykavus'un kardeşi Rükneddin 
			Kılıçarslan'ı bir fermanla Sultan ilan etti. Rükneddin Kılıçarslan 
			döneminde Aksaray, sultanın oturduğu ve ülkeyi yönettiği bir şehir 
			yani payi taht konumundadır.
 Rükneddin Kılıçarslan yine Anadolu'da karışıklıklar döneminde 
			Moğollarca zehirletilmiş, yerine 6 yaşında olan III. Gıyaseddin 
			Keyhüsrev sultan olmuştur. Daha sonra Anadolu'daki iç karışıklık 
			Aksaray'ı da pençesi içerisine almış, Moğol Şehzadelerinden 
			Kongurtay tarafından şehir bir defa daha yıkılıp yakılmış ve 
			yağmalanmıştır.
 İlhanlılar döneminde Şehzade Keygatu 20 000 kişilik bir ordu ile 
			Aksaray'a yürümüşse de şehir ve sakinlerine oldukça iyi davranmış ve 
			Aksaray bu yıllarda yani 1285 tarihinden itibaren yeniden gelişme ve 
			güzelleşme yoluna girmiştir.
 Bu dönemde Selçuklu hükümdarı Sultan II. Gıyaseddin Mesud'dur. Daha 
			sonra tahta geçen III. Alaaddin-i Keykubat zamanında Aksaray'a 
			Pervane Müniddin Muhammed Bey kadı olarak görevlendirilmiştir.
 Aksaray bu dönem içerisinde zaman zaman Moğollar tarafından işgale 
			uğramış, zaman zaman Selçuklu egemenliğine girmiş ama her hükümdarda 
			da büyük zulüm yaşamıştır. Ticaret yolu üzerinde olması da yaşadığı 
			bütün eziyetlere rağmen Aksaray'ın varlığını sürdürmesine vesile 
			olmuş, Anadolu'nun önemli yerleşim noktalarından biri olarak 
			hayatiyetini sürdürmüştür. Zaten bu dönem Sultan II. Mesud'un 
			1308'de ölümü ile Selçuklu Devleti varlığının da sona erdiği dönem 
			olup Anadolu Beylikleri Dönemi başlamıştır.
			i
 
		Bu beylikler içerisinde en önemli rolü oynayan 
Karamanoğulları, merkezlerinin de Konya olması dolayısıyla Aksaray ve 
civarında egemen olmuşlardır (1312).Karamanoğulları döneminde Aksaray, yine eskiden olduğu gibi önemli bir bilim ve 
kültür merkezi özelliğini sürdürmüştür. Çeşitli hayır müesseseleri, sosyal 
tesisler bu dönemde de gelişmesini devam ettirmiştir. Ayrıca deprem dolayısıyla 
yıkılan ve önemli ölçüde hasar gören kale, Ulu Cami gibi yapılar 
Karamanoğulları döneminde yeniden inşa edilmiştir.
 Karamanoğullarının son yıllarında hüküm süren Karamanoğlu Alaaddin Bey dönemi 
Osmanlı imparatorluğu'nun da bu beylikten rahatsızlık duyması dönemine rast 
gelmiştir. Alaaddin Bey çeşitli saldırılarla Osmanlı topraklarına seferler 
düzenlemiş, bu yüzden Yıldırım Beyazıt'ın kendi üzerine yürümesine yol açmıştır. 
Yıldırım Beyazıt ordusuyla Konya önlerine gelince Alaaddin Bey müttefiki Kadı 
Burhaneddin ile anlaşmak yerine önce Taşeli'ne kaçmış, daha sonra da 
Osmanlılarla anlaşmayı tercih etmiştir.
 Bu anlaşma üzerine Sivas ve yöresinin hakimi olan hatta bir dönem hakimiyeti 
Ankara'ya kadar uzanan Kadı Burhaneddin, Karamanoğulları üzerine sefer 
düzenleyerek Yaprakhisar, Zincirli, Selime ve Aksaray Kalelerini zaptetmiş ve 
Aksaray yöresi Kadı Burhaneddin ve dolayısıyla Anadolu'da 46 yıl kadar hüküm 
süren Eratna (Ertana) Beyliği emrine girmiştir. Daha sonra Yıldırım Beyazıt 1396 
tarihinde Aksaray'ı diğer illerle birlikte almıştır.
 Bu dönem, Yıldırım Beyazıt'ın Anadolu'da Türk birliğini sağlamak amacıyla 
giriştiği fetihlerin dönemi olup 1402'de Ankara Savaşı'nda Timur'a yenilmesine 
kadar devam etmiştir. 1402'de Timur, Osmanlı, topraklarını eski Beylere 
dağıtınca Aksaray tekrar Karamanoğulları Beyliği'nin yönetimine girmiştir.
		i
 
            
             
              
			Konya'yı kendi Merkezi yapan 
			Karamanoğulları Beyliği, kurulan beylikler içerisinde en güçlü olanı 
			idi. Aksaray'da o dönemler bu güçlü beyliğin sınırları içinde 
			bulunuyordu. Anadolu'da beylikler devri bir iç mücadeleye sahne 
			olmuştur. Osmanlı Beyliği kendisini mümkün olduğu kadar bu 
			mücadelenin dışında tutmuştur. Hedef olarak Bizans ve küffar 
			illerini kendine mücadele alanı olarak seçmiştir. Bu tutumuyla kısa 
			zamanda Anadolu halkının sevgi ve saygısını kazanmış, önemli bir güç 
			olarak kendisini göstermiştir. Karamanoğulları, kendilerine rakip 
			olacak Osmanlı Beyliğinin güçlenmesini kırmak için Bizansla 
			işbirliğine girmiştir.Bu ilişkiyi sezen Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıd, Anadolu Türk 
			Birliği siyasetine hız vermiştir. 1390 yılında Germiyan, Aydın, 
			Menteşe ve Saruhan Beylikleri'nin ilhakı gerçekleşmiştir. Osmanlı 
			Devletinin Anadolu’daki nüfuzunun güçlendiğini gören Karamanoğlu 
			Alaeddin Ali Bey, Osmanlı topraklarının bir kısmını ele geçirmiş. 
			Bunun üzerine Sultan Yıldırım Beyazıd ikinci Anadolu seferine çıkmak 
			zorunda kalmıştır.
 Doğunun cihangiri olan Timur ile batının cihangiri Yıldırım arasında 
			1402 yılında yapılan Ankara Savaşı'na kadar, Osmanlı idaresinde 
			kalan Aksaray, Yıldırım’ın savaşı kaybetmesi sonunda, tekrar 
			bağımsızlıklarına kavuşan beyliklerden Karamanoğullarının idaresine 
			girmiştir. Bu durum Fatih zamanına kadar sürmüştür.
 1451 yılında Osmanlı tahtına geçen Fatih ilk seferini Karaman 
			üzerine yapmıştır. Fatih'e karşı koyamayacağını anlayan Karamanoğlu 
			ibrahim Bey, Taşeli'ne çekilmiş, Molla Veliyi padişaha göndererek 
			bağışlanmasını istemiştir. Beyşehir, Akşehir veSeydişehir'in 
			Osmanlılara geri verilmesi şartıyla sulh yapılmıştır.
 Daha sonra Fatih 1461 de Karaman üzerine düzenlediği seferde 
			Konya'ya girerek Karamanoğulları Beyliğini ortadan kaldırmıştır. 
			Merkezi Konya olmak üzere bir beylerbeylik (Eyalet) şeklinde 
			Devlet-i Aliye bağladığını bildirmiştir. Karamanoğlu Pir Mehmet Bey 
			ve kardeşi Kasım Bey güneye çekilmişler, ellerinde sadece İçel, 
			Taşeli, Niğde ve Silifke kalmıştır.
 Fatih, Konya’da sikke bastırarak, beylerbeyliğine oğlu şehzade 
			Mustafa’yı tayin etti. Aksaray henüz Osmanlı idaresine geçmemiştir.
 1470 yılında Aksaray ve çevresi Vezir-i Azam İshak Paşa 
			komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiş ve Osmanlı 
			topraklarına katılmıştır.
 Fatih’in emriyle İstanbul’un fethinden sonra binlerce Müslüman Türk 
			ailesi Aksaray'dan ve Ortaköy’den istanbul'a getirilmiş, bugün 
			Aksaray ve Ortaköy denen semtlere iskan edilmişlerdir. Semtler, bu 
			ismini buraya yerleştirilen Aksaraylılardan ve Ortaköylülerden 
			almıştır.
 Bu dönemde Aksaray, henüz Anadolu Selçuklu dönemindeki parlaklığını 
			kaybetmemiş, sancak merkezi olarak mühim bir şehir özelliğini 
			korumuştur.
 Aksaray, Osmanlı döneminde yapılan 1501 tarihli yazıma göre 
			5000-5500 civarında Türk nüfusa sahiptir. Şehrin nüfusu 1525'de yine 
			5000 dolaylarında iken 1584'de 9500'e çıkmıştır. XVII. ve XVIII. 
			yüzyılda bu durumu koruyan Aksaray, XIX. yüzyılda önemini büyük 
			ölçüde kaybetmiştir. Nitekim 1867’de nüfusu 3000-3500 kadarmış. XIX. 
			yüzyıldan sonra ancak 4000-5000'e yükselmiştir.
 Aksaray'ın 1501’de otuzaltı, 1525’de otuzyedi, 1584’de kırkbir, 
			XVII. yüzyılda ise otuziki mahallesi vardı. Evleri kerpiç ve taş 
			yapıdandı.
 XVII. yy’da Karaman eyaleti içerisindeki Aksaray Sancağı’nda 13 
			Zeamet (Orta dereceli Devlet Memuru), 288 tımar vardı. Aksaray 
			Sancak beyinin hası 350000 akçadır.
 1893 yılında Konya Vilayeti sınırlarında bulunan Aksaray, bir 
			nahiye, yüzaltmış köyden ibaret olup, Kaymakam olarak Halis Efendi 
			tayin edilmiştir. Aksaray'daki tarihi eserlerin hemen hemen tamamı 
			Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemine aittir. Osmanlı dönemine ait 
			çok az sayıda Camii, hamam ve türbe günümüze ulaşmıştır. Bir kısmı 
			da zamanımıza kadar gelmemiştir.
			i
 Cumhuriyetin ilk yıllarında (1920) yapılan ilk teşkilatlanmada, daha önce sancaklara bağlı olan mutasarrıflıklar vilayete dönüştürülmüştür. Aksaray Mutasarrıflığı da bu teşkilatlanma içerisinde müstakil vilayet yapılmıştır. O gün Aksaray Mutasarrıfı olan Abdullah Sabri Karter ilk Aksaray Valisi olmuştur. 1923 yılına kadar bu görevde kalan Karter 15 .11.1923’de görevi Ziya Günar’ a devretmiştir. Günar, 01.06.1932'de görevi Arif Hikmet
Onat'a bırakmıştır. Arif Hikmet Onat bu görevde iken TBMM tarafından çıkartılan 20.05.1933 gün ve 2197 sayılı "Bazı Vilayetlerin ilgası ve Bazılarının Birleştirilmesi Hakkında Kanun“
ile Aksaray ilce olmustur. Bu Kanunun 3. maddesine istinaden Aksaray, daha önce kendisine bağlı olan Arapsun (Gülşehir) kazası ile birlikte Niğde’ye bağlanmış, Şerefli Koçhisar ise Ankara'ya bağlanmıştır. Aksaray, Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi hamlesine başlamış, ülkenin kalkınmasına o günkü şartlar içerisinde katkıda bulunmuştur. Bunun ilk örneklerinden bir tanesi, o günkü Aksaray mebusu Vehbi Çorakçı'nın teşebbüs ve büyük gayretleri ile Azm-i Milli Un Fabrikasıdır. Yine 1926'da henüz ülkenin üç-beş şehri elektrik enerjisi ile aydınlatılırken, kurulan Hidroelektrik Santrali ile şehir aydınlatması sağlanmıştır. Milli Mücadele sırasında Kuvay-i Milliye Kuvvetleri'ni destekleyen Aksaray, 344 evladını vatan uğruna şehit olmuştur. Son yıllarda terör örgütlerince yapılan haince saldırılarda da 70'e yakın şehit vermiştir. 1933'de kaza olan Aksaray, bu yıldan sonra hak ettiği hiçbir yatırımdan faydalanamamıştır. Etrafındaki köy hükmündeki kazalar gelişir, güzelleşirken; Aksaray sürekli yerinde saymıştır. Türkiye’nin karayolları ağının en can alıcı noktasında olmasına, tarih boyunca kulanılan kral yolu ve ipekyolunun tam üzerinde bulunmasına rağmen, ne büyük bir sanayi tesisi kurulmuş, ne de
yatırımlara sahne olmuştur. 1970'li yılların sonunda temeli atılan motor fabrikası Mercedes firmasına devredilmiş ve Otomarsan adıyla 1980'li yılların ortasında faaliyete geçmiştir. Yine 1970'li yıllarada temeli atılan, binaları kurulan Et - Balık Kombinası öylece terkedilmiştir. Süt Endüstrisi Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından küçük ölçekli bir Süt ve Mamülleri Fabrikası kurulmuştur. Vilayet olduktan sonra süratle gelişen Aksaray nüfus ve sanayi açısından gelişimini sürdürmüştür.özellikle 2004 yılında kalkınmada öncelikli İller kapsamına alınmış, yakın bir zamanda havaalanına, şeker fabrikasına
ve organize sanayi bölgesine kavuşacaktır. Yine yıllardır daracık bir binada hizmet veren devlet hastanesi yerine, 200 yataklı bir Devlet Hastanesi, bunun yanında Sosyal Sigortalar Kurumu Dispanseri yapılmıştır. Şehir içi yolları, bulvarlı ve dörder şeritli hale getirilen Aksaray, içme suyu, kanalizasyon hizmetleri ve yapılan yeni kamu ve özel binalarıyla da Onbinyıl öncesinde başlayan yerleşik yaşamın
kesintisiz devamını sergilercesine modern bir şehir hüviyetine kavuşmaya
baslamistir. i 
			
			 
				TransAnatolie TourKültür Gezi 
				Sağlayıcısı ve Operatorü-Kültür ve Turizm Bakanlığı 4938 No'lu Grup A Lisans 
 |