Darbeyi sadece askerler mi yapar?
Ergenekon Operasyonu Batı (AB ve ABD) denetiminde,
CIA gölgesindeki Gladiocu cemaatin, ulusalcı sol ve sağı tasfiye etme
teşebüsüdür.
TSK son yıllarda bazı çevreler tarafından neden
yıpratılıyor?
Türkiye’nin en güvenilir kurumuna karşı yapılan bu sistematik psikolojik savaşın
amacı nedir? TSK bir karşı darbenin saldırılarına mı maruzdur? Kimdir bu neo-darbeciler
ve ne istemektedirler?
BASINDAKİ bazı meslektaşlar benzer cümleleri yazıp duruyor:
"Askerler, AKP’ye karşı darbe yapacaktı!"
Ve arkasından 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül askeri darbelerini örnek
gösteriyorlar.
Yazmıyorlar ama meseleyi, 1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan
indirilmesinden, 1913 Babıáli baskınına kadar götürebiliriz.
Peki, darbeyi sadece askerler mi yapar?
Örneğin, polisler yapamaz mı?
Ya da Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’da gördüğümüz gibi "renkli-sivil
darbeler" olamaz mı?
Tabii ki olur.
O halde, işin özünde yanlış bir tartışma yürütülmüyor mu?
Aslında darbeyi kimin yapacağından çok, darbenin neden yapılacağı üzerinde
durmamız gerekmiyor mu?
Örneğin, bu topraklardaki darbeler hep iç dinamiklerle mi hareket etmiştir?
1876 darbesinin arkasında İngilizler yok mudur?
1913 Babıáli baskınının arkasında Almanlar olduğu gibi.
12 Eylül’ü "bizim oğlanlara" yaptıranların Amerikalılar olduğunu
bilmeyenimiz yok herhalde.
O halde, ezberlenmiş kavramlarla konuşmayı bırakıp, darbeyi kimin neden
yapacağına daha geniş açıdan bakmakta yarar var.
’Elbise’ meselesi
Bakınız...
Soğuk savaş bitene kadar Türkiye’nin iç ve dış politikası belliydi.
ABD-NATO-AB; Kemalizm’den, TSK gibi Cumhuriyet kurumlarından memnundu.
Ortak düşman ise belliydi; komünistler.
Bu nedenle NATO dahilinde kurulan Gladio da, Türkiye’deki yerli sivil
işbirlikçileriyle solculara karşı elinden geleni yaptı. Provokasyonlar,
suikastlar düzenledi. Yetmedi, askeri darbe yaptı!
Buraya kadar sanıyorum kimsenin bir itirazı yoktur.
Sonra ne olduysa Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başladı.
Kemalizm "out", ılımlı İslam "in" oluverdi!
ABD, Türkiye’ye "yeni bir elbise" giydirmek istedi.
Başta TSK olmak üzere Cumhuriyetçi kurumlar bu "elbiseye" girmedi/girmek
istemedi.
Eee ne olacaktı?
Eee’si yoktu, öyle ya da böyle o "elbise" giyilecekti!
İyi ama eskiden Amerika isteyince askeri darbe yapılıyor ve zorla da olsa "elbise"
giydiriliyordu.
Oysa şimdi, dün elbisenin giyilmesine aracı olan TSK, bu kez yeni "elbiseyi"
giymek istemiyordu. Örneğin, fazla "kapalı" buluyor, başörtüsüne mesafeli
duruyordu! Ayrıca beline silah takıp komşularının evine girmek de istemiyordu.
Siz ABD olsanız ne yaparsınız?
Hemen Türkiye’de o "elbiseyi" giymeyi çok istekli cemaatlerle, kurumlarla
işbirliği yaparsınız. Yetmedi parti kurarsanız!
Ve bu işbirliği sayesinde "elbiseyi" giymeyenleri tasfiye edersiniz.
Peki, bu tasfiyeyi nasıl yaparsınız?
Hitler’in sağ kolu J. Goebbels, Nazilerin Propaganda Bakanı’ydı.
Yalanlarını kamuoyuna kabul ettirmekte çok ustaydı. Yalanını kabul ettirmekte o
kadar başarılıydı ki, bugün hálá Batı üniversitelerinde onun "Büyük Yalan"
olarak bilinen tekniği ders olarak okutulmaktadır.
Evet, tasfiye için "büyük yalana" başvurursunuz.
Yoksa Türkiye tarihinin en önemli soruşturması neden çarşaf çarşaf gazetelere,
TV’lere servis yapılsın?
Torumtay’ın istifası dönemeç
Tarih 3 Aralık 1990.
Yer Ankara.
Genelkurmay’dayız. Harekát Daire Başkanı Korgeneral (rahmetli) Doğan Beyazıt,
basın mensuplarına "Özel Harp Dairesi" hakkında brifing veriyor.
Brifing esnasında Güneri Cıvaoğlu’nun çağrı cihazına bir mesaj düştü. Ve
Cıvaoğlu söz alarak, Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın az önce
istifa ettiğini duyurdu.
Peki, Orgeneral Torumtay niye istifa etmişti?
Hayır, bu istifanın Gladio tartışmalarıyla hiçbir ilgisi yoktu. Torumtay,
Turgut Özal (dolayısıyla ABD) ile Körfez politikaları konusunda
anlaşamamıştı.
Ve bu istifa ile askerler, siyasal iktidarlarla uzlaşmadıkları zaman koltuğu
bırakıp gitme olgunluğuna ulaştıklarını göstermişti. İlkti.
Bu aynı zamanda darbeler döneminin kapandığını da gösteriyordu.
Ve 20 yıllık süreçte Torumtay’dan sonra nice genelkurmay başkanları gelip
geçti. Ve hiçbiri ABD’nin Ortadoğu politikalarına sıcak bakmadı. Mehmetçiği
petrol kuyularına bekçi yapmak istemedi. Ama bunun kararını da hep TBMM’ye
bıraktı. Bunları gördük, yaşadık.
Bu askerlerin darbe yapacağını ısrarla yazıyorlar. Aslında tercüme ediyorlar.
Kimden mi?
1 Mart tezkeresi
2003’e dönelim. Amerika’nın Irak işgalinin mimarlarından Paul Wolfowitz,
6 Mayıs 2003’te CNN Türk’te Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar’ın
sorularını yanıtladı. Konu, Amerika’nın Irak işgali için Türkiye üzerinden kuzey
cephesinin açılmasını sağlayacak 1 Mart tezkeresinin reddi ve Amerika’nın bundan
duyduğu derin rahatsızlık.
Bakın Wolfowitz, tezkerenin reddinden kimi sorumlu tuttu:
Wolfowitz: Ve Türkiye’de bize destek olacağını düşündüğümüz, aramızdaki
ittifakın çok önemli geleneksel destekçisi kurumlardan aradığımız desteği
bulamadık.
Soru: Hangileri özellikle?
Wolfowitz: Tahmin ediyorum ki biliyorsunuz hangilerini kastettiğimi, ama
örneğin ordu... Ordu, hangi nedenle olursa olsun, o önemli ve de oynamaları
gereken liderlik konumuna tam olarak sahip çıkamadı...
Soru: Ordunun liderlik görevi tam olarak nedir?
Wolfowitz: Ben siyasi açıdan bahsetmiyorum. Şunu kastediyorum:
Türkiye’nin ulusal çıkarları ve ulusal stratejilere bakacak olursanız, özellikle
sizin sisteminizde geçerli olan şu: Ordunun söylemesi gereken bir şey vardı. "Amerika’yı
desteklemek Türkiye’nin çıkarınadır" demeliydi. Benim gözlemim şu oldu: Yapması
gereken ya da sonuçta fark yaratacak şekilde güçlü ifade edemedi kendini. (Radikal,
7.5.2003)
Devam edelim.
Bu kez tarih 19 Nisan 2003. New York Times’ta "Savaşan Bir Ulus" başlıklı
bir yazı yayınlandı. Sözünü ettikleri ulus Türkiye. Yazar Alan Cowell,
yazısına, "Tek bir kuşun dahi atılmadan Türk ordusunda çok pahalı bir savaş
yaşandı" diye başladı. 1 Mart tezkeresi reddedildiğinde Genelkurmay Başkanı
Hilmi Özkök’tü. Ancak New York Times, faturayı Özkök’e kesmedi.
Şöyle yazdı:
"Generali yıllardır tanıyan bir Türk analizcisine göre 63 yaşındaki Hilmi
Özkök, ’Bu ülkeyi ordunun yönettiğine dair izlenimi güçlendirmemek için büyük
özen gösteriyor’...
Ama General Özkök’ün Avrupa yanlısı duruşu onu, ordunun siyasal ve ekonomik
gücünün azalması konusunda temkinli davranan bazı kıdemli subaylarla karşı
karşıya getiriyor. Daha net konuşmak gerekirse, gene bazı analizcilerin
söylediğine göre, General Özkök’ün selefi Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Kara Kuvvetleri
Komutanı Aytaç Yalman gibi bazı generaller, General Özkök’ün Amerika Birleşik
Devletleri’yle bu denli işbirliği içinde olmaması gerektiğini savunuyorlar."
Yani: Amerika’nın derdi, ordunun siyasete karışmasıyla "demokrasinin
zedelenecek" olması değildi. Amerika’nın derdi, Türk ordusunda bazı
kesimlerin Amerika’yla kayıtsız şartsız işbirliğine onay vermemesi.
Son olarak, yazının bir başka bölümünü aktaralım:
"Dahası, bazı ordu uzmanları, söz konusu krizin, ordunun en üst kademeli
kumandanları arasında uzun süredir devam eden bir tartışmayla keskinleştiğine
inanıyor. Batı tarafından kabul görme arzusu taşıyanlarla, ki bu arzu Ankara’nın
Avrupa Birliği’ne katılma isteğinde de somutlaşıyor, ulusu Avrupa ve ABD’den
uzaklaştırarak, Rusya ve Çin gibi yeni müttefikler aramaya itecek daha derin bir
ulusalcılığı benimseyenler arasındaki tartışma bu."
Gördünüz mü meselenin özünü?
’Türkiye’yi Kazanmak’
Amerika’nın dış siyasetini belirlemede en önemli kurumlardan biri olan Brookings
Enstitüsü geçen yıl "Winning Turkey" (Türkiye’yi Kazanmak) diye bir kitap
çıkardı.
Ortadoğu uzmanı ve Başkan Obama’nın danışmanlarından Philip H. Gordon,
kitabında Türkiye’de askeri bir darbe sonrasında neler olacağını şöyle
kestirdi:
(Bu kitaba, Brookings Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Ömer Taşpınar’ın da
katkıları oldu. Taşpınar arada Radikal, Zaman ve Sabah gazetelerinde makale
yazıyor.)
"Türkiye’de askeri hükümet, Ankara’nın 10 yıl önce başlattığı Avrupa
Birliği’ne katılma amacından vazgeçerek başvurusunu geri çeker; NATO üyeliğini
askıya alır; Amerika’nın Türkiye topraklarındaki askeri üslerini kullanmasını
yasaklar ve bundan böyle daha bağımsız bir dış siyaset izleyeceğini açıklayarak
Rusya, Çin ve İran’la daha yakın diplomatik, ekonomik ve enerji bağları
kuracağını ilan eder ve bunlara ek olarak, Kuzey Irak’ı karşısına alır."
Psikolojik savaşın merkezinin neresi olduğu belli değil mi?
Komutanlar sürekli "Artık askeri darbeler dönemi bitti" diye
açıklamalarda bulunsa da, Amerikan neo-conları (ve Türkiye’deki takipçileri) bir
o kadar Genelkurmay’ın darbe yapacağını yazıyor!
O halde sormak zorundayız:
Türkiye’de "ABD elbisesini" giymek isteyenler, askeri darbe yalanını
ortaya atıp Cumhuriyetçi kadrolara karşı büyük bir tasfiye operasyonuna girişmiş
olamaz mı?
Sizin darbeden salt anladığınız, sabaha karşı yönetime el konulması, bildiri
okunması, tankların yürümesi gibi soğuk savaş dönemi müdahaleleri mi?
Arenada aslanların önüne atılır gibi, saygın isimler, adı şaibeli kişilerle
birlikte kamuoyunun önüne çıkarılmıyor mu?
Yıpratma taktiklerinin yapıldığı ortada değil mi?
İlginçtir, bu kara propaganda hep "Askerler darbe yapacak" sözleriyle
aynı anda yapılıyor.
Peki, bu nasıl oldu da, "Asker darbe yapacak" sözleriyle yıpratma
kampanyaları yan yana durdu?
Bunlar psikolojik savaşın hep bir merkezden yürütüldüğünü göstermiyor mu?
Ve bu gerçekten Türkiye’nin son yıllarda gördüğü -hakkını vermek gerekiyor- en
başarılı psikolojik savaş yöntemiyle yapılmıyor mu?
Hálá soruyor musunuz, "Bu kirli savaşın arkasında kimler var" diye...
Baykal ne demek istiyor?
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, son Ergenekon gözaltılarından
sonra yaşananları Hitler dönemine benzetti.
Sanıyorum Hitler dönemini en iyi anlatan kitaplardan biri, William L.
Shirer’in üç ciltlik "Nazi İmparatorluğu" adlı eseridir.
Baykal’ın bu benzetmesinin ne kadar gerçekçi olup olmadığının bilinmesi
için kitabı okumanızı tavsiye ederim.
Sadece bu nedenle değil...
Türkiye’de kafalar karıştırılıyor. Sanılıyor ki darbeyi sadece askerler yapar!
İşte size Hitler örneği:
Almanya’da Weimar Cumhuriyeti’ni kim yıktı:
Adolf Hitler.
Hitler’in kurduğu cumhuriyetin adı neydi:
Demokratik Cumhuriyet.
Hitler’in parlamento darbesiyle kurduğu bu cumhuriyetin silah gücü neydi:
Polisler.
Hitler’in diktatör olmak istediğini anlamayıp ona "yetki kanunu"
veren kimlerdi: Merkez sağ partiler.
Hitler’i diktatör yapacak yasalara ve uygulamalara mecliste karşı çıkan
kimdi: 88 sosyal demokrat milletvekili.
Hitler’in arkasındaki meclis gücü neydi:
441 milletvekili.
Hitler’e karşı çıkan basının ve muhalefetin başına ne geldi:
Hepsi cezaevine tıkıldı.
Hitler’in Reichstag yangını gibi provokasyonlarla kandırıp ele geçirdiği
son kurum neresiydi:
Alman Ordusu.
CHP Lideri Baykal, son dönemde yaşadıklarımızı Hitler dönemine
benzeterek bunları mı anımsatmak istiyor acaba?
Bütün bunlar tesadüf mü?
Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı olacağı
dönemde dedesinin mezarının Kudüs’te olduğu yazılarak Yahudi olduğu söylentileri
çıkarıldı. İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olmadan önce Kudüs’teki Ağlama
Duvarı önündeki fotoğrafları sızdırıldı. Amaç aynıydı. Örnekler çok. TSK’yı
terör örgütü PKK karşısında aciz göstermek için ellerinden geleni yaptılar.
Yetmedi, Tuğgeneral Münir Erten’in Kuzey Irak harekátına ilişkin makamında
yaptığı görüşmeyi dinleyen gizli kulaklar, bunu bile basına servis yaptılar.
Türk Gladio’sunun İslamcı ayağı
Gladio, soğuk savaş döneminde doğdu. Deniliyor ki, "Soğuk savaş döneminin sona
ermesiyle Avrupa’da Gladiolar açığa çıktı; bir tek Türkiye’de üzerine
gidilmedi". Gerçekten öyle mi? Ergenekon operasyonu, Türk Gladio’sunu ortaya
çıkarmayı mı hedefliyor? Meselenin bir başka yönü gözlerden kaçırılmıyor mu?
DENİLİYOR ki, Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye’de Gladio açığa
çıkarılıyor.
Keşke.
Keşke Susurluk’ta sonuna kadar gidilebilse; eski başbakanlar, eski genelkurmay
başkanları, emniyet müdürleri, polisler yargı önüne çıkarılabilse.
Gerçekten Ergenekon soruşturması, Gladio sırrını çözebilir mi?
Zor görünüyor. Anlatayım.
Ancak öncelikle bir yanlışı düzelteyim:
Gladio, İtalya dışında hiçbir yerde aslında pek ortaya çıkarılmadı.
Soğuk savaş dönemi bitimiyle esen ılık rüzgárlar sonucu "dönemin bittiğini"
vurgulamak için, Gladio’nun bittiği/bitirildiği propagandaları yapıldı.
Aslında yapılan sadece, "adı şuydu-buydu" türü yüzeysel açıklamalardı.
Arkası -birazcık İtalya dışında- pek gelmedi. Orada da bir yere gelindi ve hemen
durduruldu.
Bu sebeple Avrupa’da hálá "Bizi kandırdınız" diye haberler/yorumlar
yapılmaktadır. Bu konuda sayısız kitap çıkarılmıştır.
Yine de iyimserliğimizi koruyalım.
Ve hadi diyelim ki Ergenekon soruşturmasıyla Türkiye’de Gladio ortaya
çıkarılıyor.
Peki, kim bu Türk Gladio’su?
Yandaş medya için Gladio; askerlerden, ulusalcı/milliyetçilerden ve bazı
solculardan oluşmakta.
Hadi askerleri biliyoruz; NATO konsepti/stratejisi gereği özel harp
yapılandırılmasına gidildi.
Yine biliyoruz ki bu yarı militer güç, zamanla siyasetin aracı haline getirildi.
Darbeleri meşrulaştırma çalışmalarında kullanıldı vs.
Bunlar biliniyor. Fakat Gladio konusunda pek bilinmeyenler de var.
Örneğin, bazı yazarlar ısrarla "sol Gladio"dan bahsediyor. Bilgiye dayalı
değil yazdıkları; tahmin ediyorlar!
Kimileri, fırsat bu fırsat deyip olayı kişisel intikama dönüştürmüş durumda.
Benim üzerinde asıl durmak istediğim konu bu değil.
İki nokta gözden özellikle kaçırılmak isteniyor.
PKK ve Gladio ilişkisi üzerinde de duruluyor; ama nedense Barzanici Kürtlerin
Gladio ile teması var mı sorusu hiç dile getirilmiyor? Neden?
İkinci nokta:
Yandaş medya Gladio’nun "İslamcı ayağıyla" neden ilgilenmiyor? Gladio’nun
İslamcı kadrosu hiç hatırlanmak istenmiyor.
Solcularla kimler savaştı; Dolmabahçe önlerinde olduğu gibi genç devrimcileri
kimler bıçakladı? Maraş’ta, Çorum’da "Aleviler camiye bomba attılar"
provokasyonlarına kimler ortak oldu?
Antikomünist yapılanmalar olan, MTTB, İlim Yayma Cemiyeti, Komünizmle Mücadele
Derneği’nde Gladio mensupları yok muydu sanıyorsunuz?
Örneğin, Komünizmle Mücadele Derneği kurucusu bir cemaat liderinin bugün CIA ile
çok yakın olması kafalarda sorular doğmasına neden olmuyor mu?
Bakınız elinizde bilgi belge olmadan yayın yaparsanız, konu karanlık olayları
açığa çıkarmaktan öteye taşınır; mesele bulanır. Komplo teorileri havada uçuşur.
Sonra birileri çıkıp, "CIA gölgesindeki Gladiocu cemaat, ulusalcı sol ve sağı
tasfiye ediyor" deyiverir!
O çok bildik tavırlarla ahkám kesmeyi bırakıp sadece bildiğini ortaya
çıkarmalıdır.
Örneğin:
Yandaş medya -nedense yıllar sonra- madem merak duymaya başladı bu işlere,
Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu
cinayetleri; Gazi Mahallesi, Madımak yangını provokasyonlarıyla başlasın.
Dikkat ediniz, bu kanlı olayların hepsi soğuk savaşın bittiği 1990 yılıyla
başladı. Tesadüf mü?
Meraklılarsa, İslami Hareket Örgütü’nü kimlerin, neden kurduğunu araştırsınlar.
Aksi halde yapılanlar tıpkı Susurluk’ta olduğu gibi kafaları karıştırmaktan
öteye gitmez.
Demem o ki, meselelere ne intikamcı duygularla, ne de at gözlüğüyle bakılsın.
Soner YALÇIN

TransAnatolie Tour
|