Aynı ahırın atları
		
						
		
						
		
		
		  
		
						
		
						
		
		
		Parlamentoda olan ve olmayan merkez partiler aynı partinin farklı 
		fraksiyonları gibidir. Kendi aralarında sıkı bir kavgaya tutuşmuş gibi 
		görünen bu partilerin aynı büyük ahırın (écurie/eküri) atları olan 
		yönetim kadroları, propaganda amaçlı söylem farklılıklarına rağmen 
		neoliberal iktisat politikalarını, emperyalizmin etnik ve dinî 
		bölünmeleri temel alan insan hakları anlayışını, yerel yönetim özerklik 
		şartını açık ya da örtülü olarak, vurgu farklarıyla savunurlar. Giderek 
		renkleri solan bir Atatürk sembolünden zaman zaman söz etseler de 
		Cumhuriyetin Devrim Kanunlarını unutmuşlar ve unutturmuşlardır. 
		 
		Tek bir partinin fraksiyonları gibi duran siyasî partilerden tam 
		bağımsızlık, üretken ekonomi, toplumsal kalkınma, laik ve bilimsel 
		eğitim, ortaçağ kalıntılarının kesin ve sürekli tasfiyesi gibi 
		uygulamalar beklemek hayaldir. 
		 
		Bu sistemde emekçiler, yolcuları hızla zenginleşen, kaptanı ve 
		mürettebatı giderek mafyalaşan gemiyi çekeceklerdir. Sendikaları sarı, 
		sosyal güvenlikleri sahte, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim 
		imkânları kısıtlı, hurafelerle kandırılmış, tarikatlar cemaatler 
		tarafından baskı altında tutulan bir sömürge halkına benzeyeceklerdir. 
		Bu insanlar haklarına sahip çıkan, bilinçli ve örgütlü yurttaşlar 
		olmaktan giderek uzaklaşacaklar, şekilsiz, iç içe geçmiş, etnik ve 
		mezhebi olarak bölünmüş bir fakir-fukara-garip-guraba kitlesine 
		dönüşeceklerdir. 
		 
		Sistemin içinde çözüm yoktur. Gericilik ülkenin ideolojik iklimini, 
		neoliberal politikalar ise ekonominin yapısını geri dönüşü olmayan bir 
		noktaya getirmiştir. Sistemi tutunduğu yerlerden sökerek, en azından 
		laik ve sosyal bir hukuk devleti kurmak, planlı ekonomiye geçmek ve 
		toplumsal kalkınmayı başlatmak ancak 1908, 1923 şiddetinde bir devrimin 
		ortaya çıkaracağı kurucu iradeyle mümkündür. 
		
						
		
						
		
						
		
						
		Aynı ahırın atları
		
						
		
						
		Parlamentoda olan ve 
		olmayan merkez partiler aynı partinin farklı fraksiyonları gibidir. 
		Kendi aralarında sıkı bir kavgaya tutuşmuş gibi görünen bu partilerin 
		aynı büyük ahırın (écurie/eküri) atları olan yönetim kadroları, 
		propaganda amaçlı söylem farklılıklarına rağmen neoliberal iktisat 
		politikalarını, emperyalizmin etnik ve dinî bölünmeleri temel alan insan 
		hakları anlayışını, yerel yönetim özerklik şartını açık ya da örtülü 
		olarak, vurgu farklarıyla savunurlar. Giderek renkleri solan bir 
		Atatürk sembolünden zaman zaman söz etseler de Cumhuriyetin Devrim 
		Kanunlarını unutmuşlar ve unutturmuşlardır. 
		 
		Merkez partiler özellikle 12 Eylülden sonra küresel güçler tarafından 
		dizayn edilmişlerdir. Emperyalizmin siyasî topluma ve devlet 
		kurumlarına Türkiyedeki kadar derinlemesine nüfuz ettiği ikinci bir 
		ülke bulmak zordur. Dışarıdan infiltrasyonun (sızma) ve manipülasyonun 
		(yönlendirme) en güçlü, en köklü olduğu ülkelerden biri Türkiyedir. 
	Sistem 12 Eylülün açtığı yoldan giderek AKPyi merkez partilerin 
		tepesine yerleştirmiş, CHPyi çok ince bir elekten geçirerek ayıklamış; 
		iki partili dönüşümlü (istikrarlı) yönetim sistemi tasarısı tutmayınca 
		arkaik MHPyi bölerek İYİP adı altında bir merkez parti denemesine 
		girişmiş; PKK/HDPyi her defasında düştüğü yerden kaldırarak siyasetin 
		içinde tutmuş; AKP küresel güçler arasında denge politikasını abartınca 
		onu askerî darbeyle devirmeye çalışmış, beceremeyince içinden Deva ve 
		Gelecek partilerini çıkarmıştır. Bu dizayn çalışması olanca hızıyla 
		devam etmektedir. 
	Reis, partilerle hukuk reformu, yeni anayasa gibi başlıklar altında 
		mutabakat aramakta, bu partilerin içinde operasyonel faaliyetlerde 
		bulunmaktadır. 
		 
		Mutabakatın konusu Saray makamını AKP dahil bütün siyasî partilerin 
		üzerinde tutacak ve monarşist yetkilerle donatacak yeni bir Devlet 
		tasavvurudur. Yakayı yabancı sermayeye kaptıran Saray, partileri ve 
		elbette emperyalist merkezleri de bu tasavvura razı etmeye 
		çalışmaktadır. 
	Tek bir partinin fraksiyonları gibi duran siyasî partilerden tam 
		bağımsızlık, üretken ekonomi, toplumsal kalkınma, laik ve bilimsel 
		eğitim, ortaçağ kalıntılarının kesin ve sürekli tasfiyesi gibi 
		uygulamalar beklemek hayaldir. 
	Türkiyede particilik geniş kitleler tarafından heyecanlı rekabet, 
		seyirlik gösteri, lafı gediğine oturtma sanatı, seçimlerde hasmı kündeye 
		getirerek tuş etme marifeti gibi algılandığı için bu partilerin üyeleri 
		aslında bütün partilerin aynı partinin iktidar için mücadele eden 
		fraksiyonlarından ibaret olduklarını akıllarından bile geçirmezler. 
	Bu yüzden CHPli üye kendi partisini Atatürkçü, İYİPli üye kendi 
		partisini milliyetçi, AKPli üye kendi partisini muhafazakâr 
		demokrat vs sanabilmekte; Deva ve Gelecek gibi partiler AKPnin 
		ideolojisine sadakatle bağlı olmakla birlikte bu partinin başlangıç 
		ilkelerinden saptığını iddia edebilmekte; Vatan Partisi gibi kendi 
		istikbâlini Sarayın siyasî emelleriyle tevhit eden partilerin üyeleri 
		kendilerini devrimci gibi görebilmektedirler. Bunların birbirinden 
		farkı yoktur. 
	Partilerin Türkiyenin dünyadaki yerine dair algıları ve görüşleri 
		modern dünya sistemi teorisi bağlamında çevresel (periferik) ülkelere 
		verdiği rolü andırmaktadır. 
		 
		CHP bu rolü Haziran 2015 genel seçimlerinden hemen önce tanıttığı 
		Merkez Türkiye projesiyle pek güzel açıklamıştı. Buna göre Türkiye 
		küresel ticaretin dev antreposu, malların toplanıp dağıtıldığı bir 
		merkez haline gelmeli, küresel kapitalizmin ticaret acentası olarak 
		komisyonla zenginleşen bir ambalaj ekonomisine dönüşmelidir. Mevcut 
		sistemle Türkiyenin varabileceği en yüksek (!) gelişmişlik düzeyi 
		budur. 
	Bakın bu görüş bütün partilerde vardır: ticarî bir antrepo, bir tür 
		hub (aktarma merkezi) olarak Türkiye. Çinlilerin kuracağı fabrikalar 
		için ucuz emek cenneti, limanları, toprakları, telekomünikasyon 
		sistemleri, havaalanları, köprüleri, her şeyi satılmakta olan, buğdaydan 
		teknolojiye kadar her şeyi ithal eden bir ticaret kavşağı, malların 
		geçiş köprüsü, turizm beldesi, aynı zamanda askeri/jeostratejik 
		alt-merkez
 Elbette bu sistem hükümdarlık benzeri bir başkanlık 
		sistemini, aşırı merkezileşmiş bir güvenlik devletini gerektirecektir. 
		Sarayın yeni bir anayasayla yapmaya çalıştığı şey budur. 
	Bu sistemde emekçiler, yolcuları hızla zenginleşen, kaptanı ve 
		mürettebatı giderek mafyalaşan gemiyi çekeceklerdir. Sendikaları sarı, 
		sosyal güvenlikleri sahte, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim 
		imkânları kısıtlı, hurafelerle kandırılmış, tarikatlar cemaatler 
		tarafından baskı altında tutulan bir sömürge halkına benzeyeceklerdir. 
		Bu insanlar haklarına sahip çıkan, bilinçli ve örgütlü yurttaşlar 
		olmaktan giderek uzaklaşacaklar, şekilsiz, iç içe geçmiş, etnik ve 
		mezhebi olarak bölünmüş bir fakir-fukara-garip-guraba kitlesine 
		dönüşeceklerdir. 
	Sistemin içinde çözüm yoktur. Gericilik ülkenin ideolojik iklimini, 
		neoliberal politikalar ise ekonominin yapısını geri dönüşü olmayan bir 
		noktaya getirmiştir. Sistemi tutunduğu yerlerden sökerek, en azından 
		laik ve sosyal bir hukuk devleti kurmak, planlı ekonomiye geçmek ve 
		toplumsal kalkınmayı başlatmak ancak 1908, 1923 şiddetinde bir devrimin 
		ortaya çıkaracağı kurucu iradeyle mümkündür (ya). 
		
						
		
						
  (ya). Y. Alogan 
		
						
		
						
  Aynı ahırın 
	atları-Türkiye Gerçekleri 
	
	Sol: Türk 
	Solu-Türkiye ve Dünya Gerçekleri 
	
	Solcu olmak ve Cumhuriyetçi yurttaş  
	
	Sol Nerede 
		
						
		
						
						
		
						
  Türkiye 
	ve Dünya Gerçekleri
		
						
		
						
            
		
						
		
						
		
		
		Gerçekler:Türkiye 
		ve Dünya Gerçekleri
	
	
	
		
						
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |