| 
 
Up  1918-2007  Nakşibendiler  Aleviler  Laiklik  Özerklik  Krizler  Liberaller  Devrim
 
 |  | 
      
        
          
            |   | 
            
            Osmanlı, 
			Rumeli'yi cephede değil masa başında kaybetti 
			 
			Türkiye sınır ötesi operasyonu tartışıyor. Bazı çevreler "ABD'yi, 
			AB'yi karşımıza almayalım; sorunu masada çözmeye çalışalım" diyor. 
			Tarih tekerrür mü ediyor? Çünkü benzer olayları Osmanlı Devleti de 
			yaşadı. 
			 
			Bulgar, Yunan, Sırp çetelerine karşı Avcı Taburları'yla başarılı bir 
			mücadele veren Osmanlı, Avrupa ülkelerini karşısına almamak için 
			Balkan topraklarını birer birer masada kaybetti. 
			 
			NE bu sayfada ne de kitaplarımda yorum analiz yapmamaya gayret 
			ederim. Olguların-haberlerin ve tarihsel olayların daha öğretici 
			olduğunu düşünürüm. Ama bazen... 
			 
			Bazen insan soğukkanlılığını kaybediyor. Bazı köşe yazarlarının bu 
			toprakların tarihini, kalemi ellerine aldıkları dönemle başlatmaları 
			artık dayanılmaz boyuta geldi. Neredeyse herkes Türk Silahlı 
			Kuvvetleri'ne "akıl" veriyor:  
			 
			"Barzani güçleri artık düzenli orduya geçti, aman dikkat!" 
			 
			"Kuzey Irak'a girdiğimizde ABD ordusu karşımıza çıkarsa ne 
			yapacağımızı hesap etmeliyiz!"  
			 
			"Askeri operasyondan önce meseleyi masada çözmeye çalışmalıyız!"  
			 
			'VMRO' ADINI DUYDUNUZ MU 
			 
			Bütün mesele tarihi gerçeklerin pek bilinmemesinden kaynaklanıyor 
			aslında. Bilmiyorlar; Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin, terör 
			örgütlerine karşı verilen mücadeleyle eşzamanlı olduğunu. Bu 
			arkadaşlar Abdullah Öcalan adını biliyor. Peki: 
			 
			Yunanlı Emanuil Ksantos, Nikolaos Sfukos, Anastasyas Çakalof adını 
			duydular mı? 
			 
			Bulgar Boris Sarafov, Saissij Hilandersky, Sofronij Vraçansky ya da 
			Sırp Miloş Obradoviş ve Damien Gruev ismini hiç işittiler mi? 
			 
			Balkanlar'ın en etkili terör örgütleri VMRO ve IMRO'dan haberdarlar 
			mı? 
			 
			Balkanlar'da fitili ateşleyen Konstantin Fotinov'un hem de İzmir'de 
			çıkardığı "Lyubaslovie" adlı yayın organını biliyorlar mı? 
			 
			Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, 
			Bosna-Hersek ve Romanya'nın (Eflak-Boğdan) nasıl kaybedildiği 
			hakkında bilgi sahibi midirler? Sanmam. Peki: 
			 
			Unutun yukarıdaki isimleri, çeteleri, yayın organlarını; bugün 
			bazılarının AB üyesi olduğu bu ülkelerin Osmanlı'dan nasıl koptuğunu 
			kısaca anlatmak istiyorum. Bugüne benzerliklerini siz bulun lütfen! 
			 
			OYUN HEP AYNI 
			 
			Taktik hep aynıydı: 
			 
			Önce çeteler kurup isyan başlattılar. Mehmetçik çetelere dünyayı dar 
			edince, "Aman koşun yardım edin, barbar Türkler katliam yapıyor" 
			diye Avrupa'yı ayağa kaldırdılar. 
			 
			Öyle ya bu insan hakları meselesiydi ve Avrupa bu konuda çok "duyarlıydı". 
			Hemen olaya el koydular. Arka bahçelerini kaybetmek istemiyorlardı. 
			Tabii "el koyma" diplomatik yollardan oluyordu! 
			 
			Masalar kuruluyor ve diplomatik görüşmeler başlıyordu. İşte mihenk 
			noktası bu masaydı. 
			 
			Osmanlı masaya oturunca çaresiz kalıveriyordu. Nasıl olmasın, borç 
			batağındaydı. Masada ne kadar kararlı gözükse de isteklerini pek 
			yaptıramıyordu. 
			 
			TÜRK SOYKIRIMI 
			 
			Osmanlı Devleti masadan hep reform yapma sözüyle kalkıyordu. Devamlı 
			da reformlar yaptı; Balkan tebaasına her türlü hürriyeti verdi. 
			 
			Yetmedi. 
			 
			Ardından özerk prenslikler, imtiyazlı bölge statüleri tanıdı. 
			Yetmedi. Onlar hep daha çok istediler. Bağımsız devlet oldular; yine 
			yetmedi. Bu kez daha çok toprak istediler. Bazen kendilerine güvenip 
			Osmanlı'ya savaş açtılar.  
			 
			Osmanlı işte o zaman rahatlıyordu; masadan kurtulmuştu. Yunan 
			ordusunu da, Sırp ordusunu da cephede perişan etti. Ama sonuç 
			alabildi mi? Hayır. Her seferinde düvel-i muazzama olaya "el koydu". 
			 
			Osmanlı yine masaya oturtuldu. Ve o diplomasi masasında sürekli 
			kaybetti. Osmanlı kaybettikçe çeteler azgınlaştı. Oyun tekrar tekrar 
			sahneye kondu. 
			 
			Mehmetçik yine çeteleri dağıttı; çetelerin Avrupa'daki uzantıları, "Aman 
			yetişin barbar Türkler Hıristiyanları kesiyor" diye ortalığı ayağa 
			kaldırdı. 
			 
			İnanması zor ama bu oyun her seferinde etkili oldu. Osmanlı şaşkındı. 
			Haklıydı. Ama anlatamıyordu. Sonuçta Balkanlar'ın güvenlik 
			meselesini bile Avrupalılara bıraktı! Sorun çözüldü mü? Hayır. 
			 
			Bu kez meselenin parlamentoda çözüleceği söylendi. Osmanlı, Yane 
			Sandanski'den İsa Bolatin'e kadar çete liderlerini Osmanlı Meclis-i 
			Mebusan'a taşıdı. Olmadı. 
			 
			Ne yapsa ne etse yaranamadı Osmanlı. 
			 
			Aslında bilmediği/görmediği bir gerçek vardı; mesele başkaydı. 
			Mesele, Türklerin Avrupa'dan çıkarılmasıydı. Öyle olmasa, 
			Balkanlar'da 4.5 milyon Türk öldürülürken insan hakları savunucusu 
			Avrupalıların sesi çıkmaz mıydı?  
			 
			Oysa uygar Batı kılını bile kıpırdatmadı.  
			 
			Dün böyleydi; bugün farklı mı? Batı'nın elinde dün olduğu gibi bugün 
			de kendi çizdiği bir harita var ve onu gerçekleştirmek için 
			uğraşıyor.  
			 
			Demokrasi, özgürlük, insan hakları Batı için aslında sadece laf-ü 
			güzaftır. 
			 
			Biz bu filmi gördük. 
			 
			BAĞIMSIZ BATI TRAKYA CUMHURİYETİ 
			 
			BALKAN Savaşları'nda Osmanlı'nın bozguna uğraması, ülke içindeki 
			dengeleri de değiştirdi. İttihatçılar darbe yaparak iktidarı aldı. 
			Ve kısa zamanda darmadağın olan orduyu savaşacak hale getirdi. 
			 
			Osmanlı Ordusu 30 Haziran 1913'te Batı Trakya'ya doğru harekete 
			geçti. Keşan, İpsala, Uzunköprü ve Edirne bir hafta içinde geri 
			alındı. Ama ne yazık ki ordu hemen durduruldu. Cephede değil masada 
			durduruldu. 
			 
			Düvel-i muazzama elçileri Sadrazam Said Halim Paşa'ya koşmuşlar; 
			Osmanlı'nın Londra Antlaşması'nın tek taraflı bozduğunu ve hemen "işgal" 
			ettiği topraklardan çıkmasını söyleyerek, sözlü nota vermişlerdi. 
			 
			Müzakereler sürerken Enver Paşa, 16 subay ve 100 Mehmetçik'ten 
			oluşan müfrezeyi Bulgar zulmü altındaki Batı Trakya içlerine 
			gönderdi. Kuşçubaşı Eşref komutasındaki müfreze, Edirne'den yola 
			çıkıp Ortaköy'e geldiğinde, 1200 kişilik Bulgar çetesi tarafından 
			vahşice katledilen 400 Türk köylüsünün cesediyle karşılaştı. 
			 
			Bir gün sonra katliamcı Bulgar çetesi bulundu; darmadağın edildi; 
			5'i subay 95 kişi esir alındı. 1200 silaha el konuldu. Türk 
			müfrezesi önüne ne gelirse ezip geçti; şiddetli çatışmalardan sonra 
			Mestanlı ve Kırcaali ele geçirildi. Yedi düvelin baskısından bunalan 
			İstanbul Hükümeti, Bulgar cephesindeki Enver Paşa'ya birliklerin 
			çekilmesi emrini verdi. 
			 
			Enver Paşa emri dinlemedi. Kuşçubaşı Eşref'in yanına Süleyman Askeri 
			Bey komutasında bir birlik daha gönderdi. Kuşçubaşı Eşref ve 
			Süleyman Askeri güçlerini birleştirip Gümülcine ile İskeçe'yi 
			aldılar. Meriç boyunu Bulgarlardan tamamen temizlediler. 
			 
			İki Türk birliği destan yazıyordu. Düvel-i muazzama ise yıkıyordu 
			ortalığı. Sonunda Enver Paşa da, Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman 
			Askeri'ye "durun" demek zorunda bırakıldı. 
			 
			Durmak yeterli değildi; Avrupalılar Türklerin "işgal" ettiği yerleri 
			hemen boşaltılmasını istiyordu. İşte burada devreye Türk'ün zekásı 
			girdi. Batı Trakya'yı ele geçiren Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri 
			Bey dünyaya bir açıklama yaptılar: "Bizim Osmanlı ile hiçbir ilgimiz 
			yoktur!" 
			 
			Ve ardından "Garbi Trakya Müstakil Hükümeti"nin kurulduğunu 
			duyurdular. 
			 
			İLK TÜRK CUMHURİYETİ 
			 
			12 Eylül 1913 tarihinde kurulan bağımsız Türk devletinin yönetim 
			şekli neydi biliyor musunuz; Cumhuriyet! 
			 
			Devlet Başkanı Süleyman Askeri Bey'di. Genelkurmay Başkanı ise 
			Kuşçubaşı Eşref. Yeni Türk devletinin başşehri Gümülcine'ydi. 
			Bayrağı; ay yıldızlı, yeşil-beyaz-siyah renklerden oluşuyordu. 
			Sözlerini bizzat Süleyman Askeri'nin yazdığı milli marşları bile 
			vardı. 
			 
			Posta teşkilatı kurup pul bastırdılar. Pasaport sistemi oluşturdular. 
			Öyle herkes elini koluna sallaya sallaya gelemeyecekti yani! 
			 
			Dünyayla haberleşmek için Batı Trakya Haber Ajansı'nı kurdular. "Özgür" 
			adı verilen resmi gazete ile "Independant" adlı Türkçe-Fransızca 
			gazete çıkarmaya başladılar.  
			 
			Kısa zamanda 30 bin kişilik ordu oluşturdular. Amaç asker sayısını 
			kısa zamanda 60 bine çıkarmaktı. Öte yandan: 
			 
			Başta Rusya olmak üzere düvel-i muazzama, eğer bağımsız Türk devleti 
			kendini lağvetmezse Osmanlı'nın doğusunda bağımsız Ermenistan 
			kurdurulacağı tehdidini savurmaya başladı. (Ne rastlantı (!) değil 
			mi, bugün de ellerinde yine Ermeni tasarısı var.) 
			 
			Sonuçta, Osmanlı Hükümeti zorla masaya oturtuldu ve İstanbul 
			Antlaşması, "Garbi Trakya Müstakil Hükümeti"nin sonu oldu. 
			 
			Yeni cumhuriyetin ömrü ancak 55 gün sürebildi. Osmanlı yine 
			diplomasi masasında kaybetmişti. Ayrılık günü, Batı Trakya'da 
			kalanlar da gidenler de gözyaşlarına boğuldu. Son kez hükümet konağı 
			önünde toplu bir fotoğraf çektirildi. 
			 
			Bugün bazılarımız ne diyor; "Aman masaya oturalım!"  
			 
			İbret alınsaydı tarih hiç tekerrür eder miydi?.. 
			 
			Mehmetçik 150 yıldır gerilla savaşı yapıyor 
			 
			BUGÜN teröristlere karşı mücadele veren Özel Kuvvetler 
			Komutanlığı'na bağlı özel harpçileri biliyorsunuzdur. 
			 
			Peki, Avcı Taburları adını duydunuz mu? Çoğumuz bilmez. 
			 
			Türk Ordusu'nun 25 yıldır gayri nizami harp yaptığı yazılıyor/söyleniyor. 
			Oysa Mehmetçik bu savaşı 150 yıldır yapıyor. 
			 
			Bu savaşı başlatan Avcı Taburları'dır. 
			 
			Ondan doğan örgütün adı Teşkilat-ı Mahsusa'dır. Bu teşkilatın 
			mirasını devralan ise özel harpçilerdir. 
			 
			Osmanlı'nın ilk özel harp teşkilatı olarak Avcı Taburları'nı 
			gösterebiliriz. Çetelere karşı düzenli orduyla karşılık 
			veremeyeceğini anlayan Osmanlı bu nedenle, tıpkı çeteler gibi 
			dağlarda yaşayan Avcı Taburları'nı organize etti. 
			 
			Avcı Taburları, Rumeli'deki 3'üncü Ordu Komutanlığı'na bağlı 
			kurulmuştu. Bunlar sorumlu oldukları bölgede devamlı hareket 
			halindeydiler. Çeteler hangi yöntemleri kullanıyorsa onlar da 
			aynısını yapıyorlardı. Bu gerilla taburunda genellikle Harp 
			Okulu'ndan mezun olmuş mektepli subaylar görev yapıyordu. Bunun 
			ayrıca özel bir nedeni vardı: 
			 
			II. Abdülhamid, mektepli subayların İstanbul'da görev yapmasını 
			istemiyordu. "Darbe yaparlar" diye çekiniyordu. Bu nedenle 
			İstanbul'daki Hassa Ordusu'nda (1. Ordu) sadece, Padişah'a bağlı 
			kapıkulu zihniyetindeki eğitimsiz alaylı askerleri tutuyordu. 
			 
			Avcı Taburları komutanları arasında kimler yoktu ki: Enver, Cemal, 
			Yakup Cemil, Eyüp Sabri, Resneli Niyazi, Cafer Tayyar, Yenibahçeli 
			Şükrü, Mülazım Atıf, Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref, Filibeli 
			Halim, Kazım Özalp, Kazım Karabekir ve daha niceleri... 
			 
			Bu subayların çetelerle mücadelesi pek kolay olmadı. Harp Okulu'nda 
			cephe savaşlarını öğrenmişlerdi; silahları kara tahtaya çizerek! 
			Çünkü okulda silahların bulunması, ateş edilmesi Sultan'ın emriyle 
			yasaktı! Bu şartlar altında mezun olan subaylar kendilerini 
			Balkanlar'ın o zor coğrafi şartlarında ateş çemberi içinde buldular. 
			Yine de hiç yılmadılar. 
			 
			Giritli Kaptan Skalidis, Bulgar Petso, Rum Pirlepe, Arnavut 
			Istaryalı Kamil, "Vardar Güneşi" adı verilen Apostol gibi onlarca 
			çeteyi yok eden bu Avcı Taburları'ydı. 
			 
			Avcı Taburları kısa zamanda gerilla savaşını öğrenmişti. Ama... 
			 
			Ama yine karşılarında yedi düvel vardı. 
			 
			Örneğin: Çetelerin silah depoları kiliseler ve papaz-rahip evleriydi. 
			Osmanlı zabitleri aramak için buralara girdiklerinde çete 
			taraftarları feryat ediyordu: "Kilisemizi yakıyorlar!" Sanki Osmanlı 
			600 yıl kiliseyle barışık olmamış gibi.  
			 
			Yazdığımız gibi Avcı Taburları'nın kuruluş nedeni Yunan, Bulgar, 
			Sırp vb. çetelere karşı mücadele vermekti. Bu çeteler başta Osmanlı 
			zabitleri olmak üzere karakollara, köylere, yolcu gemilerine, 
			demiryollarına, köprülere saldırılar düzenliyorlardı. 
			 
			Akla gelecek her yöntemle suikast yapıyorlardı. Olayın trajikomik 
			yanı, bu saldırılardan Avrupalılar zarar görürse onların maddi 
			zararlarını da Osmanlı karşılıyordu. Çeteler bunu bildikleri için 
			yabancı görevlileri kaçırıp fidye istiyorlardı. 
			 
			Örneğin, Fransız maden müdürü Chevalier için 15 bin; İngiliz rahibe 
			Mrs. Stene için 16 bin altınlık fidye parasını da Osmanlı ödemişti! 
			 
			Bu arada Avcı Taburları'ndaki subaylar 250 kuruşluk maaşlarını bile 
			alamıyorlardı! Neyse... 
			 
			Avcı Taburları'nın çetelere karşı mücadelesinde de karşılarındaki 
			güç Batı'ydı. 
			 
			Örneğin, eli kanlı çete üyesini yakalayıp cezaevlerine koyuyorlardı. 
			Ancak belli bir süre sonra Avrupa'nın baskısıyla bunlara af 
			çıkıyordu. Salıverilen soluğu tekrar dağda alıyordu! 
			 
			Yani: Başta Ruslar olmak üzere Avrupalılar, Türk askerinin moralini 
			bozmak için ellerinden geleni yapıyordu. 
			 
			Manastır'daki Rus Konsolosu Rostkovkiy kendisine selam durmadığı 
			için bir Türk askerini kırbaçlayacak; Mehmetçik bu saldırıya 
			dayanamayıp konsolosu öldürecekti. 
			 
			Aslında Mehmetçik nefsi müdafaa yapmıştı ama Divanı Harp'te hemen 
			idam edilivermişti; hem de olaya hiç karışmamış nöbetçi arkadaşıyla 
			birlikte. 
			 
			Osmanlı'da milliyetçilik/ulusalcılık nasıl doğdu sanıyorsunuz? Sonuç 
			olarak, Osmanlı Avcı Taburları Rumeli Dağları'nda gerilla savaşını 
			öğrendiler. Öyle iyi öğrendiler ki, mirası devralan Teşkilat-ı 
			Mahsusa, I. Dünya Savaşı'nda düşmanları yıldıracak eylemler yaptı. 
			 
			İşte kökü Avı Taburları'na ve Teşkilat-ı Mahsusa'ya dayanan özel 
			harpçiler bugün kararlılıkla teröre karşı mücadele vermektedir. 
			 
			Yani, söylendiği/yazıldığı gibi Türk Silahlı Kuvvetleri gerilla 
			savaşını yeni öğrenmemiştir. 
			 
			Soner YALÇIN 
			 
 
			 
			
			 | 
            
                | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
    | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            |   | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            |   | 
           
          
            |   | 
           
          
            |   | 
           
         
 
 |  | 
 
Turkey 
Turquie 
Türkei 
Turkije 
Türkiye 
  
 |