| 
			  
			
			Anadolu (transanatolie.com) 
			  
			İçerik 
			 Anadolu 
			tarihi 
			PAGEREF _Toc107577454 \h 3 
			
			
			Özet 
			PAGEREF _Toc107577455 \h 4 
			
			
			Yontma Taş Devri (Paleolitik Dönem) 
			PAGEREF _Toc107577456 \h 6 
			
			
			Cilalı Taş Devri (Neolitik Dönem) 
			PAGEREF _Toc107577457 \h 6 
			
			
			Karahantepe. 
			PAGEREF _Toc107577458 \h 6 
			
			
			Göbeklitepe. 
			PAGEREF _Toc107577459 \h 7 
			
			
			Çatalhöyük. 
			PAGEREF _Toc107577460 \h 8 
			
			
			Aşıklıhöyük. 
			PAGEREF _Toc107577461 \h 11 
			
			
			Çayönü. 
			PAGEREF _Toc107577462 \h 12 
			
			
			Hacılar 
			PAGEREF _Toc107577463 \h 13 
			
			
			Yumuktepe. 
			PAGEREF _Toc107577464 \h 13 
			
			
			Tunç Çağı 
			PAGEREF _Toc107577465 \h 14 
			
			
			Sümerler 
			PAGEREF _Toc107577466 \h 14 
			
			
			Akadlar 
			PAGEREF _Toc107577467 \h 17 
			
			
			Sümer Guti Hanedanı 
			PAGEREF _Toc107577468 \h 18 
			
			
			Babil 
			PAGEREF _Toc107577469 \h 19 
			
			
			Orta Tunç Çağı 
			PAGEREF _Toc107577470 \h 20 
			
			
			Hattiler 
			PAGEREF _Toc107577471 \h 20 
			
			
			Hurriler 
			PAGEREF _Toc107577472 \h 21 
			
			
			Hurri - Mitanni Devleti 
			PAGEREF _Toc107577473 \h 23 
			
			
			Luviler 
			PAGEREF _Toc107577474 \h 24 
			
			
			Asurlular 
			PAGEREF _Toc107577475 \h 24 
			
			
			Eski Asur İmparatorluğu (MÖ 2025-1522) 
			PAGEREF _Toc107577476 \h 25 
			
			
			Orta Asur İmparatorluğu (MÖ 1397-1056) 
			PAGEREF _Toc107577477 \h 26 
			
			
			Bronz Çağı Çöküşü (MÖ 1055-936) 
			PAGEREF _Toc107577478 \h 26 
			
			
			Yeni Asur İmparatorluğu (MÖ 911-619) 
			PAGEREF _Toc107577479 \h 26 
			
			
			Son Tunç Çağı 
			PAGEREF _Toc107577480 \h 27 
			
			
			Hititler 
			PAGEREF _Toc107577481 \h 27 
			
			
			Mittaniler 
			PAGEREF _Toc107577482 \h 34 
			
			
			Urartular 
			PAGEREF _Toc107577483 \h 34 
			
			
			Demir Çağı 
			PAGEREF _Toc107577484 \h 36 
			
			
			Frigler 
			PAGEREF _Toc107577485 \h 36 
			
			
			Klasik Antik Dönem.. 
			PAGEREF _Toc107577486 \h 39 
			
			
			Lidya Krallığı 
			PAGEREF _Toc107577487 \h 39 
			
			
			Med İmparatorluğu. 
			PAGEREF _Toc107577488 \h 40 
			
			
			Ahameniş (1. Pers) İmparatorluğu. 
			PAGEREF _Toc107577489 \h 40 
			
			
			Büyük İskender'in Fetihleri ve Helenistik Dönem.. 
			PAGEREF _Toc107577490 \h 41 
			
			
			Büyük İskender 
			PAGEREF _Toc107577491 \h 41 
			
			
			Selevkos İmparatorluğu. 
			PAGEREF _Toc107577492 \h 43 
			
			
			Orta Çağ. 
			PAGEREF _Toc107577493 \h 43 
			
			
			Roma İmparatorluğu. 
			PAGEREF _Toc107577494 \h 43 
			
			
			Bizans İmparatorluğu. 
			PAGEREF _Toc107577495 \h 44 
			
			
			İslam'ın Yayılışı 
			PAGEREF _Toc107577496 \h 46 
			
			
			Türklerin Anadolu'ya Gelişi 
			PAGEREF _Toc107577497 \h 46 
			
			
			Büyük Selçuklular 
			PAGEREF _Toc107577498 \h 47 
			
			
			Anadolu Selçuklu Devleti Dönemi 
			PAGEREF _Toc107577499 \h 48 
			
			
			Haçlı Seferleri 
			PAGEREF _Toc107577500 \h 49 
			
			
			Anadolu Beylikleri 
			PAGEREF _Toc107577501 \h 49 
			
			
			Osmanlı İmparatorluğu. 
			PAGEREF _Toc107577502 \h 50 
			
			
			Türkiye. 
			PAGEREF _Toc107577503 \h 50 
			
			
			TransAnatolie. 
			PAGEREF _Toc107577504 \h 50 
			  
			  
			  
			  
			   i
 
			  
			Anadolu tarihi, Batı Asya yarımadası 
			Anadolu etrafında yerleşen birçok milleti, devleti ve uygarlığı 
			kapsamaktadır. Anadolu,  Asia Minor, ''Ön Asya'' olarak da 
			isimlendirilir. Coğrafi olarak modern Türkiye'nin, batıda Ege 
			Denizi'nden doğuda Azerbaycan, Ermenistan sınırındaki dağlara ve 
			kuzeyde Karadeniz'den güneyde Akdeniz'e kadarki kısmını oluşturur. 
			  
			Anadolu'daki ilk uygarlık izlerine 
			Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki arkeolojik bulgularda 
			rastlamaktayız. Özellikle yakın zamanda Türkiye'nin Şanlıurfa ilinin 
			sınırlarında bulunan ''Göbeklitepe'' yapısının keşfiyle birlikte 
			Anadolu'nun hem arkeolojik hem de tarihi olarak ne denli önemli bir 
			coğrafi bölge olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Bunun yanı sıra; 
			bazı eski halkların kökenlerindeki sırlar henüz bilinmemesine 
			karşın, Sümer, Hatti, Akad, Hurri, Asur, Babilon, Luvi ve Hitit 
			uygarlıklarının kalıntıları, halklarının günlük yaşamları ve ticaret 
			hayatları ile ilgili pek çok örnek sunmaktadır. 
			Hititlerin düşüşünden sonra 
			Anadolu'nun Batı yakasında İyonyalılar, Lidyalılar ve Frigyalılar 
			gibi medeniyetler sahneye çıktı. O dönemde onlar için tek tehdit 
			olarak İran'daki Pers Krallığı görünüyordu. Lidyalıları yıkan 
			Persler döneminde Anadolu'da da liman şehirleri gelişti ve 
			zenginleşti. Zaman zaman isyanlar olsa da bu isyanlar çok büyük 
			tehdit oluşturmadı. 
			Sonrasında Makedonya kralı Büyük 
			İskender sahneye çıktı. İskender, Ahameniş (Pers imparatorlugu) 
			hükümdarı III. Darius'a karşı kazandığı zaferlerle Anadolu ve 
			İran'ın kontrolünü ele geçirdi. Ölümünden sonra kazandığı topraklar, 
			güvendiği generallerinden birçokları ve ayakta kalmayı başaran 
			Galya, Pergamon, Pontus ve Mısır'daki diğer güçlü hükümdarlar 
			arasında bölüşüldü. Büyük İskender'in payından en fazla dilimi alan 
			Selevkos İmparatorluğu, Romalıların iştahını kabarttı ve Romalılar 
			bölgeyi parça parça ele geçirdiler. Romalılar yerel yönetimlere 
			büyük yetkiler tanıdılar ve askeri güç sağlayarak bölgeyi 
			güçlendirdiler. 
			Antik Çağ'ın en güçlü 
			imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu, giderek gücünü ve 
			birliğini kaybetti ve 395 senesinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye 
			ayrıldı. Başkenti Roma olan Batı Roma İmparatorluğu 476'da yıkıldı. 
			I. Konstantin tarafından Konstantinopolis'te (günümüzde İstanbul) 
			kurulan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ise, Türklerin İstanbul'u 
			ele geçirdiği 1453 yılına kadar varlığını sürdürdü. 
			1071 yılında Selçuklu Türklerinin 
			Bizans İmparatorluğu'nu mağlup etmesinden sonra Anadolu'ya Türk 
			akınları başladı. 1077 yılında Anadolu'da, başkenti İznik olmak 
			üzere Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. Birinci Haçlı Seferi 
			sırasında İznik şehri Bizans'ın eline geçmiş, Sultan I. Kılıçarslan 
			da 1097 tarihinde başkenti Konya'ya taşımıştır ve bu tarihten 
			itibaren Konya, Selçuklu Devleti'nin başkenti olmuştur. 
			Türklerin Anadolu'ya girmesinden 
			sonra Türkler, Haçlılar, Bizanslılar ve Moğollar, bu toprakları ele 
			geçirmek için yoğun bir mücadele vermişlerdir. Haçlı Seferleri 
			düzenlenmiş, çeşitli Moğol istilaları gerçekleşmiş ve Bizans ile 
			Türkler arasında savaşlar yapılmıştır. 1243 yılında Anadolu Selçuklu 
			Devleti ile Moğollar arasında gerçekleşen Kösedağ Muharebesi 
			sonucunda Anadolu, Moğol hakimiyetine girmiştir ve Selçuklu Devleti 
			zayıflayıp yerini Türk beyliklerine bırakmıştır. Bu beylikler 
			arasında, Söğüt ve Bilecik çevresinde kurulu olan Osmanoğulları 
			Beyliği, 13. yüzyılın sonlarına doğru bağımsızlığını ilan etmiştir. 
			1453 yılında Osmanlı Devleti 
			padişahı II. Mehmed komutasındaki Osmanlı birlikleri 
			Konstantinopolis'i fethetti ve 1058 yıllık Bizans İmparatorluğu, hem 
			Anadolu hem de tarih sahnesinden silindi. 
			Osmanlı İmparatorluğu, 1453'ten 
			sonra uzun yıllar boyunca çok başarılı oldular ve ülkenin 
			sınırlarını Kuzey Afrika'dan Orta Avrupa'ya kadar genişlettiler. 
			1683'te en geniş sınırlarına ulaştılar, 19. yüzyılda da duraklama 
			sürecine girdiler. En sonunda Almanya ve Avusturya-Macaristan 
			İmparatorluğu'nun yanında I. Dünya Savaşı'na katıldı. Savaştan 
			yenilgiyle ayrıldıktan sonra devletin elinde sadece Anadolu 
			toprakları kalmıştı. 1919 tarihinde başlayan Türk Kurtuluş Savaşı, 
			1922'de Türklerin zaferiyle sonuçlandı. İngilizleri, Fransızları, 
			İtalyanları ve Yunanları yendikten sonra 1 Kasım 1922'de Türkiye 
			Büyük Millet Meclisi tarafından 623 yıllık Osmanlı saltanatı 
			kaldırıldı, 29 Ekim 1923 tarihinde ise cumhuriyet ilan edilerek yeni 
			Türk devleti kuruldu. O zamandan beridir Türkiye Cumhuriyeti, 
			Anadolu topraklarında varlığını modern bir ülke olarak 
			sürdürmektedir. 
			
			i 
			Bu çağ buzul devrin olduğu, insanların henüz üretime geçmedikleri, 
			mağaralarda ve ağaç kovuklarında barındıkları bir dönemdir. Bu 
			dönemin Anadolu'daki izlerini, günümüzde Göbeklitepe, Karain, 
			Beldibi ve Belbaşı mağaralarında bulmak mümkündür.
			
			i 
			Asya ve Avrupa'nın stratejik kesişme bölgesinde olmasından dolayı 
			Anadolu, tarih öncesi Prehistorya çağlardan beri pek çok uygarlıklar 
			için beşik olmuştur. Çatalhöyük, Çayönü, Hacılar, Göbeklitepe, 
			Karahantepe ve Yumuktepe bu uygarlıklardan bazılarının ilk yerleşim 
			yerleri olmuştur.
			
			i 
			Karahantepe ya da Karahan Tepe, Türkiye'nin Şanlıurfa ilinde yer 
			alan arkeolojik sittir. Şehir merkezine 46 km uzaklıkta.  
			Neolitik dönemden kaldığı düşünülen 250 dikilitaşın bulunduğu alanda 
			ilk kazı çalışmaları Eylül 2019'da başladı. Karahantepe’deki 
			kazılarda, Göbekli Tepe ile çağdaş özel yapılar ve sırtında leopar 
			taşıyan insan heykeli ortaya çıktı. Bulunan birbirinden ilginç 
			heykeller, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başlandı. 
			Ana kaya içine 8m×6m boyutlarında oyulan AB Yapısı’nın özel amaçlar 
			için inşa edildiği düşünülüyor. Yapının uzun duvarının ortasında bir 
			insan başı yer alıyor. Boyun kısmı bir yılanı andırır biçimde 
			kayadan çıkan başta bir erkek betimlenmiş. Bu başın karşısında ön 
			sırada dört, arka sırada altı adet fallus biçimli dikilitaşlar 
			yerleştirilmiş. Yapıya bir kenarından merdiven ile iniliyor diğer 
			kenarından ise başka bir merdiven ile çıkılıyordu. Tüm bunlar 
			kapsamında yapının ritüelistik bir işlevinin olduğu düşünülüyor.
			
			i 
			Göbeklitepe veya Göbekli Tepe, Şanlıurfa il merkezinin 18 km 
			kuzeydoğusunda, Örencik köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen 
			en eski kült yapılar topluluğudur (dini ve yerel özellikler taşıyan 
			tören merkezi). 
			  
			Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10-12 dikilitaşın 
			yuvarlak planda dizilmiş, aralarının ise taş duvarla örülmüş 
			olmasıdır. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş 
			karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde 
			insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartılarak 
			veya oyularak betimlenmiştir. Söz konusu motifler yer yer bir 
			süsleme olamayacak kadar yoğun olarak kullanılmıştır. Bu 
			kompozisyonun bir öykü, bir anlatım veya bir mesaj ifade ettiği 
			düşünülmektedir. Hayvan motiflerinde boğa, yaban domuzu, tilki, 
			yılan, yaban ördeği ve akbaba en sık görülen motiflerdir. Bir 
			yerleşim yeri değil, kült merkezi olarak tanımlanmaktadır. Buradaki 
			kült yapıların tarım ve hayvancılığa yakın olan son avcı grupları 
			tarafından inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda bölgenin 
			en erken kullanımının Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın yani 
			günümüzden en azından 11.600 yıl öncesine dayandığı ileri 
			sürülmektedir (MÖ 9.600-7.300). Bununla birlikte Göbekli Tepe'deki 
			en eski faaliyetleri tarihlendirme olanağı şimdilik yok, fakat bu 
			anıtsal yapılara bakıldığında Paleolitik Çağ'a kadar uzanan, birkaç 
			binyıl daha eskiye, epipaleolitike kadar giden bir geçmişi olduğu 
			düşünülmektedir. Göbekli Tepe'nin bir kült merkezi olarak 
			kullanımının MÖ 8 bin tarihine kadar devam ettiği ve bu tarihlerden 
			sonra terk edildiği, başka veya benzer amaçlarla kullanılmadığı 
			anlaşılmaktadır. 
			  
			Bütün bunlar ve kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimari, Göbekli 
			Tepe'yi eşsiz ve özel yapmaktadır. Bu bağlamda UNESCO tarafından 
			2011'de Dünya Mirası geçici listesine alındı ve 2018'de kalıcı 
			listeye girdi. 
			  
			Söz konusu dikilitaşlar, stilize insan heykelleri olarak 
			yorumlanmaktadır. Özellikle D yapısı merkez dikilitaşlarının 
			gövdesinde bulunan insan el ve kol motifleri, bu konudaki her türlü 
			şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla "dikilitaş" kavramı, 
			işlev belirtmeyen yardımcı bir kavram olarak kullanılmaktadır. 
			Esasen bu "dikilitaş"lar, insan vücudunu üç boyutlu olarak 
			betimleyen stilize tarzda yontulardır. 
			  
			Buradaki kazılarda çıkartılan bazı heykel ve taşlar, Şanlıurfa 
			Arkeoloji ve Mozaik Müzesi'nde sergilenmektedir. Göbeklitepe, 
			popüler kaynaklarda "tarihin sıfır noktası" nitelendirmesiyle de 
			anılır.  
			  
			Göbeklitepe, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago 
			Üniversitesince yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi 
			Araştırmaları Projesi” (Prehistoric Research in Southeastern 
			Anatolia) yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir.
			
			i 
			Çatalhöyük, Orta Anadolu'da, günümüzden 9 bin yıl önce yerleşim yeri 
			olmuş, çok geniş bir Neolitik Çağ ve Kalkolitik Çağ yerleşim 
			yeridir. Doğu ve batı yönlerinde yan yana iki höyükten oluşmaktadır. 
			Doğudaki Çatalhöyük (Doğu) olarak adlandırılan yerleşme Neolitik 
			Çağ'da, Çatalhöyük (Batı) olarak adlandırılan batıdaki höyük ise 
			Kalkolitik Çağ'da iskan görmüştür. Bugünkü Konya şehrinin 52 km 
			güneydoğusunda, Hasandağı'nın yaklaşık olarak 136 kilometre 
			uzağında, Çumra ilçesinin 11 km kuzeyinde, Konya Ovası'na hakim 
			buğdaylık arazide bulunmaktadır. Doğu yerleşimini, en son Cilalı Taş 
			Devri sırasında ovadan 20 metre yüksekliğe kadar ulaşan bir yerleşim 
			birimi oluşturmaktadır.  
			Höyükler kabaca 2 bin yıl kesintisiz iskan edilmiştir. Özellikle 
			neolitik yerleşimin genişliği, barındırdığı nüfusu, oluşturduğu 
			güçlü sanat ve kültür geleneği ile son derece dikkat çekicidir. 
			Yerleşimde 8 bin üzerinde insan yaşadığı kabul edilmektedir. 
			Çatalhöyük'ün diğer neolitik yerleşimlerden temel farkı, bir köy 
			yerleşmesini aşıp kentleşme evresini yaşamakta olmasıdır. Dünyanın 
			en eski yerleşimlerinden biri olan bu yerleşimin sakinleri, ilk 
			tarımcı topluluklardan da biridir. Bu özelliklerinin bir sonucu 
			olarak 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne eklendi. 
			UNESCO tarafından 2012 yılında Dünya Miras Listesi'ne dahil 
			edilmesine karar verildi. 
			Çatalhöyük konutlarının iç içe, yan yana yapılmış olması ayrı bir 
			araştırma konusu olmuştur. Bu konuda kazı başkanı Hodder, savaş ve 
			yıkım izlerine hiç rastlanmadığı için bu sıkışık yapılanmanın 
			savunma endişesine dayanmadığı görüşündedir. Muhtemelen birçok 
			kuşağı kapsayan aile bağlarının kuvvetli olmasıydı ve konutlar, 
			sahiplenilmiş arsalar üzerine, birbiri üstüne inşa ediliyordu. 
			Çatalhöyük'ün ilk yerleşimcilerinin avcı-toplayıcı bir topluluk 
			olduğu anlaşılmaktadır. Yerleşimin sakinlerinin 6. Tabakadan 
			itibaren Neolitik Devrim'i gerçekleştirdikleri, buğday, arpa ve 
			bezelye gibi bitkilerin tarımını yapmaya başladıkları, yoğun biçimde 
			avcılığa devam ederken sığırı evcilleştirdikleri belirlenmiştir. 
			Ekonomik faaliyetlerin bununla sınırlı olmadığı, Hasan Dağı'ndan 
			obsidiyen ve Ilıcapınar'dan tuz üretildiği, kasaba kullanımını aşan 
			üretim fazlasının civar yerleşimlere satıldığı düşünülmektedir. 
			Akdeniz kıyılarından geldiği düşünülen ve takı olarak kullanılan 
			deniz kabuklarının varlığı, bu ticaretin yayılımı hakkında bilgi 
			vermektedir. Öte yandan ele geçen kumaş parçaları dokumacılığın en 
			eski örnekleri olarak tanımlanmaktadır. Çanak çömlekçilik, ahşap 
			işçiliği, sepetçilik, kemik alet üretimi gibi zanaatlerin de 
			gelişkin durumda olduğu belirtilmektedir.  
			  
			Konutların iç duvarlarında panolar yapılmıştır. Bazıları bezeksiz, 
			kırmızının çeşitli tonlarında boyalıdır. Bazılarında geometrik 
			bezekler, kilim desenleri, iç içe geçmiş daireler, yıldızlar ve 
			çiçek motifleri bulunmaktadır. Bir kısmında el ve ayak izleri, 
			tanrıçalar, insan, kuş ve diğer hayvanlar, av sahneleri ile doğal 
			çevreyi yansıtan çok çeşitli tasvirlerle bezenmiştir. Kullanılan 
			diğer bir bezeme türü kabartma betimlemelerdir. İç düzenlemelerde 
			platformlara oturtulmuş boğa başları ve boynuzları ilginçtir. Birçok 
			evin duvarında gerçek boğa başlarının kille sıvanmasıyla yapılan 
			kabartmalar mevcuttur. Bazı mekanlarda bunlar bir dizi halindedir ve 
			Mellaart tarafından bu yapıların kutsal mekan ya da tapınak olduğu 
			ileri sürülmektedir. 
			  
			Konut duvarlarında yer alan tasvirler av ve dans sahneleri, insan ve 
			hayvan resimleridir. Hayvan resimleri akbaba, leopar, çeşitli 
			kuşlar, geyik ve aslan gibi hayvanlardır. Ayrıca 8800 yıl öncesine 
			ait, kilim motifleri denilebilecek motifler de görülmektedir ve 
			günümüz Anadolu kilim motifleriyle ilişkilendirilmektedir. Figürin 
			buluntular sığır, domuz, koyun, keçi, boğa, köpek ve tek olarak 
			sığır boynuzlarıdır.  
			  
			Çatalhöyük Doğu Höyük'te III. tabakadan X. tabakaya kadar olan 
			tabakalarda, kutsal yapıların içinde çok sayıda pişmiş kilden 
			yapılma Ana tanrıça heykelcikleri, boğa başı ve boynuzları ile kadın 
			göğsü rölyefleri bulunmaktadır. Ana Tanrıça, genç kadın, doğuran 
			kadın ve yaşlı kadın olarak betimlenmiştir. Bu buluntuların 
			tarihlendirilmesiyle Anadolu'da en eski Ana Tanrıça Kült 
			merkezlerinden birinin Çatalhöyük olduğu kabul edilmektedir. 
			Bereketi simgeleyen Ana Tanrıça Kültü'nde erkek ögeyi boynuzlu boğa 
			başlarının temsil ettiği düşünülmektedir. Güleryüzlü ve sevecen 
			betimlemeler Ana Tanrıça'nın doğaya sunduğu yaşamı ve bereketi 
			simgelerken, kimi zaman korkunç denebilecek betimlemeler de, bu 
			yaşam ve bereketi geri alabilme yetisini ifade etmektedir. Elinde 
			akbaba olabileceği düşünülen yırtıcı bir kuşla betimlenen tanrıça 
			heykeli ile yarı ikon tarzı ürkütücü heykelcik ise, Ana Tanrıça'nın 
			ölüler ülkesiyle bağını temsil etmektedir. İki yanındaki leoparlara 
			dayanmış durumda doğum yapan şişman kadın figürü ile aslanlı 
			tahtlarda oturur biçimde tasvirlerine rastlanan Tunç Çağı 
			Mezopotamya'sının İnanna - İştar'ı ve Mısır inancındaki İsis - 
			Sekhmet'i arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. 
			  
			Öte yandan Çatalhöyük Neolitik yerleşiminde konutun sadece barınmak, 
			erzak ve eşya depolamak / güven altına almak gibi işlevlerinin 
			olmadığı, aynı zamanda bir dizi sembolik anlam üstlendiği 
			anlaşılmaktadır. Hem konutlarda hem de kutsal mekan olarak görülen 
			yapıların duvar resimlerinde ana tema boğa başlarıdır. Günümüzde 
			yabani sığır olarak tanımlanan boğaların alın kemikleri, alın 
			kemiklerinin boynuzların oturduğu kısımlar ve boynuzlar, kerpiç 
			dikmelerle birleştirilerek mimari öge olarak kullanılmıştır. 
			Konutlardaki duvar resimlerinin, ölülerin gömülmüş olduğu kesimlerde 
			daha yoğun olduğu dikkati çekmiş, bunun belki de ölülerle bir çeşit 
			iletişim kurma amaçlı olduğu ileri sürülmüştür. Öyle ki duvar 
			resimlerinin üstünün tekrar sıvanmasından sonra, sıva altında kalan 
			resmin aynen yeni sıva üzerine boyanmış olduğu saptanmıştır.  
			  
			Çatalhöyük, daha eski ya da çağdaşı yerleşimlerden farklı 
			özelliklere sahiptir. Başta, onbin kişiye ulaşan nüfusudur.  
			Çatalhöyük'ün bir başka farklılığı da, belirli bir büyüklüğe ulaşan 
			yerleşimlerde merkezileşmiş yönetim ve hiyerarşinin ortaya çıktığı, 
			genellikle kabul edilmektedir. Oysa Çatalhöyük'te kamusal binalar 
			gibi toplumsal işbölümüne ilişkin kanıtlar bulunmamaktadır. Son 
			derece büyük bir nüfusu barındırır hale gelmesine karşın Çatalhöyük 
			"eşitlikçi bir köy" niteliğini yitirmemiştir.
			
			i 
			Radyokarbon örneklerinin sonuçlarına göre, Aşıklı Höyük’te 
			yerleşiklik MÖ 9. bin yılda başlar ve MÖ 8. bin yıl sonuna dek 
			sürer. Yerleşme yaklaşık olarak MÖ 8200-7500 arasına 
			tarihlenmektedir. Aşıklı topluluğu, bu bin yıla yakın süre boyunca 
			yerleşimi hiç terk etmez. Bu kesintisiz iskan süreci, yerleşim 
			düzeni ve mimaride radikal değişim ve dönüşümler ile ve aynı zamanda 
			ekonomide ve teknolojide oldukça yavaş ve kademeli bir değişim ile 
			birlikte takip edilebilmektedir. Bu bağlamda Aşıklılılar, bölgede 
			yerleşikliğe geçen ilk avcı-toplayıcılardandır ve gerek ilk 
			yerleşiklik süreçleri gerekse de bin yıllık iskan süreci içerisinde 
			yerleşikliğe adaptasyon ile birlikte yaşam biçimleri teknik, sosyal, 
			kültürel, bilişsel boyutlarda tümüyle okunabilmektedir. Kısaca 
			diyebiliriz ki, insanlık tarihinin en önemli değişim ve dönüşüm 
			süreçlerinden biri olarak avcı-toplayıcı ve göçer yaşamdan yerleşik 
			yaşama geçiş süreci Orta Anadolu’nun Volkanik Kapadokya Bölgesi’nde 
			Aşıklı Höyük özelinde izlenebilmektedir. 
			Mimarlık tarihinin önemli gelişim ve dönüşüm süreçleri Aşıklı 
			Höyük’te adım adım izlenebilmektedir. Mimaride saz ve ağaç gibi 
			doğadan doğrudan temin edilebilen organik malzemelerin kullanımı, 
			kerpiç üretimi ve kerpicin çeşitli şekillerde inşa malzemesi olarak 
			tercih edilmesi, oval planlı kulübelerden dörtgen planlı konutlara 
			geçiş ve yerleşme düzeninde dönüşüm gibi Yakın Doğu Neolitik Çağ 
			mimarisini karakterize eden önemli dönüm noktaları ve değişim 
			süreçleri Orta Anadolu Neolitiği bağlamında Aşıklı Höyük’te bin 
			yıllık kesintisiz bir iskan sürecine paralel olarak takip 
			edilebilmektedir.
			
			i 
			Çayönü Höyüğü ya da Çayönü Tepesi Diyarbakır il merkezinin 
			kuzeybatısında, Ergani İlçesi'nin 7 km güneybatısında yer alan bir 
			höyüktür. Höyük, 4,5 metre yükseklikte 160 x 350 metre boyutlarında 
			yayvan, geniş bir tepe üzerindedir. Güneyinden Boğazçay Deresi 
			geçmektedir. 
			  
			Bilinen neolitik yerleşmelerin pek çoğundan daha geniş bir kazı 
			çalışmasının yapıldığı Çayönü, yerleşik avcı – toplayıcılıktan tarım 
			yapan ve hayvan yetiştiren bir topluma geçişi kesintisiz bir silsile 
			olarak vermektedir. Bunun gibi iyi korunmuş mimarisi, bu alandaki 
			gelişme aşamalarını iyi izlemeyi sağlamaktadır. Diğer yandan 
			sağlanan tüm bilgiler yerleşim planları, günlük yaşam ve sosyal 
			yapılanış hakkında da geniş bilgi sağlamaktadır. Bu bağlamda Çayönü, 
			neolitikleşme sürecinin anlaşılmasında son derece önemli bulgular 
			sağlamıştır. 
			  
			Yerleşmede konutlar dışında, tüm topluluğun kullanımı için inşa 
			edilmiş, bir bakıma kamusal nitelikte yapılar vardır. Birer kült 
			yapısı olarak görülen bu yapılar hem plan, hem yapı tekniği, hem de 
			içeride ele geçen buluntuların niteliği yönünden konutlardan 
			farklılık göstermektedir. Bu yapıların ortak özellikleri çevre 
			duvarlarının içten payelerle donatılmış olması ve her ne kadar 
			farklı teknikler kullanılmış olsa da hepsinde özenle işlenmiş geniş 
			döşemelerin görülmesidir. 
			  
			Çayönü, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago 
			Üniversitesi'nce yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi 
			Araştırmaları" Karma Projesi (Prehistoric Research in Southeastern 
			Anatolia) yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir.  
			  
			Çayönü kazıları ve izleyen çalışmalar, her şeyden önce aynı 
			kültürün, zaman içinde gösterdiği gelişmeyi izleyebilmek açısından 
			önemli bilgiler sağlamıştır.
			
			i 
			Hacılar Höyük, Burdur İl merkezinin 26–27 km güneybatısında yer alan 
			bir höyüktür. Toroslar'ın kuzeye uzanan sırtları arasında oluşmuş 
			bir vadide bulunmakta olup batısında Koca Çay akmaktadır. Höyükteki 
			kazılar 1957-60 yıllarında yapılmıştır. 
			  
			Kazılarda II. tabaka MÖ 6. binyılın ikinci yarısına 
			tarihlenmektedir. Dörtgen bir yerleşmedir ve yaklaşık 2 bin 
			metrekarelik bir alana yayılmaktadır. Hacılar IIA'nın yangınla 
			tahribinden sonra kurulan Hacılar I yerleşmesi kültürde belirgin bir 
			değişmeyi göstermektedir.  
			  
			Höyükteki en önemli buluntulardan biri de arkeolojik yayınlarda 
			"Hacılar tipi" olarak geçen kadın biçimindeki kaplardır. Hacılar'da 
			bulunan "ayrışık kaplar"dan bazıları kuş, oturur ve başını geri 
			çevirmiş durumda betimlene bir geyik biçimli kaptır. 
			  
			Hacılar Höyük seramik çanak çömleği genel olarak elde yapılmış, krem 
			zemin üzerine kahverengi bezemeli çanak çömleklerdir. Oval ağızlı 
			kaseler, küre gövdeli çömlekler, büyücek vazolar, dikdörtgen 
			çanaklar, küpler ve testiler, genel mal türleridir. 
			  
			Yerleşmenin, Erken Kalkolitik Çağ sonunda, dış saldırılar altında 
			terk edildiği ileri sürülmektedir.
			
			i 
			Yumuktepe (veya Yümüktepe), Mersin kent içinde bulunan ve arkeolojik 
			açıdan büyük önemi olan bir höyük.  
			  
			Höyükte 33 tabakalı yerleşim saptanmıştır. Prehistoric Mersin adlı 
			yapıtda taş ve sermikten ev aletlerinin ve üretim araçlı aletlerin 
			listesini verilmektedir. Yumuktepe'de tarım yapılmış, koyun, keçi 
			domuz ve sığır beslenmiştir. MÖ 4500'de Neolitik döneme (Cilalı Taş 
			devri) denk gelen tabakada ise Dünya tarihindeki kaleye benzeyen ilk 
			yapı saptanmıştır. Maden devriyle birlikte maden de kullanılmaya 
			başlanmıştır. Hatta bir görüşe göre, Dünya’da ilk bakır izabe 
			tesisleri Yumuktepe’de kullanılmaya başlanmıştır. 
			  
			MÖ 3200 sonrasına ait arkeolojik kayıtlar yetersizdir. Hatta bir 
			süreliğine yerleşim yerinin terk edildiğini ileri sürenler de 
			vardır. 
			  
			Yumuktepe daha sonra Hitit imparatorluğuna bağlı Kizzuvatna 
			devletinin sınırları içerisinde kalmıştır.  
			  
			Hitit imparatorluğu MÖ 1200'lü yıllarda Batı'dan gelen ve 
			Mısırlılar’ın Deniz Halkları adını verdiği büyük bir göç dalgasıyla 
			yıkıldı. Yumuktepe'nin de gerek bu göç dalgasından ve gerekse daha 
			sonraki yıllarda başlayan Asur saldırılarından büyük zarar gördüğü 
			anlaşılıyor. 
			  
			Roma imparatorluğunun ilk zamanlarında Yumuktepe'nın güneyinde 
			Zephyrium adlı bir liman kenti vardı. Fakat Roma imparatoru 
			Hadrianus zamanında adı Hadrianapolis olarak değiştirildi. Ne var 
			ki, deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 km kadar güney 
			batıdaki Solipolis'in deniz ticaretini ele geçirmesi Yümüktepe’nin 
			gerilemesi sonucunu doğurdu. Yumuktepe daha sonraki dönemlerde liman 
			olarak bütün önemini kaybetti. Ancak kalenin ortaçağa kadar 
			kullanıldığı anlaşılmaktadır.
			
			i 
			Sümerler, yaklaşık olarak MÖ 4000-2000 yılları arasında Irak'ın 
			güneyinde (Güney Mezopotamya) yerleşik olan, medeniyetin beşiği 
			olarak bilinen coğrafi bölgede yaşamış bir uygarlıktır. Dünyanın 
			bilinen en eski uygarlıklarından birisi olarak kabul edilir. 
			  
			Sümerler, "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan Mezopotamya 
			bölgesinde ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini atmıştır. 
			Ayrıca yazı ve astronomi de tarihte ilk kez Mezopotamya'da, 
			Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Genel düşünce, Sümerlerin, çağdaşı olan 
			halklarla yakın bir etkileşim ve benzerliklerinin olduğu yönündedir. 
			  
			Sümer Devleti'nin, Sami olmayan izole bir topluluk tarafından 
			kurulmuş olduğu kabul edilmektedir. 
			  
			Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha 
			sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerekse yazı, 
			dil, tıp, astronomi, matematik; gerekse de din, fal, büyü, mitoloji 
			gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. 
			"Yaratılış" ve "Tufan"a, "Emeş ve Enten"e ilk kez Sümerlerde 
			rastlanır. Yılbaşı ağacı süsleme, evlilik yüzüğü, nazar boncuğu da 
			ilk olarak Sümerlerde görülmüştür. Sümer döneminde 21'i küçük olan 
			yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlar arasında Kiş, 
			Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur sayılabilir. 
			  
			MÖ 4000 yılları başlarında Sümer sınırları kanallar veya sınır 
			taşları ile belirlenmiş bir düzine şehir devletine bölünmüştü. Bütün 
			şehirlerin merkezinde şehre ait özel bir sahip tanrı veya tanrıçaya 
			adanmış olan ve bir rahip yöneticinin (ensi) veya kralın (lugal) 
			idaresindeki tapınak bulunurdu. 
			Sümer şehri, Mezopotamya'nın güney ucunda, Dicle ve Fırat nehirleri 
			arasında, sonradan Babil olmuş, günümüzde de Irak'ın Bağdat 
			şehrinden Basra Körfezi'ne kadar olan bölgede idi. 
			  
			Sümer şehri, Sümerlerden önce yaşamış ve Sümerce konuşmayan ve Sami 
			olmayan bir halk tarafından, MÖ 4000-2350 yılları arasında 
			kurulmuştur. Bu halka günümüzde Proto-Fıratlılar ya da Ubaidliler 
			denmektedir. Ubaid ismi Al-Ubaid şehrindeki kazı alanından gelir. 
			Ubaidliler Sümer şehrinde kurulmuş ilk medeniyettir. Bataklıkları 
			tarım için kurutmuşlar, ticaret, dokumacılık, dericilik, demircilik, 
			taş oymacılığı ve çanak-çömlekçilik gibi işlerle uğraşmışlardır. 
			Ubaidlilerin bölgeye yerleşmesinden sonra çeşitli Sami halklar da 
			aynı bölgeye yerleşmiş, kültürlerini Ubaidlilerinki ile karıştırarak 
			Sümerler öncesi yüksek bir medeniyet kurmuşlardır. 
			  
			Çoğu tarihçiye göre, Sümerler MÖ 5500 ve 4000 yılları arasında 
			bölgeye kalıcı olarak yerleşmiş Batı Asya halkıdır. Samuel Noah 
			Kramer, "Tarih Sümer'de Başlar" kitabında; İran'dan gelen göçebeler 
			ve Samilerin karışımı olan bir köy kültürü ile Sümer tarihinin 
			başladığını yazıyor. Bu iki halkın ve kültürlerinin karışması 
			zamanla Güney Mezopotamya'daki ilk şehir devletini oluşturuyor. 
			Zamanla bölgeye hakim olmak için mücadele eden şehir devletlerine 
			dönüşüyorlar. Genelde Samilerin üstün çıktığı bu mücadelelerde, 
			Mezopotamyalılar diğer bölgelere genişlemeye başlıyorlar ve yakın 
			doğuda ilk imparatorluğu kuruyorlar. 
			  
			Bu imparatorluk zamanla Elam olarak da bilinen bölge dahil olmak 
			üzere, İran'ın batı düzlüklerine kadar yayılıyor. Bu Mezopotamya 
			imparatorluğu, Hazar Denizi ya da Kafkaslardan geldiği tahmin 
			edilen, ilkel ve göçebe Sümerler ile karşılaşıyor. Mezopotamya ile 
			ilkel kabileler arasında tampon görevi yapan Sümerliler ne pahasına 
			olursa olsun direniyorlar. İlk karşılaşmalarda kendilerinden 
			teknolojik ve kültürel anlamda gelişmiş olan Mezopotamyalılar üstün 
			geliyor. Zamanla esir ya da paralı asker olarak Mezopotamya 
			kültürünü yakından tanıyan Sümerler, kendilerine gerekli olan askeri 
			teknolojiyi öğreniyor ve kendi kültürlerine uyguluyorlar. Zamanla 
			gerilemeye başlayan Mezopotamya devletine üstün gelmeyi ve önce batı 
			İran topraklarını sonra Kuzey Mezopotamya'yı almayı başarıyorlar. 
			Fethettikleri bu bölgede ilk Sümer devletini kuruyorlar. 
			  
			Bazı araştırmalarda Sümerlilerin zayıflaması Sümer topraklarındaki 
			tuzlanma ve buna bağlı tarımsal üretimin düşmesi gibi ekolojik 
			nedenlere bağlanır. 
			  
			Sümer bölgesinde Gılgamış destanı gibi anlatımlara konu olan büyük 
			bir sel meydana gelmiş ve bu Tufan'dan sonra bazı şehir devletleri 
			diğerleri üzerinde hakimiyet kurmuşlardır. Şehirleri birleştiren 
			kralların ilki, MÖ 2800 yıllarında Kiş kralı olan Etana dır. Kiş, 
			Erech, Ur ve Lagaş şehirleri diğerlerine hâkim olabilmek için 
			asırlar süren mücadelelere giriştiler. Bu durum Sümerleri harici 
			düşmanlara karşı zayıf bıraktı. Önce Elamlılar (MÖ y. 2530-2450) ve 
			sonra Kral Sargon yönetimindeki (MÖ 2334-2279) Akadlılar Sümerlere 
			saldırdılar. Sargon hanedanı yaklaşık 1 asır iktidarda kaldı ve 
			şehir devletlerini birleştirdi. Sargon hanedanının yönetim modeli 
			tüm Orta Doğu medeniyetlerini etkilemiştir. 
			  
			Akadlar tarafından çökertilmesi sonrasında Sümerler bir daha eski 
			haline gelemedi. MÖ 2000'li yıllarda bağımsız kimliklerini 
			kaybettiler. Ardından gelen Akad ve Babil uygarlıkları çoğunlukla 
			Sümerlerin izlerini taşıdılar. Kendilerine özgü dilleri ve çivi 
			yazıları uzun süre yaşadı. Sümer inanışları ve mitolojisi 
			İbranilerin Babil sürgünü yoluyla Yahudi, Hristiyan ve İslam 
			inanışlarını etkilediği gibi Fenike-Yunan-Roma bağlantısıyla da 
			günümüze dek ulaşmıştır.
			
			i 
			Anadolu'da ''tunç''un metal olarak kullanılması, MÖ 4. binyılda 
			Karaz Kültürü etkisiyle oldu. Bölgeye Akadlar gelene kadar Anadolu, 
			tarih öncesi çağlarını yaşıyordu. Üretim için çeşitli malzemeleri 
			buradan sağlama amacındaki Akad İmparatorluğu, MÖ 2400 yılında Büyük 
			Sargon liderliğinde bölgeyi etkisi altına aldı. Anadolu'nun çok 
			zengin bakır rezervleri olduğu halde tunç için gerekli kalay yeterli 
			miktarda bulunamıyordu. Akadlar, Mezopotamya'daki iklim 
			değişiklikleri ve ticareti olumsuz etkileyen insan gücünün azalması 
			sonucu zayıfladı. Yaklaşık MÖ 2150'de Gutlar, Akkad İmparatorluğu'na 
			son verdi.  
			  
			Akkad İmparatorluğu veya Akad İmparatorluğu, uzun ömürlü Sümer 
			uygarlığından sonra Mezopotamya'nın ilk antik imparatorluğuydu. 
			Merkezi Akad şehri ve çevresindeydi. İmparatorluk, Mezopotamya, 
			Levant ve Anadolu'da nüfuz sahibi oldu ve Arap Yarımadası'nda Dilmun 
			ve Magan'a (günümüz Suudi Arabistan, Bahreyn ve Umman) kadar güneye 
			askeri seferler düzenledi. 
			  
			Akad İmparatorluğu, kurucusu Akkadlı Sargon'un fetihlerinin ardından 
			M.Ö. 24. ve 22. yüzyıllar arasında siyasi zirvesine ulaştı. Sargon 
			ve ardılları altında, Akad dili zamanla Elam ve Gutium gibi komşu 
			fethedilen devletlere empoze edildi. Akkad bazen tarihte ilk 
			imparatorluk olarak kabul edilir, ancak bu kesin değildir ve daha 
			öncede Sümerler vardır 
			  
			Akad, Mezopotamya'nın Güney Merkez kesiminde, Dicle ve Fırat 
			nehirlerinin birbirlerine en çok yaklaştıkları yerde bulunan 
			tarihsel bölge. Antik Babil medeniyetlerinin ana yurdu olan Akad'ın 
			kuzeyinde Asur bölgesi, güneyinde ise Sümer bölgesi yer alıyordu. 
			Akad isminin yerini zamanla Babil kelimesi almıştır. 
			  
			Akad ismi, Sami kökenli I. Sargon'nun (Akad dilinde Şarrukin) MÖ 
			2300'lerde kurduğu Agade şehrinin isminden gelmektedir. Bu dönemden 
			itibaren tüm Güney Mezopotamya hükümdarları kendilerini Sümer ve 
			Akad kralı diye isimlendirmişlerdir. Akad, yeryüzünün ilk güçlü 
			imparatorluğu olan Akad İmparatorluğu'nun merkez topraklarını 
			oluşturuyordu.  
			  
			Naram Sin (MÖ 2254 - 2218) dedesi Sargon'un bıraktığı imparatorluğun 
			sınırlarını koruyup genişletti. Güneyde Sümerler'e, doğuda 
			Elamlılar'a ve kuzeyde Anadolu'ya seferler yapmıştır. Bunlardan 
			kendisine ait Şartamhari metinlerinde, Anadolu'da 17 krallıktan 
			oluşan bir orduya karşı savaştığını, bunlar arasında
			
			Puruşhanda, Karşaura, Kaniş gibi krallıklar 
			olduğunu, bu ordunun başında Hatti Kralı Pampa'nın yer aldığından 
			söz etmektedir. Naram Sin'den sonra yerine oğlu Şar-Kali-Şarri (MÖ 
			2217 - 2193) geçmiştir. Şar-Kali-Şarri döneminde, ona karşı Anadolu, 
			Elam ve Güney Mezopotamya'da ayaklanmalar olmuş ve dağ kavimleri 
			bölgeye saldırılar yapmıştır. 
			  
			Naram Sin'den sonra yerine geçen oğlu Şar-Kali-Şarri'nin ölümünden 
			sonra Önce Orta Babil'de küçük bir toprak parçası olarak devam eden 
			Akkadlar, MÖ 2154 yılında Gutiler tarafından ortadan kaldırılmıştır.
			
			i 
			Gutiler, Güney Mezopotamya'da, Zagros Dağlarında (günümüzde İran) 
			yaşamış göçebe bir halk. Gutilerin yaşadıkları bölge Gutium olarak 
			adlandırılmıştır. Mezopotamya'daki ilk imparatorluk olan Akad 
			İmparatorluğu'nun MÖ 3. binyılın sonlarında yıkılmasında etkili olup 
			ardından bölgenin hakimiyetini ele geçirmiş, Sümer Guti Hanedanı'nı 
			kurmuşlardır.
			
			i 
			Babil, Mezopotamya’da adını aldığı Babil kenti etrafında MÖ 1894 
			yılında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan bir 
			imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın El Hilla kasabası 
			üzerinde yer almaktadır. Babil halkının büyük bir kısmını tarih 
			boyunca çeşitli Sami asıllı halklar oluşturmuştur. Bölgede 
			konuşulmuş en yaygın dil Akadca olmuş olmasına rağmen Sümerce dinsel 
			dil olarak kullanılmıştır. Aramice ise ilerleyen yıllarda bölgenin 
			lingua francası konumuna gelmiştir. 
			Başlangıçta Akad İmparatorluğu'nda yer alan önemsiz ve güçsüz bir 
			şehir iken, şehrin Amori hükümdarı Hammurabi tarafından kısa süre 
			içinde büyüyen ve gelişen şehir, kısa ömürlü de olsa bölgedeki en 
			güçlü imparatorluklardan biri haline gelmiştir. Bu dönemden sonra 
			tüm Güney Mezopotamya'ya Babil denilmeye başlanmış, devletin kutsal 
			şehri Nippur olmuştur. Hammurabi'nin oğlu altında güçten düşen 
			devlet uzun süre boyunca Asur, Kassit ve Elam egemenliği altında 
			kalmıştır. Şehir Asurlular tarafından yıkılıp yeniden inşa 
			edilmiştir. MÖ 609-539 yılları arasında hüküm sürmüş Yeni Babil 
			İmparatorluğu, bağımsızlığını Asurlulardan Keldani Nebupolassar 
			önderliğinde kazanmıştır. Bu devletin de çökmesi ile Babil şehri 
			Ahameniş, Seleukos, Part, Roma ve Sasani egemenliği altında 
			kalmıştır.  
			Babil'in Asma Bahçeleri, Dünyanın Yedi Harikası'ndan biridir. MÖ 7. 
			yüzyılda Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaptırılmıştır. 
			Babil'in çorak Mezopotamya çölünün ortasında; ağaçlar, akan sular ve 
			egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Coğrafyacı 
			Strabon'un 1. yüzyıldaki tanımına göre: 
			"Bahçeler birbiri üzerinde 
			yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve 
			büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla 
			doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve 
			asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat 
			Nehri'nden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Bu şekilde 
			üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya 
			doğru akıyordu" 
			Söylenceye göre, Nebukadnezar bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı 
			Semiramis için yaptırmıştır. Semiramis, Medes kralının kızıdır. 
			Mezopotamya'nın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da 
			karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, 
			suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen 
			Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır.
			
			i 
			Gutları yenen Asurlular, gümüş başta olmak üzere bölgedeki maden 
			kaynaklarına sahip çıktı. Asurluların Kaniş'te bulunan çivi yazısı 
			tabletlerinden, gelişmiş ticaret hayatına sahip oldukları 
			anlaşılıyordu.  i 
			Hattiler, M.Ö. 2500-2000/1700 yıllarında Anadolu'da yaşamış bir 
			uygarlık. Anadolu Yarımadası'nın bilinen en eski adı Hatti 
			ülkesi'dir. 
			İlk defa Mezopotamya yazılı kaynaklarında Akad sülalesi döneminde 
			(M.Ö. 2350-2150) kullanılan bu adlandırma, M.Ö. 7. yüzyıl Asur 
			yıllıklarında görüldüğü üzere, M.Ö. 630 tarihlerine değin 
			süregelmiştir. Böylece Anadolu en az 1.500 yıl boyunca Hatti ülkesi 
			olarak tanındı.  
			Bu ad o denli yerleşmişti ki Anadolu'da Hattilerden sonra yaşayan 
			Hititler yaşadıkları ülkeden söz ederlerken, Hatti ülkesi deyimini 
			kullandılar. Bu ve bazı arkeolojik bulgular nedeniyle uzun yıllar 
			boyunca Hititler ve Hattilerin aynı ırk ya da akraba ırklar 
			oldukları varsayıldı. 
			Hititlerin Hattuşa tabletlerini ilk okuyan filologlar, hep bu tabire 
			rastladıkları için bambaşka bir dil konuşan bu yeni kavme de Hatti 
			adını taktılar. 
			Hititlerin Hattilerden geldiği iddiası bir  spekulasyon. 2 halk 
			birbirinden dil ve ırk bakımından tamamıyla ayrıdır.  
			Ancak kültürel açıdan bakıldığına Anadolu Hatti sanatının Hititler 
			tarafından alındığını ve köklü Hatti geleneğinin Hititlerde 
			yaşadığını görürüz. Hatti yer isimleri, şahıs isimleri ve efsaneleri 
			Hitit kültüründe yer almıştır. Gerek Alaca Höyük, gerekse son 
			yıllarda yapılan arkeolojik kazılar, Hatti kültürünün gücünü ortaya 
			koymaktadır. 
			Anadolu'ya ne zaman geldikleri bilinmeyen, belki dağınık gruplar 
			hâlinde gelmiş olan Hititler, bu gücün bir parçası olmuşlardır. 
			Hitit Krallığı'nın hâkim yönetici sınıfı olan ve Hatti geleneği 
			taşıyan Hitit kralları, Anadolu'yu teokratik tabanlı bir feodal yapı 
			içinde yönetmişlerdir. 
			Anadolu'daki Hatti beylikleri bir protohistorya (ön tarih) 
			uygarlığıdır. Başka bir deyişle onlar henüz yazı kullanmadıkları 
			için tarihsel sürece ait değildirler. Ancak bu beyliklerin konuştuğu 
			dil, inandıkları din, yaşattığı örf ve âdetleri hakkında Hititler 
			yolu ile birçok bilgiye sahip bulunmaktayız. Bu nedenle Hatti 
			beylikleri ön tarih (protohistorya) uygarlığının güzel bir 
			örneğidir.
			
			i 
			Hurriler veya Hurri Devleti, MÖ 3. binyıldan itibaren, Sümer, Akkad, 
			Hitit, Ugarit ve Mısır kaynaklarında hakkında bilgiler bulunan, 
			Mezopotamya ve Yukarı Dicle bölgelerinde hüküm süren, konuştukları 
			dil itibarıyla (Hurrice) Asya kökenli olduğunu kabul edilen ve MÖ 7. 
			yüzyıla kadar varlığını sürdüren devlet. 
			Erken Tunç Çağı'na ait Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki kültür 
			yerleşimlerinden olan Karaz Kültürü'nde ve Suriye'de bulunan çanak - 
			çömlek türlerinin Hurrilere ait olduğu kabul edilmektedir. 
			Hurillerle ilgili Akkad dönemi belgelerinden MÖ 3. binyılın 
			sonlarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Mezopotamya'da yaşadıkları 
			anlaşılmaktadır. Bir müddet Akad hakimiyetine giren ve Akatça yazı 
			dilini kullanan Hurriler, Akkadlar'ın yıkılmasından sonra 
			bağımsızlığına kavuşmuşlar, bir takım beylikler kurmaya 
			çalışmışlardır. Ancak Sümerler'in Üçüncü Ur Hanedanı zamanıda, 
			Şulgi'nin bölgeye hakim olması sonucu Hurriler bağımsızlığını 
			yeniden yitirmişlerdir. Mari'de bulunan mektuplarda, Hurri kökenli 
			bir topluluk olan Turukkiler'in yiyecek maddeleri yağmaladıkları 
			yazılmıştır. Kayseri yakınlarında bulunan Kültepe'de bulunan çivi 
			yazılı belgelerde çok sayıda Hurrice belgeye rastlanmıştır. Bu 
			belgelerde Hurrice sözcükler bulunması, bu dönemde Hurrilerin Orta 
			Anadolu'ya kadar etkisini sürdürdüğünü göstermektedir. Babil 
			kaynaklarında, Hitit Kralı I. Murşili'nin, Babil seferinin dönüşünde 
			Hurriler ile savaştığı yazmaktadır. 
			Artan nüfusun bir sonucu olarak MÖ 2500'lerde bölgedeki otlakların 
			yetersiz kalması nedeniyle güney yönünde yayılma göstermişlerdir. Bu 
			göçler iki ana hat üzerinden, Urmiye Gölü çevresinden Mezopotamya ve 
			Elazığ - Malatya üzerinden Kuzey Suriye ve Filistin'e olmuştur. 
			Mitannilerin MÖ 16. yüzyılda Doğu Anadolu Bölgesi, Güney Doğu 
			Anadolu ve Kuzey Suriye'ye olan göçleri vardır. Bu göçler Hurrilerin 
			yaşadıkları yerlere olduğundan, Hurriler batıya doğru kaymışlardır. 
			Bu kaymalar sonucu Hititler ile mücadeleler başlamıştır. Bazı Hurri 
			kabileleri ise Mitanni egemenliğini kabul ederek onların yeni bir 
			devlet kurmalarına yardım etmiştir. Mitannilerin ikinci göçü ile 
			birlikte, yine batıya kayma olmuş ve Hurriler Hitit denetimindeki 
			Çukurova bölgesini ele geçirerek burada Kizzuvatna Devleti'ni 
			kurmuşlardır. I. Murşili'nin ölümünden sonra Hititler uzun süren bir 
			taht kavgasına başlamışlardır. Bu durumdan yararlanan Hurriler 
			Hattuşaş'a kadar ilerlemiştir. Burada kraliçe ve çocuklarını esir 
			almışlardır. Hitit Kralı I. Zidanta zamanında Hititler bu devleti 
			tanımış ve kral Pilliya ile barış anlaşması yapmıştır.
			
			i 
			Mitanniler, Kizzuvatna dışında yaşayan Hurrilerin önemli bir kısmını 
			hakimiyeti altına alarak, toprakları bugünkü Kerkük bölgesinden 
			Akdeniz'e kadar uzanan bir devlet kurmuşlardı. Türkiye - Suriye 
			sınırına yakın bir yerde Resulayn civarında olduğu kabul edilen 
			Vaşşuganni şehrini başkent yapmışlardı. Hurri - Mitanni Devleti'nin 
			nüfusunun çoğunluğunu Hurriler oluşturmaktaydı. Devlet soyluları 
			Hurrice isimler kullanmaktaydı. Mitani kralı Tuşratta'nın Mısır 
			firavununa gönderilen ve Amarna'da bulunan mektupların çivi yazısı 
			kullanılarak Hurrice yazılması, Tuşratta'nın Akatça yazılmış diğer 
			mektuplarda, karşılığı bilinmeyen kelimeler için Hurrice 
			kullanılması ve Tuşratta'nın bazen kendinen Hurri Kralı olarak 
			bahsetmesi Mitanni Devleti'nin resmi dilinin Hurrice olduğunu 
			göstermektedir. Ayrıca, Mısırlarla yapılan yazışmalarda, Hurri - 
			Mitanni Devleti'nin Hititler'e karşı başarılar kazanıldığı 
			öğrenilmektedir. 
			Hititler'in tahtına I. Şuppiluliuma'nın gelmesiyle Hititler bölgede 
			yeniden güçlenmeye başlamışlardır. Şuppiluliuma ilk önce Kizzuvatna 
			Devleti'ni bir anlaşmayla Hititler'e bağlamış, daha sonra Vaşşuganni 
			üzerine bir sefer yaparak Hurri - Mitanni Devleti'ne son vermiştir. 
			Fakat Şuppiluliuma'nın ölümünden sonra bölgede Hitit egemenliği 
			azalmış ve Hurri - Mitanni devleti kendini toparlamıştır. Devletin 
			varlığı Asur kralı I. Tukulti-Ninurta dönemine (MÖ 1244 - 1208) 
			kadar sürmüştür. 
			Hurrice, Hint-Avrupa ve Sami dilleri benzememektedir.
			Ayrıca eklerden oluşan Hattice’den de farklıdır. 
			Hurrice’nin başlıca özelliği kelimelerin arkasına eklenen eklerle 
			oluşturulması iken bilinen hiçbir sondan eklemeli dile 
			benzememektedir. 
			Hurrice, göçler sonucu oluşan Mitanni Devleti ve 
			Hititler tarafından benimsenmiş, günlük yaşamdan kralların aldığı 
			unvanlara kadar kullanmışlardır. 
			
			i 
			Luviler, Anadolu’da yaklaşık olarak M.Ö. 2300'e doğru ortaya çıkmış 
			bir halktır. Luvice denilen bir dil konuştukları bilinmektedir. 
			Anadolu’nun Hitit öncesi tarihi henüz tam olarak aydınlatılamamış 
			olmakla birlikte 1906'da Hititlerin antik başkenti Hattuşaş'ta 
			bulunan çivi yazılarının çözülmesiyle, Luviler Anadolu’nun 
			yerlilerindir. 
			Hititlerin çivi yazılı belgelerinde bu halktan Luvian / Luvili 
			olarak söz edilmektedir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra 
			Hititlerin çivi yazısının unutulmuş olmasına karşın Luvice, yazısı 
			biraz değişikliğe uğramakla birlikte Anadolu'da varlığını 
			sürdürmüştür. Pelasgların konuştuğu Pelasgus (Pelasgos) adı verilen 
			dilden kalma tarihsel adların Luvi dili temeline dayandığı ortaya 
			çıkmıştır. 
			Hitit yazıtlarında Luviler'den söz edilirken bir çeşit ikinci sınıf 
			insan muamelesi yapıldığı görülür. 
			Truvalıların da Luvi dilini konuştuğu ileri sürülmüştür. 
			Luviler’in bilindiğinden daha çok sayıda yerleşimleri var; son 
			yıllarda Batı Anadolu'da Geç Tunç Çağı'na ait 340 adet Luvi yerleşim 
			yeri tespit edildi.
			
			i 
			Asur İmparatorluğu, Asur Devleti veya Asurya, MÖ 2025 ile MÖ 612 
			yılları arasında var olmuş ve Sami halkalardan oluşmuş bir Antik Çağ 
			Mezopotamya imparatorluğuydu. Devlet ilk başta Irak'ın kuzeyinde, 
			Dicle kıyısında bulunan Asur (Aššur) şehrinden oluşmuşken, Güney 
			Mezopotamya ve Doğu ile olan ticari ilişkilerden yararlanarak 
			gelişmiş ve toprakları genişleyerek bir imparatorluğa dönüşmüştür. 
			Anadolu'daki en büyük ticaret kolonileri
			
			
			
			Kültepe'de 
			(Kayseri) ve Acemhoyuk’te 
			(Yesilova-Aksaray) bulunmaktaydı.  Başkentleri Ninova'ydı. 
			Asurlular, Anadolu şehir devletlerine kumaş ve kalay gibi çeşitli 
			şeyler satarak karşılığında altın veya gümüş almış ve koloni 
			faaliyetlerinde bulunmuşlardır. 
			Savaştaki atılganlıklarıyla tanınan Asurlular, anıtsal yapılar da 
			bıraktılar. Ninova, Asur, Kalah (Nimrud), Dur Şarrukin (Horsâbad) ve 
			başka yerlerde bulunan kalıntılar, Asur mimarîsinin örneklerini 
			oluşturmaktadır.  i
			 
			Asur’un yükselişinin kral İluşuma ve oğlu Erişum (MÖ 1939 – 1900) 
			zamanlarında bu iki kralın ticaret konusundaki politikaları büyük 
			rol oynamıştır. İluşuma Güney Mezopotamya’dan gelen tüccarlara bir 
			takım imtiyazlar tanımış, onları bu şekilde Asur’a çekmeyi 
			başarmıştır. Aynı zamanda doğu ile yapılan kalay ticaretini de 
			kontrol altına almayı başarmıştır. Böylece Güney Mezopotamyalı 
			tüccarlar Asur’a gelip daha ucuz fiyattan kalay alabilmekte, 
			çoğunluğu Basra Körfezi üzerinden gelen bakırı satabilmekteydi. 
			Güneyden gelen üç kervan yolu olduğu anlaşılmaktadır, Ur – Nippur – 
			Asur, Dicle üzerinden ve Elam – Dicle doğusundaki Der – Asur 
			yolları. İluşuma’nın oğlu Erişum ise gümüş, altın, bakır, kalay, 
			arpa ve yün ticaretini vergiden muaf tutarak bu ticareti büyük 
			ölçüde Asur üzerine çekmiştir. 
			  
			İlkçağda Eski Asur İmparatorluğu, Ortadoğu'nun en büyük 
			imparatorluklarından biri olmuştur. MÖ 2. binyılın başından itibaren 
			özellikle Anadolu'da koloniler kurmuş, Anadolu'ya yazıyı 
			taşımışlardır. 
			  
			Asur ülkesi, 1450 ila 1393 yılları arasında Mitannilere bağlı 
			kalmıştır. Hanedan ve ülke bu periyotta resmi olarak feshedilmemiş 
			olmamasına rağmen Mitanniler ülkenin dış ve iç işlerinde önemli 
			ölçüde söz sahibi olmuşlardır. I. Eriba-Adad'ın tahta çıkması ve 
			ülkedeki Mitanni etkisini kırması sonucunda devlet yeniden 
			bağımsızlığına kavuşmuş ve Orta Asur İmparatorluğu dönemi 
			başlamıştır.
			
			i     
			MÖ 14. yüzyılda yeniden bağımsızlıklarını kazanan ve Fırat'a kadar 
			topraklarını genişleten Asurlar, daha sonra Mezopotamya'da, 
			Anadolu'nun güneydoğusunda, zaman zaman da Suriye'nin kuzeyinde 
			büyük güç kazandı. Fakat I. Tukulti-Ninurta'nın ölümünden (MÖ 1208) 
			sonra ülke gerileme dönemine girdi. MÖ 11. yüzyılda I. 
			Tiglat-Pileser zamanında kısa süre yeniden eski gücüne kavuştuysa 
			da, bunu izleyen dönemde hem Asur Krallığı, hem de düşmanları, yarı 
			göçebe Aramiler'in akınlarıyla yıprandı.
			
			i       
			Asur, kuzeybatıdaki topraklarını Muşki’lere kaptırdı. Daha sonra I. 
			Tiglat-Pileser hükümdarlığında bölge geri alındı. Babil ve Asur 
			bölgelerinde, Arami yayılmasıyla kontrol kentlerin dışında hemen 
			hemen sağlanamıyordu. Babil zaten Şutruk-Nahunte yönetimindeki 
			Elamlılar tarafından yağmalanmıştı ve Dicle’nin bir kolu olan Diyala 
			Vadisi kaybedilmiştir. Bu kayıplara rağmen Asur kralları büyük 
			kentleri ve ülkeyi yıkımdan korumayı başardılar.
			
			i 
			MÖ 9. yüzyılda Asur kralları sınırlarını yeniden genişletmeye 
			başladılar; MÖ 8. yüzyılın ortasından, MÖ 7. yüzyılın sonuna değin 
			III. Tukultī-Apil-Ešarra (III. Tiglat Pileser), II. Šarru-Kinu (II. 
			Sargon) ve Sin-Ahhe-Eriba (Sinahherib) gibi güçlü kralların 
			önderliğinde Basra Körfezinden Mısır'a kadar uzanan toprakları 
			egemenlikleri altında birleştirerek günümüzde Yeni Asur 
			İmparatorluğu olarak adlandırılan bir imparatorluk kurdular. 
			  
			Son büyük Asur kralı Aššur-Bāni-Apli idi. Aššur-Bāni-Apli 
			(Asurbanipal), Elam'ı ele geçirerek bu ülkenin halkını yok etmiştir. 
			Bu dönemde sanatta büyük bir gelişme olduğu bilinmekteyse de, 
			hükümdarlığın son yılları ve MÖ 627'deki ölümünü izleyen dönemin 
			olayları karanlıkta kalmıştır. Asur Krallığı, Babil-Keldaniler, 
			Medler, İskitler ve Kimmerlerin ülkeye yaptığı akınlar sonucunda 
			iyice zayıflayarak MÖ 612-605 yılları arasında yıkılmıştır. 
			  
			İmparatorluğun çökmesiyle birlikte Asur halkı da tarihi kayıtlardan 
			silindi. Son olarak Harran ve çevresinde yaşadıkları bilinmekle 
			birlikte kayıtlarda yeralmasa da eski imparatorluk topraklarında 
			daha sonraki yüzyıllarda da yaşamlarını sürdürdükleri ve zamanla 
			bölgenin diğer halkları içinde asimile oldukları düşünülmektedir.
			
			i 
			
			i 
			Hititler ya da Etiler, Tunç Çağı'nda Anadolu yarımadasında devlet 
			kuran bir halk. MÖ 1600 civarında İç Anadolu'daki Hatti beyliklerini 
			ele geçirerek Hattuşaş merkezli olarak kurdukları devlet MÖ 14. 
			yüzyıl ortalarında I. Şuppiluliuma yönetimi altında Levant ve Yukarı 
			Mezopotamya'ya değin genişleyerek bir süper güç hâlini almıştır. 
			Halk, Hint-Avrupa dillerinin bilinen ilk örneği olan ve Anadolu 
			dilleri sınıfına ait Hititçe ve Luvice dillerini konuşmuştur. Bu 
			dillerin yanı sıra tabletlerinde Sümerce ve Akadca yazılar da 
			mevcuttur. Çivi yazısını ve hiyeroglif yazı sistemini 
			kullanmışlardır.Hititler anal adı verilen günlükler tutmuştur. 
			Hititler çok tanrılı bir dine inanmışlardır 
			  
			MÖ 14. yüzyılda Hitit İmparatorluğu gücünün zirvesine ulaştı; Orta 
			Anadolu, Suriye'nin kuzeybatısı ve yukarı Mezopotamya'ya kadar 
			yayıldı. Kizzuvatna Krallığı, ticaret yolları açısından önemli bir 
			bölge olan Hatti'yi Suriye'den ayırarak ele geçirdi. İki devlet 
			arasında barış anlaşmaları imzalandı, sınırlar korundu, ta ki Hitit 
			Kralı I. Şuppiluliuma, Kizzuvatna'yı tamamen ele geçirinceye kadar. 
			Her ne kadar Kizzuvatna Uygarlığı bitse de Hititler, Comona ve 
			Kilikya'da onların kültürlerini korumalarına izin vermiştir. 
			  
			MÖ 1180'den sonra Levant bölgesine deniz kavimlerinin gelmesiyle 
			imparatorluk dağıldı ve bir kısmı MÖ 8. yüzyıla kadar ayakta duracak 
			olan küçük şehir devletleri (Geç Hititler) ortaya çıktı. 
			  
			Anadolu, Erken Tunç Çağı'nın son yüzyıllarından başlayarak irili 
			ufaklı pek çok beylik arasında paylaşılmaya başlamıştı. Anadolu'da 
			beylikler düzenine son verilip merkezî devlete doğru ilk adımlar 
			Hititlerce atılmıştır. Anadolu'nun yerli halklarından oldukları 
			anlaşılan Hititler MÖ 3. binyılın içlerinde başlayan toplumsal 
			gelişmelerin bir sonucu olarak giderek büyük bir devlet durumuna 
			gelme başarısını göstermişlerdir. Bu başarıda Hititlerin dil ve ırk 
			farkı gözetmeyen melez bir toplum yapısına dayanmaları en önemli 
			rolü oynamış olmalıdır. Bu devlet içinde Hititlerin yanında 
			Hattiler, Palalar, Hurriler, Luviler vb. pek çok etnik unsur 
			bulunmaktaydı. 
			  
			Yazılı metinlere göre Koloni Çağı'nın son safhalarında, Pithana'nın 
			oğlu Anitta Anadolu'da şehir beylikleri halinde yaşayan Hititlerin 
			birleşmesinde ilk adımı atarak Anadolu'nun merkezî sistemle idare 
			edilen ilk devletini kurmuştur. 
			  
			Eski Asurlu koloniciler Anadolu'yu terk ettikten bir süre sonra MÖ 
			1650'lerde I. Hattuşili devletin başkentini Neşa'dan Hattuşaş'a 
			taşımıştır. Hattuşaş'ın başkent olmasıyla birlikte Eski Hitit 
			Krallığı hızlı bir biçimde gelişmeye başlar. Kısa sürede Kuzey 
			Suriye (Alalah) ve Batı Anadolu'daki Arzava ülkesi ele 
			geçirilmiştir. I. Hattuşili'yi izleyen I. Murşili döneminde Halpa ve 
			Babil Hitit Krallığı'na dâhil edilmiştir. Böylelikle Hititler kısa 
			sürede Yakın Doğu'nun etkin siyasal güçlerinden biri olarak adlarını 
			duyururlar. Eski Hitit Krallığı olarak anılan bu dönemde sanat, 
			başta Boğazköy olmak üzere Alacahöyük, Bitik, Alişar, Eskiyapar, 
			İnandık, Maşat Höyük, Hüseyindede ve İmikuşağı kazılarının ortaya 
			koyduğu gibi büyük ölçüde Anadolu geleneğine bağlıdır. Seramikte 
			teknik ve form bakımından Asur Ticaret Kolonileri Çağı'nda 
			yaratılmış olan esaslar zamana uygun olarak devam eder. Devrin 
			seramik formları arasında büyük boy banyo kapları, matara biçiminde 
			kaplar, süzgeçli kaplar, kantharoslar ve çanak içindeki tanrıçalı 
			kült kabı özellik gösteren türlerdendir. Çokça talep edilen törensel 
			içki kaplarının bu dönemde Boğazköy ve İnandık boğalarında olduğu 
			gibi daha büyük boyda yapılarak kullanıldığı görülür. 
			  
			Koloni Çağı'ndan da tanıdığımız kabartmalı vazo yapma geleneği, Eski 
			Hitit döneminde devam etmiş ve en iyi örnekleri ilk kez Eskiyapar, 
			İnandık, Bitik ve Hüseyindede gibi merkezlerde ele geçmiştir. 
			Kabartmalı motiflerin firizler halinde üzerine yerleştirildiği 
			İnandık vazosu, bu tipin en iyi örneklerindendir. 
			  
			Bu dönemin maden sanatını temsil eden örneklerden ikisi Boğazköy'de 
			bulunan, altından yapılmış, oturan tanrıça biçimli kolye tanesi ile 
			Dövlek'te bulunmuş tunç tanrı heykelciğidir. Eski Hitit dönemi 
			tasvir sanatında tunçtan yapılan heykelciklerde tanrılar 
			betimlenmektedir. Bunların mabetlerde saklandıkları ve koruyucu 
			nitelikte oldukları yazılı belgelerden bilinmektedir.  
			  
			Ülke içindeki politik çekişmeler nedeniyle zayıflayan Eski Hitit 
			Krallığı MÖ 2. binin ikinci yarısında, II. Tuthaliya devrinde 
			yeniden kuvvetlenmiş ve bir imparatorluk haline gelmiştir. Mısır ile 
			Babil'in yanında Ön Asya'nın üçüncü büyük politik gücünü 
			oluşturmuştur. Bu yeni evreye Yeni Hitit Devleti ya da Hitit 
			İmparatorluk Çağı denir. 
			  
			I. Şuppiluliuma ülkesinin sınırlarını Kuzey Suriye'ye, etki alanını 
			da Kuzey Mezopotamya'ya ve MÖ 2. binyılın ortalarında kurulmuş olan 
			Hurri-Mitanni ülkesine değin genişletmiş; Doğu Anadolu'nun batı 
			kesimindeki Hurri kökenli İşuva ülkesini ele geçirmişti. 
			Hükümdarlığı sırasında, Mısır firavunu Tutankhamun'un genç yaşta 
			ölümü üzerine karısı, Hitit Krallığı'na başvurarak kendisi için bir 
			eş talebinde bulunmuştur. I. Şuppiluliuma, oğullarından Zannanza'yı 
			gönderdiyse de genç prens yolda bir Mısır entrikasına kurban 
			gitmiştir. Bu olay, Suriye topraklarına sahip olmak isteyen Mısır ve 
			Hitit arasında, sonuçta Kadeş Antlaşması ile bitecek olan bir dizi 
			savaşı bahanesi olmuştur.  
			  
			II. Murşili ölünce imparatorluk tahtına oğlu ve I. Şuppiluliuma'nın 
			torunu II. Muvatalli geçer. İlk yıllarında o da Batı Anadolu'daki 
			karışıklıklar ve ayaklanmalarla uğraşmak zorunda kalır ve sonuçta 
			Troya Kralı Aleksandros ile bir antlaşma yaparak huzuru sağlar. 
			Ancak esas stratejisini Kuzey Suriye'nin egemenliği için çatışmak 
			zorunda olduğu Mısır'a göre belirlemiştir. Bu dönemde Mısır tahtına 
			II. Ramses çıkmış ve Suriye üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır. 
			Bununla ilgili olarak hükümdarlığının dördüncü yılında bir sefer 
			düzenleyerek, Hitit İmparatorluğu'na bağlı küçük Amurru Krallığı'nı 
			ele geçirmiştir. Böylelikle savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. MÖ 
			1285'te Kadeş kenti yakınında yapılan savaşta Mısır orduları savaş 
			düzeni almaya zaman bulamadan Hitit savaş arabalarının baskınına 
			uğramışsa da savaşın ne şekilde sonuçlandığı açık değildir. Çivi 
			yazılı Hitit belgelerinde bu konuda hiçbir bilgi yoktur. Buna 
			karşılık Mısır'da El-Uksur kentindeki Luksor ve Karnak 
			tapınaklarıyla, daha güneydeki Ebu Simbel Tapınağı'nın duvarlarında, 
			Firavun II. Ramses'in, bunu bir zafer olarak anlatan abartılı 
			yazıtları ve kabartmaları bulunmaktadır. Ancak savaştan sonra, 
			çatışmayı başlatan Amurru Krallığı'nın yeniden Hitit'e bağlı hale 
			gelmiş olması esas galibin Muvatalli olduğuna işaret eder. 
			  
			Mısır ve Hitit devletleri arasında MÖ 1270 yılında imzalanan Kadeş 
			Antlaşması, dünyanın iki büyük gücü arasında imzalanmış ilk büyük 
			antlaşma olma özelliğine sahiptir. Antlaşma metni o zamanın 
			diplomatik yazı dili olan Akad ve Mısır dillerinde hazırlanmıştır. 
			Mısır'dan Hattuşaş'a yollanan ve gümüş bir tablet üzerine kazınmış 
			olan Akadca özgün nüsha bulunamamıştır. Buna karşılık aynı metnin 
			kil tablet üzerine yazılmış olan bir kopyası Boğazköy arşivlerinde 
			ele geçmiştir. Antlaşmaya göre iki ülke de barış içerisinde 
			yaşayacak ve sonsuza dek birbirlerine saldırmayacaktı. Diğer önemli 
			belge ise 1986 yılında Boğazköy kazılarında bulunan dikdörtgen çivi 
			yazılı bronz tablet olup IV. Tuthaliya ile Tarhuntaşşa Kralı Kurunta 
			arasında imzalanan bu metin sınır düzenlemesi ile ilgilidir. Bu 
			eser, Anadolu'da bulunan tek bronz tablettir. 
			  
			III. Hattuşili'den sonra Hitit tahtına büyük kraliçe Puduhepa'nın 
			oğullarından biri olan IV. Tuthaliya geçmiştir. IV. Tuthaliya 
			babasından devraldığı saygın ve güçlü imparatorluğu sürdürmekle 
			birlikte, ölümünden sonraki yıllarda imparatorluk hızla yıkılmaya 
			yüz tutmuştur. 
			  
			Hitit İmparatorluğu gibi büyük bir devletin sonunu getiren olaylar 
			arasında MÖ 1200 yılları civarında Balkanlardan Anadolu'ya ulaşan 
			büyük göç dalgalarının etkisi olabileceği düşünülür. Ancak göçebe 
			bir yaşam sürdüren ve genellikle aşiretler çevresinde kümelenmiş 
			köylülerden oluşan bu insanların Hitit başkenti Hattuşaş'a ulaşarak 
			bu devlete doğrudan doğruya son vermiş oldukları kabul edilemeyecek 
			bir varsayımdır. Bununla birlikte bu göçler sonucunda Batı ve 
			Kuzeybatı Anadolu'da ortaya çıkan karmaşa-belirsizlik ortamının 
			Hitit devletinin ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş olabileceği 
			varsayılabilir. MÖ 2. binyılın son yüzyılları tüm Anadolu yarımadası 
			için kaos ve sıkıntıların doruk noktasına ulaştığı bir dönemdi. 
			Çeşitli yönlerden kopup gelen istilacılar ve göçmenlerin yarattığı 
			bunalımlar sonucunda Hattuşaş'ın son hükümdarı II. Şuppiluliuma'dan 
			sonra Hitit devleti son bulmuş, böylelikle yüzyıllardır süren mevcut 
			durum ortadan kalkmıştır. 
			  
			Hitit İmparatorluğu'na son veren etkenler arasında en önemlisi, 
			kuzeyde dağlık Karadeniz bölgesinde yaşayan savaşçı halk Kaşkaların 
			MÖ 2. binyılın son yüzyılları içinde yaptıkları göçtür. Hitit 
			devletine yüzyıllardır sorun yaratan bu istilacı kavmin, sonuçta bir 
			kez daha Orta Anadolu'ya inerek Hitit topraklarını yağmalayarak 
			başkent Hattuşaş'ın ıssızlaşmasına neden olduğu düşünülmekteydi. 
			Ancak 1996 yılında Büyükkaya sırtında başkentin yıkılışından sonra 
			kurulan bir yerleşme kazılmıştır. Bu bir Hitit yerleşmesi değildi. 
			Bu yerleşme ile şehrin Demir Çağı tarihi başlamaktadır. 
			  
			İç Anadolu Demir Çağı'nın ilk dönemi önceleri Karanlık Çağ olarak 
			adlandırılıyordu çünkü Hitit İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra 
			yaklaşık 300 yıl devam bu dönemde hiçbir yerleşme görülmüyordu. 
			Ancak son yıllarda bu döneme tarihlenen çeşitli yerler saptanmıştır. 
			Hattuşaş'ın kuzeydoğusundaki Büyükkaya yerleşmesi de bunlardan 
			biridir. Yerleşmede Hititlerden bilinen pek çok özelliğin eksik 
			olduğu görülür. Örneğin seramik kapların üretiminde büyük ölçüde 
			çömlekçi çarkı seri üretim aracı olarak kullanılmıştı. İlkel 
			barınaklarının Hitit mimarlığı ile ortak hiçbir yanı yoktu ve yazı 
			kullanılmıyordu. Maddi kültürleri bariz İlk ve Orta Tunç Çağ 
			karakteri taşır. İmparatorluk çöktükten sonra yerli Kuzey Anadolu 
			boyları, eski Hitit çekirdek bölgesine sızarak ülkeyi ele 
			geçirmişlerdir. Bu insanların sözü edilen Kaşkalar olma olasılığı 
			vardır. 
			  
			Yaklaşık beş asır boyunca devam eden Hitit yönetimindeki siyasi 
			birliğin yok olmasının arkeolojik veriler arasındaki en belirgin 
			göstergesi kil tabletlerin düzenlendiği ve korunduğu imparatorluk 
			arşivlerinin son bulmasıdır. Devlet ve bürokrasinin sessizliği, 
			Hitit İmparatorluğu yönetimi altında Anadolu ve güneydoğusundaki 
			bölgelerde yaşayan halkların yok olması gibi algılanmamalıdır. 
			Nitekim imparatorluk çöktükten kısa süre sonra başkent Hattuşaş'ta 
			hayat daha kısıtlı imkânlarla olsa da sürer. Ayrıca MÖ 2. binyıldan 
			beri kullanılagelen, hiyeroglif ile yazılan Luvice, MÖ 1200'den 
			sonra da taş eserler ve mimari bağlamda yaklaşık beş yüzyıl daha 
			yerel iktidarların sesini duyurmaya devam eder. Günümüze ulaşan 
			Hitit hiyeroglifi ile yazılmış arkeolojik kalıntıların tamamı bu 
			döneme tarihlenmektedir. Bu dilin Luvice olduğu açıktır. Daha 
			sonraları bu bölgelerde Fenikece ve Aramicenin de kullanıldığı 
			görülmektedir. 
			  
			Güneydoğu Anadolu'da yani Kilikya ve Kuzey Suriye'deki Toros 
			Dağlarının olduğu bölgede geç Hitit beylikleri, Hitit İmparatorluk 
			Çağı geleneğini devam ettirmişlerdir. Şuppiluliuma, Muvatalli ve 
			Labarna gibi isimler taşıyan buradaki yöneticiler Hitit İmparatorluk 
			Çağı'nda olduğu gibi aynı unvanları taşımışlardır. Hitit 
			İmparatorluğu fiilen ortadan kalkmasına rağmen Eski Ahit'te Kuzey 
			Suriye Bölgesi'nin Hatti memleketi olarak geçmesi de dikkat 
			çekicidir. İmparatorluk sonrasında mimari ve sanat, özellikle de 
			yontular bakımından da bir devamlılık söz konusudur. Bu süreç 
			özellikle Fırat havzasındaki MÖ 3. binyıldan beri önemli 
			merkezlerden Karkamış'ta ve Tarhuntaşşa'da kanıtlanmaktadır. 
			  
			MÖ 14. yüzyılda Hitit devletini imparatorluğa dönüştürmesiyle 
			tanınan I. Şuppiluliuma Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye'ye doğru 
			genişlettiği hâkimiyetini kolaylaştırmak ve sürdürebilmek amacıyla 
			bölgenin iki önemli kenti Karkamış ve Halpa'nın başına oğullarını 
			getirir. Lidar Höyük'de bulunan bir mühür baskısından Karkamış'ta 
			beş nesil devam eden hanedanlığın son kralı Kuzi-Teşub'un, 
			imparatorluğun çöküşünden sonra kendine Hititlerdeki gibi "büyük 
			kral" unvanı vererek bölgede hâkimiyetini sürdürdüğü öğrenilir. 
			Karkamış kazılarında Kuzi-Teşub'a dair ize rastlanmamasına rağmen 
			iki ayrı dikit üzerinde büyük kral unvanını kullanan Tuthaliya ve 
			Tarhunzas'ın isimleri bulunur. Ancak uzun süredir bilimsel 
			çevrelerde bu unvanların gerçek bir iktidarı yansıttığı 
			düşünülmemektedir. 
			  
			Halpa'da Şuppiluliuma soyundan gelen iktidarın ne kadar sürdüğünü 
			bilinmemektedir. Halep Kalesi'nin altında kalan kent merkezi henüz 
			geniş çaplı kazılmamıştır. Ancak son yıllarda Kay Kohlmeyer'in 
			çalışmaları ile ortaya çıkarılan tapınak yapısının duvarında bulunan 
			kabartmalı taş levhalar, Hitit kültürünün buradaki nüfuzunu ve 
			devamlılığını belgeler. 
			  
			Henüz kalıntıları kesin tespit edilmemiş olsa da sınırları yazılı 
			belgelerde en ince ayrıntısına kadar tanımlanan Tarhuntaşşa'da ise 
			yine soyu Hitit imparatorlarına dayanan bir hanedanlık hüküm sürer. 
			II. Muvatalli'nin oğulları III. Murşili ve kardeşi Kurunta, amcaları 
			III. Hattuşili'nin iktidara el koyması sonucu merkezden 
			uzaklaştırılır. III. Murşili sürgüne yollanır. Kurunta'ya ise asla 
			merkezî iktidarı aklından geçirmemesi karşılığında Tarhuntaşşa 
			bölgesinin yönetimi verilir. Ancak tüm önlemlere rağmen, mühür ve 
			kaya kabartmalarına bakılırsa, Kurunta bir dönem kendisini büyük 
			kral ilan etme fırsatını yakalamış görünür. Bu kralın sonunu 
			bilinmese de son Hitit imparatoru II. Şuppiluliuma yazılı belgelerde 
			Tarhuntaşşa'yı yenip işgal ettiğini açıklar. Sonraki yıllarda 
			Karadağ ve Kızıldağ'da bulunan kabartmalar ve yazıtlarda kendisini 
			büyük kral olarak tanıtan Murşili'nin oğlu Hartapus ortaya çıkar. 
			Karkamış'ta da benzeri görülen durum MÖ 1. binyılın başlarında her 
			ne kadar kendilerine büyük kral demeyi meşru kılacak hanedanlık 
			bağlantıları olan yöneticilerin varlığını kanıtlasa da, iktidarların 
			çaplarının yerel boyutları aşamadığını gösterir. Hitit İmparatorluk 
			Çağı'nın hemen sonrasına tarihlenen Karkamış buluntuları yok denecek 
			kadar azdır. Geç Hitit dönemine ait en erken buluntular 
			Malatya'dadır. Burası Karkamış'ta devam eden Hitit imparatorluk 
			soyundan gelen hükümdarlar tarafından yönetilen bir kent devletidir. 
			Hitit geleneği, söz konusu bu Hitit beylikleri tarafından 
			Asurluların sürekli saldırıları ile tarih sahnesinden silindikleri 
			devir olan MÖ 700 yıllarına kadar devam ettirilmiştir. 
			  
			Karkamış, Zincirli, Arslantepe, Sakçagözü, Karatepe ve Tell 
			Tayinat'ta yapılan kazılarda bu dönemin önemli merkezleri açığa 
			çıkarılmıştır. Ayrıca aynı çağa ait dağınık eserler de birçok 
			yerlerde bulunmuştur. Bu küçük krallıklar MÖ 1. binin ilk 
			çeyreğinde, İç Anadolu'nun kuzey ve batısında Frig, Doğu Anadolu'da 
			Urartu, Kuzey Mezopotamya'daki Asur politik güçleri arasında 
			yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
			
			i 
			Mitanniler, Hani-Gelbat veya Hani-Rabbat olarak da adlandırılır, MÖ 
			1500 ile MÖ 1200 yılları arasında Anadolu'da hüküm sürmüş bir 
			devlettir. Mitanni'ler Hititler'in yıkılışından sonra bölgesel bir 
			güç oldu. Aryan olan Mitanniler, Mezopotamya'ya göç ettiler. Orada 
			Hurri halkının arasına yerleştiler ve kısa süre sonra Maryannu adı 
			verilen yönetici soylu sınıf haline geldiler.  
			  
			Mitanni krallığı, MÖ 1600'lü yılların başlarında kurulmuştur. Dicle 
			Nehri'nin yukarısındaki Ilısu barajında
			
			yapılan son (2017) kazılarda, Müslümantepe'de bulunan bir 
			tapınakta MÖ 1760 ila 1610 yılları arasından kalma Mitannilere ait 
			ritüel eserler ve Mitanni silindir mührü bulunmuştur. 
			  
			Mitanniler'in en büyük rakibi Thutmosidler dönemindeki Mısır'dı. 
			Ancak Hititlerin yükselişiyle birlikte Mitanniler ve Mısır ittifak 
			geliştirmiş, Hitit tehlikesine karşı önlem almıştır MÖ 15. ve 14. 
			yüzyılın ilk yarısında gücünün zirvesinde, Kuzey-Batı Suriye'den 
			Doğu Anadolu'ya kadar geniş bir bölge Mittanilerin kontrolü 
			altındaydı. Mitanniler'in başkenti, arkeologlar tarafından Habur 
			Nehri'nin kıyısında olduğu belirlenen Washukanni'idi. 
			  
			Mitanni krallığı Mısırlılar tarafından "Maryannu", "Nahrin" veya 
			"Mitanni" Hititler tarafından "Hur-ur-ri" olarak adlandırılmıştır. 
			Akad Amarna mektuplarında kendisini "Mitanni kralı" olarak 
			nitelendiren Tushratta, krallığınd'Hani-Gel-Bat' olarak bahseder. 
			  
			Halk Hurrilerden oluşmaktayken, yönetici ve askeri açıdan örgütlü 
			sınıf büyük oranda taşıdığı isimlerden dolayı İndo-Aryan olduğu 
			düşünülen elitlerden oluşmaktaydı.
			
			i 
			Urartular, başkenti Tuşpa (Van) olan tarihi krallık. Urartu Devleti 
			en güçlü döneminde (MÖ 8.-7. yüzyıl), günümüzdeki Doğu Anadolu 
			Bölgesi, Kuzeybatı İran, Irak'ın küçük bir bölümü ile kuzeyde Aras 
			Vadisi'ne egemendi. 
			  
			MÖ 858-856 yıllarında Asurluların Kral III. Şalmaneser komutasında 
			Urartu içlerine yaptığı akınlar neticesinde Urartu Aşiretleri 
			arasındaki birleşme süreci hızlandı ve yaklaşık MÖ 844 yılında Van 
			Gölü kıyısında Tuşpe'de I. Sarduri'nin idaresi altında birleşme 
			gerçekleştirilerek Urartu Krallığı ortaya çıkmış oldu. İlk Urartu 
			yazıtı ve Van Kalesi'ndeki ilk anıtsal mimari bu krala aittir. MÖ 7. 
			yüzyıldaki en güçlü krallardan biri olan II. Rusa'dan sonra ise 
			gittikçe zayıflamıştır. MÖ 7. yüzyıldaki İskit ve Med akınları 
			Urartu'ya büyük zarar vermiştir. Ayrıca Babiller kaynaklarında da 
			İskit akınlarının Urartuları zayıflattığı desteklenir. MÖ 612'den 
			itibaren herhangi bir etki gösteremeyen Urartular, MÖ 590 yılında 
			İran'dan gelen Medler tarafından yıkıldı. Bölgenin adı, 6. yüzyılın 
			sonlarıyla birlikte Ahameniş kaynaklarında Urartu yerine "Armina" 
			olarak geçer. Urartu krallarının sıradüzeni ve tarihlendirilmesi, 
			daha iyi belgelendirilmiş Asur kralları listesi ile kurulabilen 
			paralellikler yardımıyla sağlıklı hale getirilebilmektedir. 
			  
			Urartuların kullandığı dil ile Hint-Avrupa dil ailesi (misâl 
			Ermenice, Zazaca, Kürtçe, Farsça) ve Sami dil ailesi (Aramca, 
			Arapça) arasında hiçbir bağ yoktur. Urartuların konuştuğu dil, 
			Hurrice ile aynı kola ait olup büyük akrabalık içermekte ve en çok 
			Kuzeydoğu Kafkasya Dil ailesi (Çeçence) ile benzerlik 
			göstermektedir. Ancak akrabalık dereceleri daha kesinlik 
			kazanmamıştır. Ata torun ilişkisinden bahsetmek için henüz çok 
			erkendir. Yaşayan diller arasında en çok ortak kelime Urartuca ile 
			Kuzeydoğu Kafkas dilleri arasındadır, toplam bilinen 350 Urartuca 
			kelime kökünden 169'u. 
			  
			Yazı olarak kendine özgün bazı karakteristik özellikler gösteren 
			çivi yazısı ve bazı anıtsal yapılarda ise hiyeroglif 
			kullanmışlardır. Urartu Devleti çivi yazısını ve Hitit hiyeroglif 
			yazısını kullanmışlardır. Urartuların devletler arası yazışmalarda 
			Asur dilini sıkça kullandıkları ele geçirilen çivi yazılı kraliyet 
			metinlerinden anlaşılmaktadır. MÖ 7. yüzyıla ait olup Kral II. Rusa 
			tarafından bazı idari yazışmalarda kullanılmış tabletler kale içinde 
			yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Urartuca yazılı tabletler 
			Alman dil bilgini Johannes Friedrich tarafından günümüze tercüme 
			edilmiştir.
			
			i 
			Hititlerin parçalanması sırasında Balkanlardan Anadolu'ya gelen 
			Frigyalılar kısa bir süre içinde Anadolulaştılar, büyük oranda Hitit 
			etkisi altında kalsalar da kendilerine özgü bir kültür oluşturdular. 
			Başkentleri Gordion idi. En tanınmış kralları olan Kral Midas 
			hakkında üretilen birçok efsane oldu; "eşek kulak"larıyla ya da 
			"dokunduğu her şeyi altına çevirmesiyle" ünlendi. Asur kaynaklarında 
			Frigyalılardan Muşkiler, Midas'dan da Mita olarak bahsedilir. 
			Asurlular, Midas'ı tehlikeli bir rakip olarak kabul ettiler ve 
			Frigya ile MÖ 709'da barış anlaşması imzaladılar. Ancak bu 
			anlaşmanın Kimmerler için bir anlamı yoktu ve Kimmerler, yaptıkları 
			akınlarla Frigya Krallığı'nı yıkıp Kral Midas'ı da öldürdüler (MÖ 
			696).
			
			i 
			Frigler, Antik Çağ'da Orta Anadolu'da yaşamış bir halk. Hititlerin 
			MÖ 1200 civarında yıkılmasından sonra muhtemelen Güneydoğu 
			Avrupa'dan bölgeye gelmişlerdir. Herodot ve Strabon gibi antik 
			yazarların verdikleri bilgiler, dilbilim bulguları ve Güneydoğu 
			Avrupa halkları ile aralarındaki maddi kültür benzerlikleri 
			nedeniyle Friglerin Avrupa kökenli oldukları düşünülmektedir. 
			Makedonyalıların komşuları olan ve Avrupa'da oturdukları sırada 
			Brigler adını taşıyan Frigler, Makedonya ve Trakya'dan Boğazlar yolu 
			ile Anadolu'ya göç eden Trak boylarından biriydi. 
			  
			Genel olarak kabul edilen görüşe göre MÖ 1200 yıllarına doğru 
			başlayan ve dalgalar halinde dört yüzyıl kadar süren Trak göçleri, 
			Hitit İmparatorluğu'nun yıkılışını izleyen dönemde yoğunlaşmıştı. 
			Son yıllarda, Troya ve Gordion kazılarından elde edilen arkeolojik 
			buluntular da bu görüşü desteklemektedir. Adını Homeros'un 
			destanlarında geçen Migdon, Askanios, Otreus gibi liderlerin 
			önderliğinde ilkel bir aşiret düzeninde yaşamlarını sürdürdüğü 
			anlaşılan Friglerin Anadolu'daki ilk yüzyılları büyük ölçüde 
			karanlıktır. Bununla birlikte, Eski Çağ yazarlarının verdikleri 
			bilgilerden başlangıçta Troya ve çevresini ele geçirdikleri zaman 
			içinde Askania Gölü kıyıları ile Sangarios Nehri vadisine doğru 
			yayıldıkları anlaşılmaktadır. 
			  
			Frigler, buradan güney ve doğu yönde genişleyerek Anadolu içlerine 
			yayılmaya devam etmiştir. Gordion'da hemen Hitit yerleşmesi üzerinde 
			bulunan Erken Demir Çağı'na tarihlenen kalıntılar, ilk Frig 
			göçmenlerinin MÖ 11. yüzyıla doğru Gordion'a ulaştıklarını ve 
			başlangıçta basit köy düzeyinde yerleşik bir yaşamı benimsediklerini 
			göstermektedir. Friglerin köy düzeyindeki yaşam biçiminden siyasal 
			örgütlü bir devlet düzenine nasıl geçtiği ve bu geçişteki aşamalar 
			bugün için bilinmemektedir. Bununla birlikte, ilk aşamada, merkeze 
			bağlı tek bir krallıktan ziyade birçok beyliğin varlığı 
			düşünülmelidir. Buna bağlı olarak Gordion'un önceleri bir beylik 
			merkezi olduğu ileri sürülebilir. Arkeolojik kazılar Gordion'un daha 
			MÖ erken 9. yüzyılda kabartmalı ortostatlarla süslü binalara sahip, 
			çevresi sur ile tahkim edilmiş bir hisar olduğunu ortaya 
			çıkartmıştır. Bu dönemde Gordion giderek içinde soylu yönetici bir 
			sınıfın yaşadığı bir yönetim merkezi olma yolundadır. Gordion'daki 
			bu büyük inşaat projesi gelişimini sürdürerek MÖ 9. yüzyılın sonuna 
			gelindiğinde Orta Anadolu'da kendi dönemi için eşi olmayan anıtsal 
			planlı kralî bir yerleşmeye dönüşmüştür. 
			  
			Antik batı kaynaklarında verilen bilgilere göre, Frig devletinin ilk 
			kralı başkent Gordion'a adını vermiş olan Gordios'tur. Gordios, oğlu 
			Midas'ın Frig tahtına geçtiği yıl MÖ 742 veya 738 dikkate 
			alındığında, MÖ 8. yüzyılın ilk yarısında kral olmalıydı. Kral 
			Gordios'tan sonra, Frig tahtına oğlu Midas geçmiştir. Frig kralı 
			Midas hakkında bildiklerimiz esas olarak birbirinden ayrı iki yazılı 
			kaynağa dayanmaktadır. Bunlardan ilki Midas'la çağdaş olan Asur 
			Kralı II. Sargon'un yıllıklarıdır. Midas, Asur kaynaklarında Muşkili 
			Mita adı ile tarihî bir kimliğe sahipken antik Batı kaynaklarında 
			her tuttuğunun altın olması ve eşek kulaklı olması gibi daha çok 
			efsanevi kişilik özelliklerinden söz edilir. 
			  
			Frig yazılı belgeleri yoktur. 
			  
			Midas'ın, MÖ 8. yüzyılın ikinci yarısında Orta Anadolu platosunda, 
			batı kanadını Gordion merkez olmak üzere Trak kökenli Friglerin; 
			doğu ve güneydoğu kanadını Muşkiler ve Tabalların oluşturduğu 
			konfederatif bir devletin kralı olduğu anlaşılmaktadır. Machteld 
			Mellink, "Batı dünyası yani Yunan komşuları krallığın Frigli yönünü, 
			Doğu dünyası yani Asur, Kuzey Suriye ve Urartulu komşuları krallığın 
			kendilerine daha yakın olan Muşkili yönünü tanımaktadırlar" diyerek 
			antik Batı ve Doğu kaynaklarındaki Frig-Muşki, Midas-Mita ayrımına 
			açıklık getirmeye çalışmıştır. 
			  
			Frig Krallığı'nın politik gücünün nasıl ve ne zaman sona erdiği açık 
			değildir. Arkeolojik buluntular, MÖ 7. yüzyılın sonlarında başkent 
			Gordion'da istikrarın ve zenginliğin devam ettiği yönündedir. 
			Öyleyse Herodot'un bildirdiği gibi Frig Krallığı, Lidya Kralı 
			Alyattes'in MÖ 590 yılındaki Halis seferine değin bağımsızlığını 
			koruyordu. Ancak ne Doğu ne de Batı kaynaklarında Midas'ın ardılları 
			hakkında açık bir kayıt yoktur. 
			  
			Asur kayıtlarında Anadolu'yla ilgili olarak Midas'ın adı MÖ 8. 
			yüzyılın ikinci yarısında geçmektedir. Klasik dünyanın yazarları 
			Midas'ın 7. yüzyılın erken bir döneminde öldüğünü bildirmektedir. 
			Tüm bu kaynaklar Midas'ın uluslararası bir kişilik olduğunu, bir 
			yandan diğer Anadolu, Suriye ve Asur liderleriyle uğraşırken diğer 
			yanda da batıdaki Yunan dünyasıyla ilgilendiğini anlatır. Hem 
			tahtını Delfi'deki Apollon Tapınağı'na armağan etmiş hem de bir 
			Yunan prensesle evlenmiştir. Eşek kulaklı ve her dokunduğu altın 
			olan Midas öyküleri, her ne kadar efsanevi de olsa 8. yüzyılda 
			yaşamış bu tarihsel kişilikten muhtemelen esinlenilmiştir. 
			  
			MÖ 28 Mayıs 585 tarihinde Medler ile Lidyalılar arasında yapılan 
			Halis barışından sonra Frig topraklarının Halis'in doğusunda kalan 
			toprakları Medlerin denetimi altına girmiştir. Batıda kalan büyük 
			kesim ise Lidya egemenliği altındaydı. 
			  
			MÖ 547 ya da 546 yılında Lidya Krallığı'nın yıkılmasıyla birlikte 
			Frigya toprakları, iki yüzyılı aşkın bir süre Pers İmparatorluğu'nun 
			bir parçası olarak Kapadokya, Paflagonya ve Hellespontos ile 
			birlikte Büyük Frigya satraplığına bağlanmıştı. Askerî ve idari 
			planda kalan Pers egemenliği boyunca yerli halk büyük ölçüde 
			geleneksel yaşam biçimi ve kültürlerini sürdürmeye devam etmiş, eski 
			Frig dili ve yazısı en azından MÖ 4. yüzyıla, hatta 3. yüzyıla kadar 
			kullanılmıştı. Pers egemenliğini takip eden Helenistik Dönem'de 
			Anadolu'da Yunan kültürü, Yunan tarzı yaşam biçimi yayılmış; yerli 
			diller, gelenekler yerini bu akıma bırakmıştır. Bununla birlikte 
			köklü Frig kültürünün etkileri bölgede Roma döneminin sonlarına, 
			hatta Hristiyanlığın ortaya çıkışına kadar devam etmiştir. Bir 
			zamanların ihtişamlı başkenti Gordion ise önemini yitirmiş, giderek 
			sonun başlangıcındaki köy niteliğine bürünerek unutulmuştur.
			
			i 
			Anadolu'nun batısında Gediz ve Menderes ırmakları arasında kalan 
			bölgeye Antik çağda Lidya, bu topraklarda yaşayanlara da Lidyalılar 
			denilmiştir. 
			Doğudan Anadolu'ya gelen Lidyalılar, önce Hititlerin daha sonra da 
			Friglerin egemenliği altında yaşadılar. Dilleri, Hitit dili ile 
			benzerlik gösterir. 
			Lidyalılar, Batı Anadolu bölgesindeki Lidya‘da yaşayan Anadolu 
			insanlarıydı. Dil tarafından tanımlanan ve MÖ 2. binyıla kadar 
			uzanan kökenleri hakkında ortaya atılan sorular, dil tarihçileri ve 
			arkeologlar tarafından tartışılmaya devam ediyor. Lidyalıların 
			başkenti “Sfard” veya Sardis idi. 
			Lidyalıların parayı bulan ilk uygarlık olduğu iddiaları olmakla 
			birlikte, para kullanımı daha eski medeniyetler olan Sümerler'de ve 
			Antik Mısır'da da vardır. Resmi makamlarca onaylanmış gümüş gibi 
			değerli metallerin ve belirli ölçekteki arpa gibi tahılların 
			kullanımı ilk parasal ögeler sayılabilir. Ancak günümüzdeki anlamına 
			yakın kullanım, Lidyalılara atfedilir. Yunan tarihçi Herodot, 
			Lidyalıların gümüş ve altın madeni parayı ilk defa kullandığını 
			yazar. Başka bir deyişle Lidyalılar, zaten var olan para sisteminin 
			aracı olarak altın ve gümüşü tercih eden ilk uygarlıktır. 
			Lidyalılar tarihte ilk madeni parayı icat edenlerdir. Lidyalılar 
			tarafından paraya "sikke" deniliyordu. Sikke, eski uygarlıklardan 
			kalmış bir para türüdür. Altın, gümüş, bakır, nikel, tunç ve 
			alüminyum gibi metal alaşımların karışımları ile üretilmiş olup, 
			ilkel çağlarda ticarette kullanılan takas (değiş-tokuş) yöntemi 
			yerine daha kullanışlı bir değişim aracı arayışlarının sonucu olarak 
			ortaya çıkmıştır. 
			MÖ 546 yılında Ahameniş İmparatorluğu, Lidya Krallığı'nın başkenti 
			Sardes'i ele geçirip Lidya Krallığı'na son vermişlerdir. Böylelikle 
			Anadolu, 200 yıllık Pers egemenliği dönemine girmiştir.
			
			i 
			Medler, İran'ın kuzeybatı bölgesinde yaşayan eski İran halklarından 
			biridir. Medler ilk kez Asur kralı III. Salmaneser'in dönemindeki 
			(MÖ 858-824) yazılarda "Mada" adı ile kaydedilmişlerdir.  
			MÖ 2. binyılın sonunda, İran'ın kuzeybatı bölgesinde İrani 
			kabilelerin ortaya çıktığı ve ilerleyen yıllarda bu kabilelerin 
			yayılmasıyla Med ulkesinin sınırlarının birkaç yüz yıllık bir süre 
			içinde değiştiği düşünülmektedir. İrani kabilelerinin batı ve 
			kuzeybatı İran'da en azından MÖ 12. veya 11. yüzyıllardan beri 
			mevcut olduğu düşünülmekle birlikte, bu bölgelerdeki etkinlikleri MÖ 
			8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlamıştır. 
			  
			Asur İmparatorluğu’nun, Kuzeybatı İran, Doğu Anadolu ve Kafkasya 
			bölgelerinde baskın güç olduğu dönemden sonra düşüşe geçmesiyle 
			Yakın Doğu'da oluşan güç boşluğu başka halkların bölgede 
			güçlenmesine sebebiyet verdi, ayrıca İran'daki baskın güç olan Elam 
			ve batıdaki Babil gibi antik dönem krallıklarının da ciddi bir 
			zayıflık dönemi yaşıyor olması buna kolaylık sağladı. 
			  
			Bölgedeki metin kaynakları üzerinde yapılan bir araştırma, Yeni Asur 
			İmparatorluğu döneminde Med bölgesi ile bu bölgenin batı ve 
			kuzeybatısında, İrani dil konuşan insanların yaşadığı ve yoğun bir 
			nüfusa sahip olduğunu göstermektedir. Medler, Eski bir İran dili 
			olan Medce konuşuyordu. 
			  
			Bilindiği üzere Med egemenliğinden önce batı ve kuzeybatı İran'da 
			Elam, Manna, Asur ve Urartu toplumlarının siyasi faaliyetleri 
			görülmektedir.i 
			MÖ 6. yüzyılda Büyük Kiros tarafından kurulan, tarihteki ilk Pers 
			devletidir. 
			  
			MÖ 550'de, bir yüzyıl zor bela ayakta durmayı başaran Med 
			İmparatorluğu, ani bir Pers isyanıyla yıkıldı. Serveti çok fazla 
			olan Lidya Kralı Krezüs, bu serveti Pers Kralı Büyük Kiros'a 
			saldırmak için kullandı. Bu hareketiyle ülkesinin sonunu getirdi ve 
			Persler, MÖ 546'da Lidya başkenti Sardes'i yerle bir etti. İyonya 
			Krallığı ve Lidya'dan arta kalan şehirler, Pers buyruğuna girmeyi 
			reddettiler, savaşmak için hazırlık yaptılar ve Sparta'dan yardım 
			istediler. Sparta beklenilen yardımı yapmadı, Kiros'a sadece bir 
			elçi göndererek onu uyardı. Sonuç olarak daha fazla direnemediler; 
			Phokaia'dakiler Korsika'ya, Teos'dakiler de Trakya'daki Abdera 
			kentine kaçtılar. Geri kalanlar da Perslere teslim oldu. Kiros'tan 
			sonra tahta geçen I. Darius yönetiminde de imparatorluk genişlemeye 
			devam etti. Genişleyen toprakları etkin idare için I. Darius, 
			satraplık sistemini kurdu. 
			MÖ 502'de Girit Adası'nda Perslere karşı başlayan İyonya İsyanı'na 
			Milet satrapı Aristagoras, önce Perslere yardım etmek üzere Girit 
			(Nakse) Adası'na hücum etmekle başladı; fakat isyanı bastırmada 
			başarılı olamayınca o da isyancılara katıldı ve hatta daha sonra 
			onlara liderlik de etti. Atinalıların da yardımlarıyla bir süre 
			Anadolu'ya yayılan isyancılar, Efes Savaşı'nda yenildiler. Bu 
			yenilgiyi MÖ 493'te Lade'deki yenilgi takip etti ve Persler isyana 
			son noktayı koydular. Her ne kadar Karya, Pers İmparatorluğu'na 
			bağlı bir satraplık olsa da, oraya atanan Hekatomnus kendine avantaj 
			sağlamayı bildi. Bir taraftan Perslere düzenli haraç verirken diğer 
			taraftan bölgeyi kontrolü altına aldı. Hekatomnus'un oğlu Mosolus 
			başkenti Milas'tan Halikarnas'a taşıdı. Güçlü bir donanma kurdu ve 
			bu gücünü kurnazca bir plan dahilinde Sakız, Kos ve Rodos adalarını 
			Atina'dan ayırmak için kullandı. Daha sonra bu adalar 
			bağımsızlıklarını ilan ettiler. Mosolus planının başarıya ulaştığını 
			göremeden öldü ve ülke yönetimini eşi Artemis devraldı. Büyük 
			İskender'in sahneye çıkışına kadar bir yirmi yıl daha Karya 
			Hekatomnus'un ailesi tarafından yönetildi.
			
			i 
			MÖ 336'da Makedonya kralı II. Filip, beklenmedik bir şekilde 
			öldürülünce Makedonya tahtına, o dönem çok meşhur olan ve bayağı 
			genç olan oğlu İskender geçti. Perslerle savaşmaya yetecek 
			büyüklükte bir ordu ve onların güçlü donanmaları karşısında 
			dayanacak bir donanma kurmak için hemen çalışmaya koyuldu. Perslerle 
			ilk olarak Biga Çayı'nın yakınlarındaki Granicus Savaşı'nda 
			karşılaştı ve onları bozguna uğrattı. Zaferin ivmesiyle Batı 
			kıyılarına yöneldi, Lidya ve İyonya'yı sırayla bağımsızlıklarına 
			kavuşturdu. Milet'in de alınması, Makedon donanmasının işini diğer 
			şehirler alınırken kolaylaştırdı. Bu bölgedeki kontrolü sağladıktan 
			sonra İskender, Anadolu içlerine yöneldi; Frigya, Kapadokya ve en 
			son Kilikya'ya kadar ulaştı. Ardından, gerçekleşen İssos ve 
			Gaugamela muharebelerinde Ahameniş İmparatorluğu hükümdarı III. 
			Darius'u perişan etti. Daha sonra Pers Kralı III. Darius'u devirdi 
			ve Ahameniş İmparatorluğu'nu tamamen fethetti. Büyük bir yenilgiye 
			uğrayan III. Darius, Fırat'ın doğusuna kadar sürüldü ve böylece 
			Anadolu'daki Pers hakimiyeti son bulmuş oldu. 
			Gelinen son noktada Büyük İskender'in imparatorluğu, bilinen 
			dünyanın çok büyük bir bölümünü elinde bulunduruyordu. Büyük 
			İskender, yaptığı bu seferlerle adını tarihe altın harflerle 
			yazdırdı. 
			Büyük İskender'in İmparatorluğu'nun Parçalanması 
			İskender, MÖ 326'da Hydaspes Muharabesi'nde önemli bir zafer 
			kazanarak Hindistan'ı işgal etti. Sonrasında, vatan hasreti çeken 
			birliklerinin yoğun talepleri üzerine buradan geri döndü ve MÖ 
			323'te başkent olarak ilan etmeyi planladığı Babil'de, Arabistan'ın 
			işgalini tasarladığı seferlerini hayata geçiremeden hastalandı ve 
			öldü. 
			İskender'in ani ölümü, ardında geniş bir imparatorluk ve yönetim 
			boşluğu bıraktı. Tahtın varisi, yarı üvey kardeşi Arrhidaeus, ülkeyi 
			yönetecek bir güce sahip değildi. Toprakları paylaşmak için 
			generalleri arasında savaşlar çıktı. Süvarilerin başındaki Pertikas, 
			ardından Frigya satrapı Antigonus bir süre topraklara egemen 
			oldular. Mısır Valisi Ptolemi ile İskender'in güçlü generalleri, 
			Lysimakhos ve Selevkos, İpsus Savaşı'ndan sonra ortak düşmanları 
			Antigonus'a karşı güç birliğine gittiler. Çekişmeler sonucu 
			İskender'in İmparatorluğu dört parçaya bölündü. Ptolemi Mısır, 
			Levant'ın büyük bir kısmı ve Anadolu'nun güneyini; Lysimakhos 
			Anadolu ve Trakya'yı; Selevkos ise Anadolu'nun geri kalanını aldı ve 
			Selevkos İmparatorluğu'nu kurdu. Bu arada Pontus Kralı Mitriates de 
			ülkesinin bağımsızlığını ilan etti.
			
			i 
			İmparatorluğun kurucusu I. Selevkos Nikator, babası Antiokus'un 
			adını vererek Antakya şehrini kurdu ve burayı başkent yaptı. Orduya 
			çok önem veren Selevkos, yönetimi kolaylaştırmak için ülkeyi 72 ayrı 
			satraplığa böldü. Eski arkadaşı Lysimakhos'la aralarında anlaşmazlık 
			çıkınca M.Ö 281'de Selevkus ona karşı savaş açtı ve Korupedyon 
			Savaşı'nda Lysimakhos'u yenerek topraklarını ele geçirdi. Ancak 
			gelecekteki Makedon Kralı Ptolemi Keranus tarafından suikastle 
			öldürüldü. 
			Selevkos'un ölümünden sonra, imparatorluk içerden ve dışarıdan 
			birçok saldırıya maruz kaldı. Selevkos'un oğlu I. Antiokus 
			Galatların saldırılarını savuşturduysa da Pergamon Kralı Eumenes'i 
			yenemedi ve M.Ö 262'de Pergamon'a bağımsızlık vermek zorunda kaldı.
			
			i 
			Roma İmparatorluğu (Kuruluşu MÖ 27, Dağılışı MS 395), Roma 
			Cumhuriyeti döneminde Augustus'un Cumhuriyeti tek başına 
			yönetebilecek yetkiler alması ve Cumhuriyet döneminde kimseye 
			verilmemiş haklara sahip olmasıyla oluşan Antik Roma devletidir. 
			Augustus, M.Ö. 2 yılına kadar Cumhuriyeti kendisinden sonra da tek 
			bir kişinin yönetebilmesini sağlayacak anayasal reformlar 
			gerçekleştirdi ve Roma İmparatorluğu tam anlamıyla oluşmuş oldu. 
			  
			Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren imparatorluk, 375 
			yılındaki Kavimler Göçü'yle başlayan iç karışıklıklardan sonra 395 
			tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı, kuruluşundan ikiye 
			ayrılışına kadar süper güç olarak kaldı. İmparatorluğun batıdaki 
			kısmı olan Batı Roma İmparatorluğu Kavimler Göçü'yle Avrupa'ya gelen 
			Cermen kavimlerinin ve Hunların saldırıları sonucu 476 yılında 
			yıkılmış, doğu kısmıysa varlığını Doğu Roma İmparatorluğu veya 
			Bizans İmparatorluğu olarak 1453'te Osmanlı İmparatorluğu'nun 
			yedinci Padişahı II. Mehmet'in İstanbul'u fethine kadar 
			sürdürmüştür. 
			  
			"Roma İmparatorluğu" ünlü Latince Imperium Romanum'un Türkçesidir. 
			Bu deyişte imperium sözcüğü bir bölge, vilayet anlamında 
			kullanılmaktadır. Roma İmparatorluğu Avrupa'nın Romalıların 
			egemenliği altında kalan kısmı için kullanılan bir isimdi, 
			denilebilir. Aslında Roma kent sınırlarının aşılması ve yayılma 
			politikası imparatorluk döneminden çok önce başlamıştı. Roma 
			İmparatorluğu en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km² 
			büyüklüğündeydi. Avrupa tarihinin "klasik antikite" dönemindeki en 
			geniş imparatorluğuydu. 
			  
			Augustus'un hükümdarlığından yüzyıllar önce Roma (Roma Krallığı ve 
			Roma Cumhuriyeti) zaten İtalyan Yarımadası'nı aşmış, önemli 
			rakiplerini yenilgiye uğratmıştı. Augustus'un reformları Roma 
			Devleti'ni bir imparatorluğa çevirmiş, 3. yüzyılın sonlarındaki 
			Diokletian reformuna kadar sistem büyük oranda değişmeden devam 
			etmiştir. Diokletian reformu imparatorluğu tetrarşiye 
			dönüştürmüştür. Her ne kadar Diokletian'ın sunduğu politik sistem 
			kısa bir süre boyunca varlığını korusa da, imparatorluğun ikiye 
			bölünmesine yol açmıştır. Bu da Roma'nın egemenliğinin iki yüzyıl 
			boyunca daha Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak sürdürmesine 
			olanak sağlamıştır. 
			  
			Batı Roma İmparatorluğu'nun geleneksel çöküş tarihi 4 Eylül 476'dır. 
			Yaklaşık bin yıl sonra, 1453'te, daha çok Bizans İmparatorluğu 
			olarak anılan Doğu Roma İmparatorluğu Osmanlıların egemenliğine 
			geçmiştir. Augustus'tan Batı Roma imparatorluğu'nun çöküşüne kadar 
			Roma, Batı Avrasya'da egemen olmuş, nüfusun yarısını barındırmıştır.
			
			i 
			Bizans İmparatorluğu veya Doğu Roma İmparatorluğu ya da kısaca 
			Bizans, Geç Antik Çağ ve Orta Çağ boyunca Roma İmparatorluğu'nun 
			devamı şeklinde var olan ve başkenti Konstantinopolis (günümüzde 
			İstanbul, önceleri Byzantion) olan ülke (395- 1453). Beşinci 
			yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu'nun dağılışı ve çöküşü sürecinden 
			sağ kalan imparatorluk, 1453'te Osmanlılara yenik düşene kadar, 
			yaklaşık bin yıl var olmaya devam etti. Var olduğu sürenin çoğunda, 
			Avrupa'da ekonomik, kültürel ve askerî bakımdan en güçlü ülkeydi. 
			"Bizans İmparatorluğu" ve "Doğu Roma İmparatorluğu" terimleri 
			ülkenin yıkılışından sonraki tarihçiler tarafından yaratılmış olup 
			imparatorluk vatandaşları kendi ülkelerine Roma İmparatorluğu (Imperium 
			Romanum veya Romania) kendilerineyse "Romalılar" demekteydi. 
			  
			4. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar yaşanan bazı göze çarpan olaylar, Roma 
			İmparatorluğu'nun Grek Doğu ve Latin Batı şeklinde ayrışma sürecini 
			belirledi. I. Konstantin (h. 324-337) imparatorluğu yeniden organize 
			ederek Konstantinopolis'i başkent yaptı ve Hristiyanlık dinini 
			yasallaştırdı. I. Theodosius (379-395) döneminde, Hristiyanlık 
			ülkenin devlet dini olarak kabul edildi ve diğer dinler yasaklandı. 
			Son olarak Herakleios zamanında (610-641), imparatorluğun askerî ve 
			idari sistemi yeniden yapılandırıldı ve Latince yerine Yunanca resmî 
			dil olarak benimsendi. Böylece, her ne kadar Roma devleti ve devlet 
			gelenekleri sürdürüldüyse de, Konstantinopolis çevresinde, Latin'den 
			ziyade Yunan kültürü ve Ortodoks Hristiyanlık geleneklerine göre 
			şekillendiğinden ötürü, modern tarihçiler Bizans'ı Antik Roma'dan 
			ayırır. 
			  
			İmparatorluğun sınırları, ülkenin var olduğu süre içinde, bazı 
			gerileme ve toparlanma döngüleriyle kendini belli eden kayda değer 
			değişiklikler gösterdi. I. Justinianus (527-565) döneminde Kuzey 
			Afrika, İtalya ve bizzat Roma şehri de dahil olmak üzere Batı 
			Akdeniz kıyıları yeniden ele geçirildi ve imparatorluk en geniş 
			sınırlarına erişti. Mauricius (582-602) döneminde ülkenin doğu 
			sınırları genişledi ve kuzey sağlamlaştırıldı. Ancak imparator bir 
			suikaste kurban gidince Bizans-Sasani Savaşı (602-628) patlak verdi 
			ve kaynaklar bakımından zayıflayan Bizans İmparatorluğu, 7. yüzyılda 
			İslam'ın yayılışı sürecinde çok büyük toprak kayıpları yaşadı. 
			Birkaç yıl içerisinde en zengin illeri olan Mısır ve Suriye'yi 
			Araplara kaybetti. 
			  
			Makedon Hanedanı (10-11. yüzyıllar) süresince imparatorluk sınırları 
			tekrar genişledi ve iki yüzyıl süren Makedon Rönesansı yaşandı. Bu 
			dönem 1071 Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu'da başlayan büyük toprak 
			kayıplarıyla son buldu. Bu savaşta yaşanan kayıp sonucunda Türkler 
			Anadolu'ya yerleşmeye başladı. 
			  
			Komninos Restorasyonu sırasında imparatorluk yeniden toparlandı. 
			Öyle ki, 12. yüzyılda Konstantinopolis Avrupa'nın en zengin 
			şehriydi. Ancak 1204'te Dördüncü Haçlı Seferi sırasında başkent 
			yağmalanınca ve ülke toprakları birbiriyle yarışan Bizanslı Yunan ve 
			Latin krallıkları arasında bölüştürülünce imparatorluk büyük bir 
			darbe aldı. Her ne kadar 1261'de Konstantinopolis geri alınıp 
			toparlansa da, Bizans İmparatorluğu var olduğu son iki yüzyıl 
			boyunca bölgede birbiriyle kapışan birkaç devletçikten biri olarak 
			kaldı. Geriye kalan toprakları 15. yüzyıl boyunca Osmanlılar 
			tarafından aşama aşama fethedildi. 1453'te Osmanlı İmparatorluğu 
			Konstantinopolis'i fethedince Bizans İmparatorluğu sona erdi.
			
			i  
			Orta Çağ'da Anadolu'ya çoğunlukla Bizans İmparatorluğu hakim 
			olmuştu. 632 yılında, Peygamber Muhammed'in ölümünün ardından 
			gerçekleşen Müslüman Arap fetihleri Anadolu'ya da sıçramıştır. 
			Halife Ömer döneminde Suriye, Mısır, Irak ve İran gibi önemli 
			bölgeler İslam İmparatorluğu'na dahil olmuş ve bu bölgelerle komşu 
			durumunda olan Anadolu da, bu fetihlerden kültürel ve dini açıdan 
			etkilenmiştir. Daha sonraki yıllarda Anadolu'ya yapılan Müslüman 
			Türk akınları ve burada kurulan devletler, Anadolu'nun İslamlaşma 
			sürecini başlatacaktı. Özellikle Selçuklu Hanedanı 
			döneminde Anadolu, hem kültürel hem de mimari yönden bir İslam 
			diyarı haline gelecekti. 
			
			i 
			Türkler, çeşitli sebeplerden ötürü ana vatanları olan Orta Asya’dan 
			göç etmek zorunda kalmışlar ve kendilerine yeni bir vatan aramaya 
			başlamışlardır. Bu yüzden Selçuklu Türkleri, çevre bölgelere akınlar 
			düzenlemeye başlamışlardır. Örneğin Anadolu’ya yapılan ilk akınlar, 
			1015-1018 yılları arasında gerçekleşmiştir. Büyük Selçuklular, 1040 
			yılındaki Dandanakan Muharebesi ile Gaznelileri mağlup etmiş ve 
			bağımsız olmuşlardır. Selçukluların bağımsız olmasıyla beraber çevre 
			bölgelere yapılan akınlar daha sistemli hale gelmiştir. Nitekim bu 
			akınlar sonucunda Anadolu’nun uygun bir bölge olduğu anlaşılmıştır. 
			Anadolu hakimiyeti için, Büyük Selçuklu Devleti ile Anadolu’yu 
			elinde bulunduran Bizans İmparatorluğu arasındaki ilk savaş, 1048 
			yılında gerçekleşmiş ve Pasinler Muharebesi olarak bilinen bu 
			savaşla beraber Anadolu hakimiyeti için yapılan ilk savaş, Selçuklu 
			zaferiyle noktalanmıştır.
			
			i 
			Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in ölümünün ardından Büyük 
			Selçuklu tahtına Alp Arslan oturmuş ve Anadolu üzerine yapılan 
			akınları hızlandırmıştır. Bu dönemde Bizans İmparatoru olan Romen 
			Diyojen ise, Anadolu toprakları için oluşan bu büyük tehlikeyi 
			bertaraf etmek için yaklaşık 200.000 kişilik ordusuyla başkenti 
			Konstantinopolis’ten ayrılmış ve bugünkü Türkiye’nin Doğu Anadolu 
			Bölgesi’ne doğru ilerlemeye başlamıştır. Sultan Alp Arslan, 
			Bizans’ın büyük bir orduyla Doğu Anadolu’ya geldiğini öğrenince bu 
			orduyu karşılamak için aynı bölgeye bir orduyla ilerlemiştir. Daha 
			sonra iki ordu, 26 Ağustos 1071 tarihinde Muş'un Malazgirt Ovası'nda 
			karşılaşmış ve Malazgirt Meydan Muharebesi, kesin Selçuklu zaferiyle 
			sonuçlanmıştır. Bu zaferle beraber İran, Azerbaycan, Horasan gibi 
			bölgelerde bulunan Türkler, kitleler halinde Anadolu’ya göç etmeye 
			başlamıştır. 
			Alp Arslan'dan sonra Büyük Selçuklu tahtına geçen oğlu Melikşah, 
			babasının izinden giderek devletin sınırlarını genişlettirdi ve bir 
			imparatorluk durumuna geldi. Melikşah, devlete en parlak günlerini 
			yaşattı. İslam ilmi açısından da zirvede olan bu dönemde, vezir 
			Nizamülmülk tarafından devletin farklı yerlerinde kurulan Nizamiye 
			Medreseleri sayesinde de birçok ilim adamı, filozof ve müderris 
			yetişmiştir. Bu medreselerin merkezi ve en büyüğü, Bağdat'taki 
			Nizamiye Medresesi olup Amul, Basra, Belh, Herat, İsfahan, Musul ve 
			Nişabur'da da benzerleri vardı. Nizamiye Medreseleri'nde esas olarak 
			din, hukuk ve dil öğretimi yapılmıştır. Ancak bunların yanında 
			astronomi, matematik, kimya ve felsefe eğitimleri de mevcuttu. 
			Nizamiye Medreseleri, devlet parasıyla yaptırılmıştır. Bu 
			medreselerde okuyup mezun olan filozof ve ilim adamlarının en 
			meşhuru, daha sonradan Bağdat'a müderris olarak atanan Gazzâli'dir. 
			1090 yılında Hasan Sabbah adındaki bir din adamının İran'daki Alamut 
			Kalesi'ni ele geçirip Büyük Selçuklu topraklarına suikastler 
			düzenlemesiyle devlet sarsılmıştır. 1092 yılında, sırasıyla vezir 
			Nizamülmülk'ün suikaste uğraması ve Melikşah'ın da zehir 
			aracılığıyla ölmesi, devlette ani bir şok etkisi yarattı. Daha 
			sonraki yıllarda devlet, tekrar eskisi gibi toparlanamadı ve kısa 
			sürede dağıldı. Ancak daha önceden Anadolu'da, Büyük Selçuklu 
			Devleti'ne tabi olmak şartıyla kurulmuş olan Anadolu Selçuklu 
			Sultanlığı, Selçuklu Hanedanlığı'nın izini sürdürmeye devam etti.
			
			i 
			Selçuklu Hanedanı'ndan olan Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Marmara 
			Bölgesi’ndeki askeri faaliyetleri sonunda İznik’i alıp başkent 
			yaparak 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. I. Haçlı 
			Seferi başlarında İznik şehrinin düşmesi üzerine Selçuklular Anadolu 
			içlerine çekilmiş ve sonunda Konya başkent olmak üzere ayakta 
			kalmayı başarmıştır. 
			13. yüzyıl başlarında Sultan I. Alaeddin Keykubad ile Anadolu’nun en 
			güçlü devleti haline gelen Anadolu Selçuklu, Anadolu üzerindeki 
			hakimiyetini iyice sağlamlaştırdı. Bu dönemde Anadolu'da ortaya 
			çıkan Moğol tehdidinden dolayı birtakım önlemler alan Alaeddin 
			Keykubad, bir dizi fetih gerçekleştirdi. 1230'da, Yassıçemen 
			Muharebesi ile Harezmşahlar Devleti hükümdarı Celaleddin Harezmşah'ı 
			yenilgiye uğrattı ve Harezmşahların yıkılmasına neden oldu. Bu da 
			Anadolu Selçuklu Devleti'ni Moğollar ile sınır komşusu haline 
			getirdi. Sultan Alaeddin, 1237 yılında Kayseri'de zehirlenip aniden 
			ölünce bunu fırsat bilen Moğollar, Anadolu içlerine kadar girdi. 
			Anadolu Selçuklu Devleti, 1243 yılındaki Kösedağ Muharebesi’nde 
			Moğollara yenilmesiyle beraber İlhanlılara yıllık haraç ödeyen tabi 
			bir devlet haline gelmiş ve bu vesileyle birlikte Anadolu'nun her 
			tarafında kendince bağımsızlıklarını ilan eden çeşitli Türk 
			beylikleri ortaya çıkmıştır. Moğolların Selçuklu'nun devlet 
			yönetimine zaman içinde artan müdahalesi, devleti bir kukla durumuna 
			düşürmüştür. Son Anadolu Selçuklu Sultanı II. Mesud’un 1308 
			yılındaki ölümüyle birlikte Anadolu Selçuklu Devleti de dağılmıştır.
			
			i 
			Hristiyan Haçlılar, Kutsal Topraklar'ı Müslümanlardan almak için 
			belirli aralıklarla birtakım seferler düzenlemişlerdir. Bunlara 
			''Haçlı Seferleri'' denir. Toplamda 8 tane Haçlı seferi 
			düzenlenmiştir. Bunlardan ilk dördü Anadolu toprakları üzerinde 
			yapılmış, diğerleri ise farklı güzergahlar kullanılarak yapılmıştır. 
			I. Haçlı Seferi'nde (1096-1099) Haçlılar başarılı olmuş, 1099 
			yılında Kudüs ele geçirilerek şehirdeki Müslümanlar ve beraberinde 
			Yahudiler kılıçtan geçirilmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı I. 
			Kılıçarslan da seferde müdahale etmiş, bunun sonucunda da başkent 
			İznik düşüp Konya içlerine kadar çekilmiştir. Kudüs'ün yanı sıra 
			Haçlılar; Yafa, Urfa ve Antakya gibi önemli yerleri de ele geçirmiş 
			ve buralarda devletler kurmuşlardır. 
			Musul atabeyi Nureddin Mahmud Zengi'nin Urfa'yı Haçlılardan geri 
			alması üzerine başlatılan II. Haçlı Seferi (1147-1149) 
			başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 
			Eyyubiler Devleti'nin kurucusu olan Kürt Müslüman kumandan 
			Selahaddin Eyyubi'nin 1187 yılında, Hıttın Muharebesi ile Kudüs'ü 
			Hristiyanlardan geri alması üzerine derhal başlatılan III. Haçlı 
			Seferi, Eyyubilerin önderliğinde püskürtüldü ve Kudüs, Müslümanların 
			eline geçti. 
			Eyyubiler Devleti'nin başta Yafa olmak üzere Suriye ve Filistin'de 
			önemli yerleri Haçlılardan alması üzerine IV. Haçlı Seferi 
			düzenlenmiştir. Bu sırada Bizans İmparatorluğu, yaşadığı taht 
			kavgaları nedeniyle Haçlı ordusunu Konstantinopolis'e davet etmiş, 
			şehre giren Haçlılar da şehri yağmalamıştır. Konstantinopolis'te 
			Latin Krallığı'nı kuran Haçlılar, şehirde birçok kişinin kanını 
			akıtmıştır. Bizans sülalesinin bir kısmı İstanbul'dan kaçarak 
			İznik'e gitmiş ve İznik Rum İmparatorluğu'nu kurmuştur. Bir kısmı da 
			Trabzon'a gitmiş ve orada Trabzon Rum İmparatorluğu'nu kurmuştur.
			
			i 
			Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 yılındaki Kösedağ Muharebesi'nde 
			Moğollara yenilmesiyle birlikte Anadolu'da ikinci beylikler dönemi 
			başladı ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde Türk beylikleri kuruldu. 
			Bu beyliklerden birisi olarak ön plana çıkan Osmanoğulları Beyliği, 
			Söğüt ve Domaniç civarında varlıklarını sürdürmekteydi. Beyliğin 
			lideri olan Osman Bey, yaptığı birtakım fetihler sonucunda 13. 
			yüzyılın sonunda, genel kabule göre 1299 yılında bağımsızlığını ilan 
			etti. 
			Osmanlı İmparatorluğu Dönemi 
			13. yüzyılın sonlarından itibaren Batı Anadolu'daki Türk 
			beyliklerinden biri olarak ön plana çıkan ve bağımsızlık kazanan 
			Osmanlılar, 14. yüzyılda Balkan topraklarında gerçekleştiriği 
			fetihlerle büyük bir güç ve devlet haline geldi ve Anadolu'daki 
			diğer Türk beylikleri üzerinde de hakimiyet kurdu. I. Bayezid 
			döneminde, 1402 yılında Timur ile gerçekleştirilen Ankara Muharebesi 
			mağlubiyetinin ardından Yıldırım Bayezid'in Timur'a esir düşmesi ve 
			akabinde ölmesi, devleti sıkıntılı günlere götürdü. Devlet, 11 yıl 
			kadar padişahsız kaldı. En sonunda kardeşlerini teker teker bertaraf 
			edip tahta geçen I. Mehmed sayesinde devlet toparlandı. 
			1451 yılında Osmanlı tahtına geçen II. Mehmed, ilk iş olarak gözünü 
			İstanbul'a dikti. Yaklaşık iki aydır süren uzun ve yoğun bir 
			kuşatmanın ardından, 29 Mayıs 1453 sabahında Osmanlılar şehri ele 
			geçirdi ve Bizanslılar ile yoğun bir çatışma başladı. Osmanlılar 
			şehri kontrolleri altına aldı. 1058 yıllık Bizans İmparatorluğu 
			yıkıldı, Osmanlılar bir imparatorluk haline geldi. 
			Anadolu'nun Türkler tarafından fethedilmesi ve Selçuklular 
			İmparatorluğu'nun yükselmesi 11.nci yüzyılda başlar. Bu yavaş yavaş 
			idi. Anadolu'nun tamamen fethi Osmanlı İmparatorluğu'nun İstanbul'u 
			1453 yılında elde etmesiyle kesinlik kazandı. Burada yaşayanlar pek 
			çok farklı inancı destekliyordu. Musevilik,Hristiyanlık ve İslam. 
			Özellikle İspanya ve Portekiz' den kovulan Yahudi 'ler ve 1492 
			yılında İspanyol'ların yeniden feth olayından sonra buradan kovulan 
			Yahudi ve Müsliman göçmenler İstanbul'a yerleşti.  i 
			
			
			Osmanlılar: Osmanlı (Ataman) İmparatorluğu (transanatolie.com) 
			
			i 
			
			
			Türkiye ve Dünya Gerçekleri (transanatolie.com) 
			
			i 
			
			TransAnatolie ile Türkiye'yi Keşfediyoruz 
			
			i 
              
            
			  i 
              
			
			 
				TransAnatolie TourKültür Gezi 
				Sağlayıcısı ve Operatorü-Kültür ve Turizm Bakanlığı 4938 No'lu Grup A Lisans 
 |