| 
				İçerik 
				
				
				Hititleri Tanıyalım ve Tanıtalım.. 
				PAGEREF _Toc107243359 \h 2 
				
				
				Kadeş Savaşını Kim Kazandı? 
				PAGEREF _Toc107243360 \h 6 
				
				
				Hititler Barbar mı? 
				PAGEREF _Toc107243361 \h 6 
				
				
				Savaşta Hititler mi Daha Üstün Yoksa Mısırlılar mı? 
				PAGEREF _Toc107243362 \h 8 
				
				
				Savaşa Giden Yol 
				PAGEREF _Toc107243363 \h 9 
				
				
				Savaşı Kim Kazandı? 
				PAGEREF _Toc107243364 \h 12 
				
				
				Dipnotlar 
				PAGEREF _Toc107243365 \h 14 
				
				
				Kaynaklar 
				PAGEREF _Toc107243366 \h 15 
				
				
				Hititler'den Gününümüze Dersler 
				PAGEREF _Toc107243367 \h 15 
				
				
				1. Anadolu'da Asur Ticaret Sömürüsü. 
				PAGEREF _Toc107243368 \h 16 
				
				
				2. Kadeş Barış Antlaşmasından Nato Antlaşmasına. 
				PAGEREF _Toc107243369 \h 18 
				
				
				3. Hitit Hukukunun Üstünlüğü. 
				PAGEREF _Toc107243370 \h 19 
				
				
				4. İlk Demokrasi Denemesi 
				PAGEREF _Toc107243371 \h 20 
				
				
				5. Kadın Hakları 
				PAGEREF _Toc107243372 \h 21 
				
				
				6. Anadolu'ya İlk Ekonomik Yardım.. 
				PAGEREF _Toc107243373 \h 21 
				
				
				7. Sonuç Yerine Bir Kaç Not 
				PAGEREF _Toc107243374 \h 22 
				
				
				Seçilmiş Kaynakça. 
				PAGEREF _Toc107243375 \h 23 
				
				
				Kaynak ve Bağlar 
				PAGEREF _Toc107243376 \h 23 
				  
				  
				Hitit uygarlığı en az Mısır uygarlığı kadar eski ve zengin. 
				Üstelik bu uygarlığın dünyaya tanıtılmasında Türk 
				araştırmacıların büyük katkısı var. Buna karşın tanıtım yeteri 
				kadar yapılamamış. En azından Mısır'ın yaptığı kadar bir tanıtım 
				yapılmadığı ortada. Hattuşa'yı gezmeğe giden herkes bunu kendi 
				gözleriyle görebilir. Piramitleri gezen yüzlerce turiste 
				karşılık Hattuşa'yı gezenlerin sayısı bir elin parmakları kadar 
				az. Oysa Hattuşa inanılmaz zenginlikte bir yer. Biraz çabayla 
				biraz düzenlemeyle burası dünyanın ilgi odağı olabilir. Dünyada 
				4000 yıl öncesine dayanan kaç tane uygarlığın kalıntıları var 
				ki? Biz Ankara'nın amblemindeki Hitit güneşini değiştirmekle 
				uğraşırken Mısırlılar neler yapıyor dersiniz? 
				Hititler, ilk kez ne zaman ortaya çıktılar? Kendilerinden önce 
				Anadolu'da yerleşik bulunan Hattilerin yerini nasıl aldılar? 
				Henüz kesin çizgileriyle bilinmiyor. Bulgular, Hititler'in İÖ 
				1700'lerde Anadolu'ya Kafkaslardan geçip orada yerleşik olan 
				Hattiler ile kaynaşmış ve yavaş yavaş onları içlerinde eritmiş 
				oldukları sanılıyor. Çünkü bu iki ulus arasında bir savaş 
				olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt yok elde. Bu geçiş süreci 
				sırasında Hatti kültüründen etkilenmiş olduklarını, Hatti ülkesi 
				adını almalarından ve Hattilerin Neşa kentinden esinlenerek 
				kendi dillerini Nesice olarak adlandırmalarından anlıyoruz. 
				Hititlerin kurucusunun Kuşşaralı Pithana'nın oğlu Anitta olduğu 
				kabul ediliyor. Hititlerin bir krallık haline gelmesi Labarna 
				ile imparatorluk biçimine girişi ise Şuppiluliuma ile oluyor.
				 
				En önemli tanrıları Baştanrıça Hepat ile Fırtına tanrısı Teşup. 
				Hepat, sonraki kültürlerde bereket tanrıçası Kibele ya da geç 
				Hititlerde ana tanrıça Kubaba olarak yeniden ortaya çıkıyor. 
				Hititler, ele geçirdikleri kentlerin tanrılarını da kendi 
				tanrıları arasına katmışlar. Bundan amaç o tanrıların nefretini 
				üstlerine çekmemek. Bu nedenle 1000 dolayında tanrıları olduğu 
				tahmin ediliyor. Başkent Hattuşa'ya 1000 tanrılı 
				kent denmesinin nedeni de bu. Hitit dininde cennet ve cehennem 
				yok. İşlenen günahların cezasının ve yapılan sevapların 
				karşılığının bu dünyada alınacağına inanıyorlarmış. 
				Hititlilerin dilleri Hint - Avrupa dil grubuna ait. Hattuşa 
				kitaplıklarında bulunan tabletlerin sekiz ayrı dilde yazılmış 
				olduğu görülüyor: Hititçe, Hattice, Hurrice, Mitannice, Luvice, 
				Palaca, Akadça, Sumerce. Akadça, dönemin diplomasi dili. 
				Mısırlılar ve Hititler ya da Hititler ile Asurlular arasındaki 
				yazışmalar Akadça olarak yapılıyormuş.  
				Hitit ülkesinde bütün topraklar krala ait. Yani 
				toprakta özel mülkiyet yok. Kral veya kraliçe istediklerine 
				toprak tahsis ederlermiş. Kendisine toprak tahsis edilenlerin 
				krala, her savaşa gidişinde asker vermek yükümlülüğü varmış.
				Sonraları Osmanlı'da ortaya çıkan timar, has ve zeamet 
				sisteminin ilk biçimi.  
				Hititler paralarını gümüşten yapıyorlarmış. 8.5 gramlık gümüş 
				çubuklar ya da halkalar 1 Şegel adını taşıyan bir para birimiyle 
				ifade ediliyor. 40 şegel yani 260 gram gümüş ağırlığındaki 
				kuruşların toplamı 1 Mana ediyor. Üst para birimi olan Mana'yı 
				Hititler, Sumerlerden almış. Mana, latin dillerindeki money 
				kelimesini andırıyor. 
				Hitit ordusu piyadeler ve at arabalı askerlerden oluşuyordu. Her 
				arabada üç asker var: İlki sürücü. İkinci, sürücüye kalkan tutan 
				asker. Üçüncü ise ok atan ve mızrak kullanan asker. Kadeş 
				savaşında Ramses ordularıyla kapışan Hitit ordusunda 17000 
				piyade ve 4500 savaş arabası olduğu yazılı. 4500 arabayı 3 ile 
				çarparsak 13500 kişi eder. 17000 de piyadeyi de katınca toplam 
				30 bin asker. Oldukça büyük bir ordu. 
				Hititlerin Panku adlı bir asiller meclisi varmış. Kral, 
				Panku'nun onayını almadan savaşa karar veremiyor.
				Panku, ayrıca kral öldüğünde yerine kimin 
				geçeceğine de karar veriyor.  
				Hitit imparatorluğu, Kadeş barış antlaşması 
				sonrasında Mısırlılar ile girdikleri uzun dönemli barışa karşın 
				deniz kavimlerinin sürekli saldırıları sonucu tarihe 
				karışıyorlar. Buna karşın geç Hititler adıyla anılan 
				imparatorluğun bir parçası Kargamış ve dolaylarında izini 
				sürdürmeye devam ediyor bir süre. Asurluların saldırıları 
				Hititlerin son uzantısı olan geç Hititleri de İÖ 700'lerde tarih 
				sahnesinden silip yokediyor.  
				Hititlerin enbüyük kralı olarak kabul edilen 
				Şuppiluliuma'nın tahta geçişinin nasıl olduğu henüz kesinlik 
				kazanmış değil. Şuppiluliuma, II. Tuthaliya'nın oğludur. II. 
				Tuthaliya'nın ölümünden sonra tahta Şuppiluliuma'nın erkek 
				kardeşi Arnuvanda ve kızkardeşi Aşmunikal birlikte geçmişlerdir. 
				Arnuvanda'nın genç yaşta ölümü üzerine tahta geçmeye hazırlanan 
				oğlu III. Tuthaliya, Şuppiluliuma tarafından öldürtülmüştür. 
				Böylece yeğenini öldüren amca, Hitit tahtına otrumuştur. 
				 
				Şuppiluliuma ve ardından tahta çıkan oğlu II. 
				Arnuvanda'nın vebadan ölmesi, tanrıların cezalandırmasına 
				bağlanmış ve bu korkuyla tahta geçen II. Murşiliş ünlü veba 
				duasını yazmıştır. Önce babasının işlediği cinayetin günahının 
				kendisine de geçtiğini söylüyor: 
				"Doğrudur, babanın günahı oğluna da geçer, 
				Bana da babamın günahı geçti…" 
				Sonra bu günahı işleyenlerin ortadan 
				kalktığını anlatıyor: 
				"Yanlış yola sapanlardan, 
				Kötü işler yapanlardan, 
				Hiç kimse kalmadı artık, 
				Hepsi öldü çünkü." 
				  
				Hititlerin 1000 tanrısı olduğu sanılıyor. 
				Hattuşa'ya 1000 tanrılı kent denilmesinin nedeni de bu. Hitit 
				tanrıları arasında en önemlisi fırtına tanrısı Teşup. Onun 
				karısı ise bereket tanrıçası Hepat. Hepat, Friglerde ve diğer 
				kültürlerde Kibele ve geç Hititlerde Kubaba adıyla yeniden 
				ortaya çıkıyor. Buna karşın en korkulan tanrı fırtına tanrısı 
				Teşup. 
				II. Murşiliş, veba duasını şöyle bitiriyor: 
				"Bakın sizlere, ey tanrılar, ey benim efendilerim, 
				Sizlere, ülkem için, 
				Ülkemi vebadan kurtarmak için, 
				Kefaret kurbanları sunuyorum, 
				Herkes ölünce size kimse kurban getirmez, 
				Bu acıları çekip çıkarın yüreğimden benim, 
				Ruhumdan bu korkuları alın benim." 
				  
				Duanın en ilginç yanı II. Murşiliş'in tanrılara 
				yönelik biraz rüşvet biraz da tehdit içeren bir cümlesi: "Herkes 
				ölünce size kimse kurban getirmez." Yani diyor ki beni 
				öldürmezseniz ben size kurban getirmeyi sürdürürüm.  
				Hititlerin başkenti Hattuşa, Ankara'ya 200 
				kilometre uzaklıkta. Çorum'un Boğazkale ilçesinde. Mutlaka 
				görülmesi gereken bir yer. Özellikle Hattuşa, Yazılıkaya ve 
				Alacahöyük'ü gördükten sonra bir gün de Ankara'daki Anadolu 
				Uygarlıkları Müzesinde harcanırsa inanılmaz bilgi edinmek 
				mümkün.
				
				i 
				Karnak, Luksor, Ramesseum, Abydos ve Abu 
				Simbel'de bulunan eski Mısır tapınakları, mezar anıtları ve 
				saraylarının duvarlarında yazılı ve çizili olanlara bakılırsa, 
				Mısır firavunu II. Ramses'in, Kadeş savaşında, Hitit kralı 
				Muvatallis'e karşı büyük bir zafer elde ettiği anlaşılıyor. 
				Christian Jacq'ın dünyada çok satanlar listesine girmiş ve 
				Türkiye'de de aynı konuma gelmiş olan beş ciltlik Ramses adlı 
				kitabında da aynı şeyler yazılı. Dizinin, Kadeş Savaşı başlığını 
				taşıyan cildinde II. Ramses'in başlangıçta yenilir gibi bir 
				konuma düşmesine karşın sonradan toparlanarak Hititleri 
				darmadağın ettiği ve Muvatallis'in kendisiyle barış yapmak için 
				yalvar yakar olduğu anlatılıyor. Christian Jacq, bütün bunları 
				yukarıda saydığımız tapınak, mezar ve saraylardaki yazılardan 
				aktarıyor. Yani özetle konuya Ramses ve onun saray yazman ve 
				şairlerinin gözüyle bakarak bir öykü yaratıyor. Böyle yapması 
				son derecede doğaldı. Çünkü romanı, Mısır'ın tanıtımına ilişkin 
				bir sipariş üzerine yazmıştı.  
				Mısır kaynakları ve sonradan bu kaynaklara 
				dayanılarak yazılan öyküler Hititleri barbar ve istilacı bir 
				ulus olarak sunuyorlar. Bunlara göre Mısırlılar, ülkelerini ve 
				ulaştıkları üstün uygarlık düzeyini korumak isteyen bir ulus. Bu 
				konuda o kadar çok kitap ve yazı var ki bugünkü dünya bu 
				yaklaşımı fazlasıyla benimsemiş durumda. 
				Gerçek böyle mi acaba? Bilim her konuda bu 
				soruyu sorarak başlar işe. Hitit tabletlerindeki Hititçe yazılar 
				çözüldükten ve savaşın sonuçları değerlendirildikten sonra 
				gerçeğin tam tersi olduğu çıkıyor ortaya. Eğer bu tabletlere 
				ulaşılamasa ve savaşın sonuçlarının ne olduğu anlaşılamasa 
				Mısırlıların Hititlere karşı Kadeş'te büyük bir zafer kazandığı 
				sanılacaktı. Gerçi bu kaynaklara ulaşılmış ve gerçek ortaya 
				çıkmış olsa bile Mısırlıların bu savaşta zafer kazandığını ileri 
				sürenler hala var. Bunların başında da Christian Jacq geliyor.
				
				
				i 
				Eski dünyanın merkezi Anadolu ve Ortadoğu idi. 
				İÖ yaklaşık olarak 1800'lerde Anadolu'da Hititler ortaya çıktı. 
				Hititlerin ortaya çıktığı tarihlerde Anadolu'dan Suriye'ye kadar 
				uzanan coğrafyada en önemli iki krallık Hititler ile 
				Mitanniler'di. Aynı coğrafyada bulunan çeşitli beylikler 
				Hititlere bağlıydılar. Bu bağlılık, ödenen vergiler karşılığı 
				bir özerklik içeriyordu. Buna karşılık o ülkelerin, Hitit kralı 
				savaşa giderken ona asker vermek zorunluluğu vardı.  
				Hitit krallığını bir imparatorluk haline getiren kral 
				Suppiluliuma'dır. İÖ 1375 ile 1335 arasında hüküm süren 
				Suppiluliuma çağın önemli krallıklarından olan Mitanni devletini 
				yıkarak imparatorluğunun sınırlarını Lübnan'a kadar 
				genişletiyor. Buraları fethetmesine karşın buralarda yaşayan 
				insanları köle yapmıyor. O ülke halklarını Hitit imparatorluğuna 
				bağlı halklar haline getirmekle yetiniyor ve içişlerinde özerk 
				bırakıyor. Bu bilgiler yalnızca Hitit tabletlerinde taraflı 
				yazılmış olabilecek yazılardan değil, aynı zamanda o dönemde 
				yaşamış tarafsız ulusların tabletlerinden de anlaşılıyor. Oysa 
				aynı dönem Mısır'ında inanılmaz bir kölelik düzeni sürüyor. 
				Köleliğin boyutları o kadar aşırı ki sonuçta Ramses döneminde 
				Yahudilerin isyanı ve Musa'nın yahudileri alarak Mısır ülkesini 
				terketmesine kadar varıyor işler.  
				Kaldı ki Hititlerin yayılmacı bir politikadan çok kendi 
				imparatorluklarını koruma amacına dayalı ilerlemeleri söz 
				konusu. Bunu da Hititlerin kurucusu kabul edilne kral 
				Labarnas'ın yazdırdığı bir tabletten anlıyoruz. Şöyle diyor 
				Labarnas: "Ve ülke çok küçüktü…Ne tarafa kıpırdansa hemen bir 
				düşman ülke ordusu yolu kesiyordu." Labarnas bu durumdan 
				kurtulmak, en azından tüccarlarına yol açmak amacıyla çevreyi 
				ele geçirerek krallığı büyütmeye başlamıştı. 
				Hititler, ele geçirdikleri ülke halklarını köle yapmaz onlara 
				bir çeşit özerklik tanırken, Mısırlılar kendi içlerinde yaşayan 
				insanları köle yapıyorlar. Hitit uygarlığının üzerinden Frigler, 
				Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar geçtiği için geriye kalan 
				kalıntılar ne yazık ki Mısır'da kalanlardan daha az. Ona karşın 
				bu uygarlığın sanat, kültür ve bilim alanında oldukça ileriye 
				gittiğinin kanıtları duruyor hala. Kaldı ki Asurlulardan 
				öğrendikleri ticareti de oldukça geliştirmiş oldukları 
				anlaşılıyor. Demek ki Mısır yazıtları ve resimleri Hititleri 
				barbar ve istilacı olarak gösterirken gerçeği anlatmıyor.
				
				i 
				Bu konuda da çeşitli tezler ileri sürülebilir. Çoğu çıkarsamalar 
				yine tapınaklarda yer alan yazı ve resimlerden geliyor. Buna 
				karşılık bugün elimizde iki önemli bulgu var Hititlerin savaş 
				gücü ve tekniğiyle ilgili. Bunlardan ilki Hitit başkenti 
				Hattuşa'daki kazılar sırasında bulunmuş olan yaklaşık bin satır 
				uzunluğundaki bir metni içeren bir tablet. Hititçe yazılmış olan 
				tablette at yetiştiriciliği ve binicilik kuralları anlatılıyor. 
				Bu metin, Hititlerin bu konuyu hangi uzmanlık düzeyine 
				getirdiklerini ortaya koyuyor. Gerçi metnin yazarı Kikkuli 
				adında bir Hurri ve Mitanni ülkesinden getirtilmiş ama Hititler 
				ondan aldıkları eğitimle işi bir sanata dönüştürmüşler. 
				Hititlerin savaş gücünü gösteren ikinci kanıt savaş arabaları. 
				Hitit savaş arabası o zamana kadar kullanılan 4 tekerlekli savaş 
				arabalarından farklı olarak 6 tekerlekliydi. Tekerlekler de, 
				diğer ülkelerin savaş arabalarında kullanılan tek parça tahtadan 
				yapılmış tekerleklerden değildi. Bugünkü tekerleklere benzeyen 
				çubuklarla desteklenmiş tekerlekler kullanılıyordu. Dolayısıyla 
				savaş arabaları çok daha hafif ve hareket yeteneği yüksek 
				olabiliyordu. Arabanın benzerlerine göre hafif olması her savaş 
				arabasında iki yerine üç askerin yer almasına olanak sağlıyordu. 
				Askerlerden birisi arabayı sürüyor, ikincisi arabadaki diğer iki 
				kişiyi koruyacak biçimde kalkan kullanıyor, üçüncüsü ise ok ve 
				mızrak atıyordu. 
				Kadeş savaşında Mısır ve Hitit ordularının sayıları hakkında 
				çeşitli iddialar var. Mısırlılar, savaştaki fedakarlık ve 
				kahramanlıklarını abartmak için rakibi fazla sayıda göstermek 
				ihtiyacı duymuşlar. Bugün kabul edilen genel görüşe göre 
				Hititler bu savaşa 17,000 piyade ve 4,500 savaş arabasıyla 
				katılmışlar. Her savaş arabasında 3 asker olduğuna göre 13,500 
				de arabalı asker demektir. Buna göre Hititlerin toplam savaşçı 
				sayısı 30,000 dolayında bir sayıyı göstermektedir. Buna karşılık 
				Mısırlıların 20,000 dolayında olduğu sanılmaktadır. Bu sayılar 
				kesin değil. Buna karşın Kadeş savaşında Hititlerin Mısırlılara 
				karşı sayısal üstünlüğü olduğu biliniyor. Bu da Hititlerin savaş 
				gücünü ve üstünlüğünü gösteren üçüncü kanıt.
				
				i 
				O zamana kadar bilinen dünyanın en büyük iki imparatorluğu olan 
				Hititlerle Mısırlılar niçin savaşa girdiler? Bu soruyu 
				yanıtlamak için biraz geriye gidelim. 
				Tek tanrıya inandığı için sapkın firavun diye adlandırılan 
				firavun Akhenaton'un ölümünden sonra yerine büyük oğlu Smenkare 
				geçiyor. Smenkare'nin ölümle sonuçlanan kısa süren firavunluğu 
				sonrasında Mısır tahtına Tutenkamon geçiyor. Tahta geçtiğinde 
				Tutenkamon henüz çocuk yaşta. Üvey kızkardeşi Ankesenamon ile 
				evlendiriliyor. Tutenkamon 18 yaşındayken, sonradan mumyası 
				üzerinde yapılan röntgen incelemeleriyle anlaşıldığı üzere, 
				kafatasına aldığı bir darbeyle öldürülmüş. Cinayetin Başrahip 
				Eje tarafından işlendiği kabul ediliyor bugün.  
				Buraya kadarki öykü konumuzu çok yakından ilgilendirmiyor. 
				Yalnızca altyapıyı verebilmek için değindim. Konumuzu asıl 
				ilgilendiren bölüm dul kalan kraliçe Ankesenamon'un başına 
				gelenler ve bunların Hititlerle ve Kadeş savaşıyla ilgisi.  
				Başrahip Eje, firavun Tutenkamon'u öldürdükten sonra firavun 
				olmak istiyor. Bunun en kestirme yolu kraliçe Ankesenamon ile 
				evlenip tahta geçmek. Ankesenamon, kocasını, Eje'ın öldürdüğünü 
				bildiği için mi yoksa Eje kendisinden çok yaşlı olduğu için mi 
				bilinmez onunla asla evlenmek istemiyor. Ama Eje bu konuda 
				kararlı. Ankesenamon'un bulabildiği tek çözüm adını ve ününü 
				duyduğu Hitit kralı Suppiluliuma'dan yardım istemek. 
				Suppiluliuma'nın oğlu II. Murşiliş'in yazdığına göre bu yardım 
				isteği şöyle çıkıyor ortaya: "Mısırlılar, Amka zaferini duyunca 
				korktular. Üstelik firavunları da ölmüş olduğu için, Mısır'ın 
				dul kraliçesi babama bir elçi ile şu mektubu yolladı: Kocam 
				öldü. Benim oğlum yok. Duyduğuma göre sende oğul çokmuş. Eğer 
				bana oğullarından birisini verirsen onu koca yapacağım. Tebamdan 
				birisini kocam yapmayı asla istemiyorm. Ona koca olarak saygı 
				duyamam." II. Murşiliş devam ediyor: "Babam bunu duyunca 
				inanamadı. Hatti'nin büyüklerini toplayıp danıştı." Sonunda 
				Suppiluliuma, danışmanı Hattuşa-ziti'yi Mısır'a elçi olarak 
				gönderip durumu tam olarak anlamayı kararlaştırdı. Hattuşa-ziti, 
				Mısır'da gerekli araştırmaları yaparken Suppiluliuma bir yandan 
				da Karkamış'ı ele geçiriyor ve inanılmaz büyüklükte bir savaş 
				ganimeti elde ediyordu. Bu, onun Ortadoğudaki ününü iyiden iyiye 
				arttırmış olmalı. Bir süre sonra Hattuşa-ziti, Ankesenamon'un 
				ikinci mektubuyla dönüyor. Mektupta Suppiluliuma'ya hitaben 
				şunlar yazılı: "Niçin bana inanmıyorsun? Niçin alay edildiğini 
				sanıyorsun? Ben başkasına değil yalnızca sana yazdım. Bir çok 
				oğlun olduğu söyleniyor. Oğullarından birini 
				bana verirsen o, hem bana koca hem de Mısır'a kral olacak." II. 
				Murşiliş devam ediyor anılarına "Babam iyi yürekli olduğu için 
				kadının sözünü dinledi ve göndereceği oğlunu seçti." 
				Suppiluliuma, Mısır firavunluk soyunun Hititlere geçeceği 
				hayalini kurarak oğlu Zannanza'yı küçük bir askeri birlikle 
				Mısır'a yollar. Hitit tabletlerinden anlaşılacağı üzere, prens 
				Zannanza'nın sınırı geçtikten bir süre sonra öldürüldüğü haberi 
				gelir Hitit ülkesine. Firavun olmak için gün sayan Eje, 
				Ankesenamon'un bu girişimini öğrenmiş ve Mısır orduları 
				başkomutanı Horemheb aracılığıyla yolladığı orduyla Zannanza'nın 
				birliğini kuşatarak yok ettirmiş hepsini. Suppiluliuma, bu olaya 
				çok üzülmüş. Yine tabletlerden anlaşıldığına göre günlerce 
				ağlamış ve intikam yeminleri ederek başta fırtına tanrısı Teşup 
				olmak üzere tanrılara kurbanlar sunmuş. Zannanza'nın davet 
				edildiği bir ülkede cinayete kurban gitmiş olması Suppiluliuma 
				ve bütün ailesi üzerinde bir Mısır nefreti yaratmış olsa gerek. 
				Ne var ki o sırada Anadolu'da yayılmağa başlamış olan veba 
				salgını bu nefret ve intikam duygularının yoğunluğuna karşın 
				Suppiluliuma'nın Mısır üzerine bir seferi göze almasını 
				engelliyor. Nitekim Suppiluliuma da vebaya yakalanıp İÖ 1335 
				yılında ölüyor. Ardından tahta geçen oğlu III. Arnuvandas da 
				yalnızca bir yıl krallık yaptıktan sonra vebadan ölünce tahta 
				II. Murşiliş geçiyor. Tahta geçer geçmez, Hitit imparatorluğunda 
				bu kadar taht değişimini fırsat bilerek ayaklanan Arzava'lılarla 
				savaşa girişiyor. İki yıl süren bu savaş sonunda Arzava ülkesini 
				yıkıyor. Kuzey'de ayaklanan Kaşka'lıları ve diğer ulusları da 
				yeniyor. II. Murşiliş'ten günümüze kalanlar yalnızca babası 
				Suppiluliuma'yı anlattığı anılar değil. Onun çok ünlü bir de 
				veba duası var. II. Murşiliş, ardında büyük ve güçlü bir 
				imparatorluk bırakarak İÖ 1306'da ölüyor. Tahta oğlu Muvatallis 
				geçiyor.  
				Bu sırada Mısır tahtında Akhenaton'la birlikte 
				ortaya çıkan geveşeklik ve karışıklıklar sonrasında artık güçlü 
				bir firavun vardır: II.Ramses. II. Ramses, daha imparatorluğunun 
				ilk yıllarında düzeni kurmak ve Mısır'ın gücünü çevreye kabul 
				ettirebilmek için seferlere başlıyor. Hititler açısından bardağı 
				taşıran damla Suriye topraklarında Hititlere bağlı olarak 
				yaşayan Amurruların birden Ramses'e bağlılıklarını açıklamaları. 
				Amurru prensi Benteşina, kendisine çok daha fazla tavizler 
				önermiş olan II. Ramses'in sözüne güvenerek Hititler'den kopmuş 
				ve Mısırlıların safına katılmıştı.  
				O dönemin güç dengeleri içinde II. Ramses'in 
				ilerleyişini durduracak tek güç vardı dünyada: Hititler. Artık 
				Muvatallis için yapacak başka bir şey kalmıyordu: Hem 
				sınırlarına yeniden biçim vermek hem de Suppiluliuma'dan kalma 
				intikamı almak (Prens Zannanza'nın öldürülmesi olayı). 
				Dolayısıyla iki ulusun savaşa girişmesi kaçınılmazdı. Öyle de 
				oldu. İki ordu, Halep ile Şam'ın ortasında bir yerde olan 
				Kadeş'te karşı karşıya geldiler.  
				Bu noktada savaşı Hititlerin değil Mısırlıların 
				çıkardığına ve gerçek barbar aranıyorsa bunun kim olduğuna 
				dikkat etmek gerekir.
				
				i 
				İki büyük ordu İÖ 1296'da Kadeş yakınlarında 
				karşılaştılar. 
				Ramses'in Kadeş'e yaklaşımı askeri strateji 
				açısından hataların en büyüklerinden birisi olarak tanımlanıyor 
				bugün. Ordusunu dört bölüme ayırmuştı. Her bir bölüm Mısır'ın en 
				büyük tanrılarının adını taşıyordu: Amon, Ra, Ptah ve Seth.
				 
				İlk karşılaşmada Muvatallis'in, kardeşi III. 
				Hattuşiliş ve oğlu Urhi Teşup ile birlikte kumanda ettiği Hitit 
				birlikleri, Ramses'in ordularını darmadağın edivermişti. Ramses 
				canını zor kurtarmış kendisini Amon tümeninin içine zor atmıştı. 
				Savaşa soktuğu Ra tümeninden geriye çok az asker kaldığı 
				anlaşılıyor. Onlar da tam bir bozgun halinde kaçmağa 
				başlamışlar. Bu ilk yenilgi Mısır yazıtlarında şöyle 
				anlatılıyor: "Yürüyüş kolundaki Ra tümeninin ortasına 
				saldırdılar. Ra tümeni harekat halindeydi. Savaşa hazır değildi. 
				Bu nedenle majestelerinin (II. Ramses) askerleri de savaş 
				arabaları da onlar (Hititler) karşısında yenildi."  
				Amon tümeni, ordunun geri kalanından ayrılmıştı. Hitit savaş 
				arabaları yapılarının getirdiği hafiflik ve manevra üstünlüğüyle 
				kısa sürede Amon tümenini de sarmışlardı. Üstelik Ramses de 
				sarılmış olan Amon tümeninin ortasındaydı. Tam anlamıyla bir 
				toplu yok edilmenin eşiğindeydi Ramses ve Amon tümeni. Onların 
				yok edilişinin ardından başsız kalan Ptah ve Seth tümenlerinin 
				yok edilmesi çok kolay olacaktı. Hitit imparatorluğunun önünde 
				Mısır toprakları açılıyordu artık 
				Hitit ordusu pek çok ulustan derlenmiş askerlerden oluştuğu için 
				disiplini çok güçlü değildi. Mısır ordugahına girdikleri anda 
				yağmaya başladılar. Emir komuta herşey bir anda yok olmuştu. 
				Mısır ordugahı çok zengindi. İşte tam bu sırada Mısır yazmanları 
				ve şairlerine göre Ramses, tanrısal bir güçle Hitit askerlerine 
				saldırıp onları dağıtıyor ve savaşı birden lehine döndürüyor. 
				Bundan sonra Ramses'in kahramanlığı üzerine öyküler sonu gelmez 
				biçimde sıralanıp duruyor Mısır yazıtlarında. Aynı kaynakları 
				kullanan Christian Jacq da Ramses dizisinin Kadeş adlı bölümünde 
				Ramses'in kahramanlıklarını ve elde ettiği zaferin öyküsünü 
				anlatıyor. 
				Oysa Hitit kaynakları böyle anlatmıyor. Mısır ordugahının 
				yağmasına dalmış bulunan ve emir dinlemez halde olan Hitit 
				askerleri hiç beklenmeyen anda küçük ve düzenli bir birliğin 
				saldırısına uğruyorlar ve toparlanmaya fırsat bulamadan 
				dağılıyorlar. Bu birliğin nereden geldiği bugün hala bir sır. 
				Fakat bu birliğin Ramses ordularına ait olmadığı kesine yakın 
				bir biçimde biliniyor. Çünkü Ramses'in ağzından şöyle 
				anlatılıyor: "Yanımda ne bir prens var, ne bir sürücü, ne bir 
				piyade subayı, ne de bir araba savaşçısı. Yaya askerim de araba 
				savaşçılarım da beni onların karşısında ganimet gibi bırakarak 
				çekip gitti. Onlarla savaşmak için kimse beklemedi."  
				Savaş bir süre daha sürüyor. Ondan sonra her iki ordu da geri 
				çekildiği için kimse kimseye üstünlük sağlayamıyor. Mısır 
				kaynaklarında Muvatallis'in Ramses'e şöyle bir mektup yolladığı 
				yazılı: "…Mısır ve Hatti ülkeleri senin emrindedir ve 
				ayaklarının altına serilmiştir..." Oysa o durumda Hitit kralı 
				Muvatallis başkent Hattuşa'dan yaklaşık 600 kilometre uzakta, 
				Suriye topraklarında bulunmaktadır. Daha iki ordu arasındaki ilk 
				çatışmada Mısır orduları geriye dönmek zorunda kalmışlardır. 
				Dolayısıyla Muvatallis'in bu tür bir mektup yazması için ortada 
				hiç bir neden yok. Bugün, çoğu araştırmacı böyle bir mektubun 
				Ramses'in hayal ürünü olduğu konusunda hemfikir.  
				Mısır tapınaklarında, mezarlarında ve saraylarında Ramses'in 
				Kadeş savaşını kazandığına ilişkin yazılara ve resimlere 
				karşılık savaşı Hititlerin kazandığını gösteren bazı kanıtlar 
				var ortada. İlk kanıt: Prens Benteşina'nın Mısır'a bağladığı 
				Amurru ülkesinin savaştan hemen sonra yeniden Hititlere bağlı 
				hale getirilmesidir. İkinci kanıt savaştan yaklaşık 9 yıl sonra 
				Hitit kralı III. Hattuşiliş ile II. Ramses arasında imzalanan 
				Kadeş barış antlaşması (İÖ 1286) sonrasında Hattuşiliş'in büyük 
				kızını Ramses'e çok büyük törenlerle gelin vermesidir. Ramses, 
				sonradan Maatnefrure adını alan bu kızı Başkraliçe yapmıştır. 
				Böylece bir Hititli Mısır sarayında başkraliçeliğe gelmiştir. 
				Savaşı kazananın değil kaybedenin kabul edebileceği bir gelişme 
				bu. 
				Hitit kaynakları ve diğer kaynaklar bulununcaya kadar Kadeş 
				savaşının kesin galibinin Mısırlılar olduğu sanılıyordu. Buna 
				karşın böyle bir galibiyetten sonra nasıl olup da Hititlerin 
				Amurru prensliğini kendilerine yeniden bağladıkları ve yine 
				nasıl olup da Mısır'ın Hitit ülkesini haraca bağlamadığı 
				anlaşılamıyordu. Bugün bilinen, Hititlerin bu savaşı 
				kazandıkları ama galibiyetlerinin sonradan yağma sırasında 
				müdahale eden bir birlikçe durdurulduğu biçimindedir. Özetle her 
				iki ulus da bu savaştan kesin galibiyet elde edemese de savaştan 
				sonra Hititler'in, Mısırlılara karşı çok daha üstün bir konuma 
				geçmiş olması savaşta Hititlerin üstün geldiğini ortaya 
				koymaktadır. Dolayısıyla Mısır kaynaklarına dayanarak aksini 
				anlatan öyküler ya da yorumlar doğru değildir.  
				Hititleri, Christian Jacq'ın, dünya çapında çok satan Ramses 
				romanından barbar ve istilacı bir ulus olarak tanıyanları ve 
				Mısırlılar'ın Hititleri Kadeş Savaşında yendiğini düşünenleri 
				hayal kırıklığına uğrattığımızın farkındayız. Ama öyküler ile 
				bilimsel kanıtlar her zaman örtüşmüyor.  i 
				1 Bu makale "Hititlerden Hukuk ve Demokrasi Dersleri" başlığıyla 
				Popüler Tarih Dergisinin Aralık 2001 tarihli sayısında 
				yayımlanmıştır.  
				2 Trevor Bryce, The Kingdom of the Hittites, Oxford University 
				Press, USA, 1998, s. 28  
				3 Bu görüş ilk kez tarafımızdan ortaya konulmuştur: Mahfi 
				Eğilmez, Anadolu'da Asur Ticaret Sömürüsü, Garanti Dergisi, Ekim 
				2001.  
				4 Savaşın tarihi konusu tartışmalıdır.  
				5 Kadeş Barış Antlaşması (Kopyası TC'nin armağanı olarak New 
				York'taki Birleşmiş Milletler binasında sergileniyor) Nato 
				Antlaşmasının 5. Maddesinin ilk versiyonunu oluşturuyor.  
				6 Hititler, bugünkü ortadoğuda hala uygulanan kısas hukukunu 
				3500 yıl önce aşmış. Roma Hukukunu biliyoruz. Ya Hitit Hukukunu?
				 
				7 Fiorella İmparati (Çeviren Erendiz Özbayoğlu), Hitit Yasaları, 
				İtalyan Kültür Heyeti, Ankara, 1992.  
				8 Kanunname-i Ali Osman.  
				9 Panku, MS 1215'de İngiliz soylularının kral Yurtsuz John'a 
				imzalattıkları Magna Carta'dan yaklaşık 2500 yıl önce 
				Anadolu'nun orta yerinde atılmış bir demokratik adım. Magna 
				Carta'yı çoğumuz biliyor ama Panku'yu kaç kişi biliyor 
				bilmiyorum.  
				10 Aygül Süel, Hitit Kadınının Hukuki Durumu, Uluslararası 1. 
				Hititoloji Kongresi Bildirileri içinde, s.245, Ünal Ofset, 
				Ankara, 1990.  
				11 Aygül Süel, a.g.m. s.251.
				
				i 
				Ana Britannica, Cilt 12, s. 370 - 71.  
				Christian Jacq, Ramses: Kadeş Savaşı, 1998.  
				C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, 1994.  
				Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, 1995  
				İlhan Akşin, Hititler,1991.  
				Jürgen Seeher, Hattuşa Rehberi (Hitit Başkentinde Bir Gün), 
				1999.  
				C.W.Ceram, Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, 1994.  
				Bob Brier, Tutanhamon Olayı, 1999.  
				Muazzez İlmiye Çığ, Hititler ve Hattuşa, 2000.  
				Mahfi Eğilmez, Ortadoğuda Siyaset 1 ve 2 (Light Günlük kitabı 
				içinde).
				
				i 
				  
				Bundan dörtbin yıl önce Milattan önce üçüncü binin sonları ve 
				ikinci binin başlarında Anadolu'da çok yaygın bir Asur ticareti 
				vardı. Asurlu tüccarlar Anadolu halklarıyla yaygın bir ticaretin 
				içine girmişlerdi. Anadolu'da Asur ticaret kolonileri vardı. Bu 
				kolonilerin merkezi Kayseri yakınlarındaki Kültepe'de bulunan 
				Neşa (ya da Kaneş) Karumu'ydu. 
				Anadolu'da yapılan kazılarda o döneme ilişkin ticari ilişkileri 
				açıklayan pek çok tablet bulunmuştur. Bu tabletlerden 
				anlaşıldığı kadarıyla Asurlu tüccarlar Mezopotamya'dan 
				çoğunlukla tekstil ürünleri ve kalay getiriyorlar, bunun 
				karşılığında altın, gümüş ve bakır alıyorlardı. Özellikle 
				Kapadokya bölgesi altın ve gümüş madenleri açısından zengin bir 
				bölgeydi.Asurlu tüccarlar getirdikleri malların bir bölümünü 
				kredili olarak sattıkları için bunların kayıtlarını tutmak 
				zorundaydılar. Ticarete ilişkin tablet bolluğu buradan 
				kaynaklanıyor. 
				Asurlu tüccarlar için Anadolu çekici bir yerdi. Her şeyden önce 
				birbirine yakın bir çok kent krallığı vardı. Dolayısıyla nihai 
				hedefe gidene kadar gündüzleri yolculuk yapıp geceleri 
				konaklayacak güvenli kentler bulunuyordu. Kentlerin kralları, 
				kendi haraçlarını aldıkları sürece tüccarlara karşı barışçıl bir 
				yaklaşım içindeydiler. Asurlular satış için Anadolu'ya 
				getirdikleri mallarını eşeklerle taşıyorlardı. Eşeklerin iki 
				yanında tekstil ürünleri ya da teneke taşınan ağzı kapalı 
				heybeler vardı. Sırtında ise yol boyunca yenilecek yemekleri 
				saklayan bir başka heybe.  
				Asurlu tüccarların oluşturduğu ticaret kervanları içinden 
				geçtikleri kentin kralına geçiş vergisi ödüyorlardı. Bu vergiler 
				genellikle taşınan malın cinsine göre oransal olarak 
				hesaplanıyordu. Bu tür vergileri ödemeden kentten geçmek ve 
				malını satabilmek olanağı yoktu. Vergiden kurtulmanın iki yolu 
				vardı: İlki, vergiden kaçınma biçiminde çıkıyordu ortaya. Kentin 
				içinden geçmeyip dışarıdan dolaşılırsa vergi ödeme yükümlülüğü 
				doğmuyordu. Buna karşın kent dışında özellikle geceleri kervanın 
				saldırıya uğraması her an söz konusu olabiliyordu. İkincisi, 
				vergi kaçakçılığıydı. Bunun yolu ise malları kente, nöbetçilerle 
				anlaşıp, gizlice sokmaktı. Nöbetçilere verilecek pay, vergiden 
				düşük olduğu sürece bu çekici bir seçenekti. Ama riski çok 
				fazlaydı. Bunu yapan tüccar yakalanırsa, kent kralının onun 
				mallarının tümüne el koyma hakkı doğuyordu. Anadolu'da bulunan 
				Asur tabletlerinden tüccarların hangi kentte daha kolay vergi 
				kaçakçılığı yapıldığı konusunda birbirleriyle yazışmalar yaptığı 
				anlaşılıyor. 
				Asurlular, Hurriler, Hattiler, o dönemde Anadolu'da yerleşik 
				diğer kavimler ve sonraları Hititlere, kredili olarak sattıkları 
				mallar için çok yüksek oranlı faiz uyguluyorlardı. Bulunan Asur 
				ticaret tabletlerinden anlaşıldığı kadarıyla faiz oranları yüzde 
				30 ile yüzde 180 gibi yüksek oranlar arasında değişiyordu. 
				Borçlarını ödeyemeyen yerel halk krallara şikayette bulunuyordu. 
				Kötü hasat yıllarında borcunun teminatı olan ürünü elde edemeyen 
				insanlar son derecede güç durumlara düşüyorlardı. Ya ailesinden 
				birisini tüccara köle olarak veriyor, ya da bazen kendisi de 
				dahil olmak üzere bütün ailesi köle oluyordu. Bazen yerel 
				krallar bu tür borç - alacak ilişkilerini çözmek için borçların 
				silinmesi hakkında yasalar çıkarıyorlardı. Söz konusu yasalar 
				doğal olarak borçluyu kurtarırken alacaklıyı sıkıntıya 
				sokuyordu. O nedenle de alacaklı, bu tür bir sıkıntıya düşmemek 
				için kredili satış yaptığı kişinin ödeme yapmaması halini 
				engellemek için başka kişilerin kefaletini alıyordu. 2 
				Aşağı yukarı 4000 yıl öncesinde Anadolu'da Asurluların 
				katkısıyla da gelişen bir rüşvet, vergiden kaçınma, tefecilik 
				düzeni kurulmuş olduğu anlaşılıyor. 
				Milattan önce 1800'lerde Anadolu'nun ortasında nereden ve nasıl 
				geldikleri henüz tam ve doyurucu olarak açıklanamayan Hititler 
				ortaya çıktılar. Hitiler ilk ve ikinci kralları Pithana ve 
				Anitta'nın önderliğinde Asur ticaret kolonisinin merkezi olan 
				Neşa'yı ele geçirdiler. Neşa'nın ele geçirilmesi Asurluların 
				uyguladığı tefeciliğin sonunu getirmiş olsa gerek. Bu gelişme 
				Asur ticaret ve tefecilik sömürüsü altında inleyen komşu kent 
				krallıklarında da Hititlere karşı bir sempati doğmasına yol 
				açmış olsa gerek. Çünkü Neşa'nın ele geçirilmesi sonrasında 
				Hititler, Anadolu'nun büyük bölümüne egemen oldular.  
				Hititlerin, ekonomik sorunu doğru bir çözüme kavuşturmak 
				suretiyle Anadolu'ya egemen olmaları bugün için de önemli bir 
				gösterge olarak kabul edilebilir.
				
				i 
				Kadeş Savaşı M.Ö. 1275'de 4 Hitit Kralı Muvatalli ile Mısır 
				Firavunu II.Ramses arasında Asi Irmağı kıyısındaki Kadeş Kenti 
				yakınlarında gerçekleşti. Savaşın çıkış nedeni bugünkü Suriye 
				sınırları içinde kalan Amurru ve Amka toprakları üzerindeki 
				egemenlik iddialarıydı. Savaşı kimin kazandığı konusu uzun süre 
				tartışmalı kaldı. Hatta Mısır'ın savaştan galibiyetle çıktığını 
				iddia edenler çoğunluktaydı. Bunun temel nedeni Hititlerin bu 
				konuda yazılı bir şey bırakmamış olmalarıdır. Oysa Mısır'daki 
				tapınaklarda Ramses'in kendi yazdırdığı zafer metinleri var.  
				Savaşın asıl galibinin Hititler olduğu konusunda bugün bir 
				tereddüt yok. Çünkü uğrunda savaşılan topraklar sonuçta 
				Hititlerde kalmış. 
				Asıl önemli konu savaştan yaklaşık 15 yıl sonra imzalanan Kadeş 
				Barış Antlaşması. Bu antlaşma Hitit Kralı III. Hattuşili ile 
				Mısır Firavunu II.Ramses arasında imzalandı.  
				Antlaşmanın temel düzenlemesi bu iki ülkeden birisine yönelik 
				bir saldırı ya da tehdide karşı ötekinin ona yardım edeceği ve 
				savaşa birlikte gireceğini içeren düzenleme. Yani birisine 
				yönelik tehdidin ortak tehdit olarak kabul edilmesini sağlayan 
				düzenleme.  
				Bugün Nato Antlaşmasının 5. maddesini incelediğimiz zaman aşağı 
				yukarı aynı düzenlemeyle karşılaşıyoruz.
				
				i 
				Hukukun üstünlüğü geçmişte de söz konusuydu. Ama bu üstünlük 
				kısas hukukuyla ifade ediliyordu. "Göze göz, dişe diş" ifadesi 
				kısas hukukunu simgelemekte kullanılan bir deyimdir. Yani birisi 
				birisine kötülük etmişse cezası aynı kötülüğün kendisine de 
				yapılmasıydı. Kısas hukukunun temelleri eskiye daynmakla 
				birlikte bunu gelenekten çıkarıp yazılı hukuka dönüştüren Babil 
				Kralı Hammurabi'dir.  
				Başlangıçta Hitit hukukunun da kısas hukuku çerçevesinde 
				yapılandığını biliyrouz. Zaman içinde, Hammurabi yasalarından 
				yaklaşık 200 yıl kadar sonra Hitit Hukuku tazminat hukukuna 
				dönmüş. Babil kralı Hammurabi'nin "Kısas Hukukundan" Hititlerin 
				tazminat hukukuna geçişleri. Roma hukukundan çok daha eski bir 
				atılım. Ne var ki tanıtılamamış. 
				Yasalarda kısas hukukundan tazminat hukukuna geçiş "eskiden" 
				ifadesinin eklenmesiyle vurgulanıyordu. Buna bir örnek verelim: 
				"Eğer bir tohum üzerine bir başkası tohum serperse onun 
				ensesi saban üzerine koyulsun, iki koşum öküzü bağlansın birinin 
				yüzü bu tarafa ötekinin yüzü o tarafa çevrilsin adam ölsün, 
				öküzler ölsün ve tarla eski sahibine verilsin, eskiden böyle 
				yapılıyordu, ve şimdi bir koyun adamın yerine, iki koyun da 
				öküzlerin yerine konsun, bu kişi, tarlasına tecavüz ettiği 
				kimseye otuz ekmek, üç kap iyi cins bira versin ve tarlayı daha 
				önce ekmiş olan kimse onu kendisi için biçsin."  
				Hukuk sisteminin gelişmesiyle devlet yönetimi sisteminin 
				gelişmesinin tam ortalarında bir yerlerde ünlü Telipinu Fermanı 
				var. Telipinu Fermanı. Batıdaki primogenitur yönteminin ilk 
				adımı. Hitit tahtına geçişler sürekli cinayetlerle olduğu için 
				Kral Telipinu tahta geçişi bir kurala bağlıyor bu fermanıyla. 
				Telipinu Fermanı özetle kralın ölümündenb sonra yerine birinci 
				sıradaki oğlunun geçeceğini, ya da o yoksa hangi sürecin 
				işletileceğini anlatıyor. Aslında telipinu da tahta I.Huzziya'yı 
				öldürerek geçtiği halde böyle bir düzenleme yapmak gereksinimini 
				duymuş. Yaklaşık 3500 yıl öncesinde böyle bir düzenleme son 
				derecede önemli. Osmanlı İmparatorları böyle bir düzenlemedenm 
				habersiz oldukları için Fatih Sultan Mehmed'de bu düzenleme 
				kardeş katlini vacip görerek tuhaf bir cinayet aracı haline 
				dönüşmüş. 8 Kuşkusuz genel kurala kişiye göre istisna getirme 
				çabası bu. Fatih Sultan Mehmed birinci sıradaki oğlu Bayezid'i 
				değil de ikinci sıradaki oğlu Cem'i tahta çıkarmak istediği için 
				düzenlemeyi böyle yapmış olsa gerek. Ne var ki Telipinu 
				yönteminin yerine Fatih yönteminin uygulanması Osmanlı hanedanı 
				için bir ölüm fermanına dönüşmüş görünüyor.
				
				i 
				Hitit kentlerinde yaşlılar meclisi var. Kent 
				kralları ya da valileri bu meclisi bir çeşit danışma meclisi 
				gibi kullanarak karar alıyorlar. Başkent Hattuşa'da ise bir 
				Soylular Meclisi var. Bunun adı Panku. Panku, Hititçede "hepsi", 
				"hep birlikte" demek. Panku hem yasama organı hem de yargı 
				organı olarak çalışıyordu ve Kral ailesinin yargılanması da bu 
				mecliste yapılıyordu. 9  
				Kralın gücüne paralel olarak Panku'nun yetkisi ve etkisi zaman 
				içinde artış veya azalış göstermiş olsa da bu danışma meclisinin 
				ilk demokratik adım olarak alınması doğru olacaktır. Kralların 
				veliaht prensleri belirlerken Panku'ya danışmaları ya da en 
				azından Panku'nun desteğini almaya çalışmaları, bunun en önemli 
				kanıtlarından birisini oluşturuyor. 
				Dönemin bütü uygarlıkları arasında bu atılım Hititlere seçkin 
				bir yer veriyor. Günümüz için de inanılmaz bir başlangıç noktası 
				oluşturuyor.
				
				i 
				Hititler, kadın hakları konusunda hiçbir ortadoğu ülkesine 
				benzemeyen bir yapıya sahiptiler. Hitit Kraliçeleri "Büyük 
				Kraliçe", Egemen Kraliçe" gibi unvanlar taşıyan Hitit Kralıyla 
				eşit hükmetme yetkisine sahip bir kişiydi. Aynı zamanda 
				Başrahibe unvanı da taşır Kralla birlikte dinsel törenleri 
				yönetirdi. Kendi başına dinsel törenler yönetmesi de söz 
				konusuydu. Ayrıca Kralın Başkentte bulunmadığı zamanlarda 
				kararları o mühürlerdi. Hitilerde kararların altında Kralın 
				mührünün yanısıra Kraliçenin mührünün basılması da adetti.  
				Kadın eşlitliği yalnızca Kralla iktidarı bir ölçüde paylaşan 
				Kraliçe açısından söz konusu olan bir husus değildi. Bir erkeği 
				öldürmenin cezası neyse kadını öldürmenin cezası da aynıydı. 
				Ayrıca anne, saygısızlık gösteren ya da kusur işleyen erkek 
				evladı çocukluktan reddetme ve geri kabul etme hakkına sahipti. 
				Kadına gösterilen saygıyı vurgulamak açısından Hitit 
				talimatnamelerinden birisini daha aktarmakta yarar var: 
				"Eğer bir kimse bir kadın ile birlikte olacaksa, o 
				tanrıların ibadetini ne şekilde düzenlerse ve tanrıya yiyecek ve 
				içecek ne şekilde verirse, kadının yanına da aynı şekilde 
				gitsin."  
				Hititlerin, Anadoluya egemen olan anaerkil aile geleneğinden 
				etkilenerek böyle bir eşitliğe ulaştıkları sanılıyor. Hititlerde 
				kadına tanınan haklar ve erkekle eşitlik o dönemin ortadoğusunda 
				söz konusu değildi. Sanırım bu dönemin ortadoğusunda bile söz 
				konusu değil.
				
				i 
				Hitit tahtına III.Hattuşili'den sonra IV.Tuthaliya çıkmıştı. 
				Biyandan veba salgınlarının yarattığı nüfus azalması öte yandan 
				kuraklığın yarattığı büyük sıkıntılar imparatorluğu kasıp 
				kavuruyordu. Sonunda IV.Tuthaliya Kadeş Barış Antlaşması'nın 
				verdiği cesaretle Mısır Firavunu Merentpah'dan yardım istedi. 
				Merentpah, Hititlere gıda yardımı yaptı. Ve bunu şöylece 
				yazdırdı tarihe: "Hatti ülkesini yaşatmak için gemilerle tahıl 
				yolladım Asyalılara." Bu yardım o dönem için Hititlere bir nefes 
				alma olanağı yaratmış olsa bile imparatorluğu yaşatma olanağı 
				sağlayamamış görünüyor. Çünkü M.Ö. 1200'lerin sonunda ortaya 
				çıkan deniz kavimleri saldırısına karşı direnemeyerek yıkılmış 
				imparatorluk. 
				Merentpah'ın yardımı bildiğimiz kadarıyla dışarıdan Anadolu 
				halkına yapılan ilk yardım. Sonrasında ise bu yardımlar sürüp 
				gitmiş. En son örnek Dünya Bankası'nın ekonomik kriz nedeniyle 
				fakirleşen Anadolu insanına 2001 yılında verdiği 500 milyon 
				dolarlık kredi.
				
				i 
				Anadolu'nun ortasında, Kızılırmak yayının çerçevesinde M.Ö. 1650 
				ile 1200 arasında dünyanın en büyük imparatorluklarından 
				birisini kuran Hititler aynı zamanda dünya tarihinin en gizemli 
				uygarlıklarından birisi olmaya devam ediyor. Bulunan tabletler 
				okundukça ve arşivler yayımlandıkça Hitit gizemi yavaş yavaş 
				çözülüyor. Buna karşın bildiklerimiz hala bilmediklerimizin onda 
				biri kadar. Hala Hititlerin nereden ve nasıl geldiklerini, 
				kökenlerinin ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Pek çok konu 
				henüz spekülasyonla açıklanıyor. 
				Aslında Hititler hakkında bildiklerimiz de bu kavimle ilgili 
				gizemli görünümü artırıyor. Çağdaşlarının son derecede basit bir 
				kısas hukuku uyguladıkları bir dönemde Hititler nasıl olup da 
				bugünkü hukuk düzeninin temelini oluşturan tazminat hukukuna 
				geçebildiler? Ya da dünyanın bir çok bölgesinde bugün bile 
				çözülemeyen kadın - erkek eşitliğini nasıl bir etkiyle yaşama 
				geçirdiler? Panku'ya nasıl ulaştılar?  
				Bunlar bugün için spekülasyona açık konular. Yarın öbürgün 
				tabletler okunup, arşivler açıklandıkça bu soruların daha 
				doyurucu yanıtlarını bulacağız sanırım.
				
				i 
				Trevor Bryce, The Kingdom of the Hittites, Oxford University 
				Press, USA, 1998.  
				Aygül Süel, Hitit Kadınının Hukuki Durumu, Uluslararası 1. 
				Hititoloji Kongresi Bildirileri içinde, Ünal Ofset, Ankara, 
				1990.  
				Fiorella İmparati (Çeviren Erendiz Özbayoğlu), Hitit Yasaları, 
				İtalyan Kültür Heyeti, Ankara, 1992  
				O.R.Gurney, Hititler, Dost Yayınları,Ankara, 2001.  
				Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu, Tübitak Yayınları, Ankara, 
				2000.  
				Mahfi Eğilmez, Anitta'nın Laneti, 5. Baskı, Om Yayınları, 
				İstanbul, 2001.  
				Mahfi Eğilmez, Anadolu'da Asur Ticaret Sömürüsü, Garanti 
				Dergisi, Ekim 2001.  i 
					
					
					Dr. M. Eğilmez, 
	Hitit Köşesi
					
					Hittites
					
					Hattis
					
					Anatolian Civilizations Museum
					
					Le Musée des Civilisations Anatoliennes 
					
					
					Anadolu 
	Medeniyetler Müzesi
					Anadolu Medeniyetleri Hititleri Tanıyalım ve Tanıtalım (pdf) 
				
				i |