'Kapı 
		Lokmacılığı, Mümtaz Soysal
		
		YAKIN DOĞUDAKİ hamur tatlılarının 
		başında gelir lokma. Bir defada ağza atılabildiğinden, yenmesi kolaydır. 
		Yapılışı da: Mayalı hamurdan ufacık bir parçayı kızgın yağa atarak 
		kızartıp şerbete attınız mı, tamam. Böyle olduğu için, çarşılarda ve 
		davetlerde gelen geçene lokma ikram edilir. Nitekim, Lefkoşada Türk ve 
		Rum çarşılarının birleştiği noktadaki barikatın açılışında da lokma 
		varmış. Kambersiz düğün olmayacağı için o günün bayram havasına katılan 
		Birleşmiş Milletler yetkililerine bile lokma sunulmuş. 
		 
		KKTCnin ve güneydeki Rum yönetiminin başında bulunanlar başka yerlerde 
		olduklarından lokmalı düğünde yokmuşlar ama, adadaki her birleşme 
		şenliği gibi bu da kısa sürüp gerilime girdiği için ikisi de vaka 
		mahalli ne gelmekte gecikmemişler. 
		 
		Talatın o kapıyı açmakta niçin böylesine ısrarlı olduğunu ve muradına 
		erince neden bunca sevindiğini anlamak zordur. Rumlarla kucaklaşıp 
		Türkiyeden uzaklaşarak Avrupa Birliğine girme teşneliğini böyle 
		gösterişli bir jestle yedi cihana ilan etmenin telaşı mı? 
		 
		Tampon bölgede devriye gezdirmeyi gerekli gören ve bu açılışa pek sıcak 
		bakmayan askerle giriştiği bilek güreşindeki üstünlüğünü göstermek mi? 
		 
		Adadaki ayrılığa son verme zamanının geldiğini ve bu kez kolayca çözüme 
		ulaşılabileceği yönündeki inancını sergilemek mi? Başa geçişinden beri 
		tanınma ve anavatan sözcüklerini ağzına almaktan çekinen bir kişinin 
		bu hesapları yapabileceğini düşünmek pek de yanlış olmaz. 
		 
		Aynı düşünce ve duyguların Türkiyeyi şimdi yönetmekte olanlarda da 
		bulunduğu varsayılsa bile Türkiye halkının bu görüşleri paylaşmadığı 
		kesindir. Anadolu insanı, yüzyılların sağduyusuyla, böylesine hem haklı, 
		hem güçlü olunan bir davayı yitirmenin ne denli onur kırıcı, özgüven 
		yitirici olacağını ve 1974 çıkışına sevinmiş olan mazlum milletler 
		dünyasının gözünde Türkiyenin saygınlığını sıfırlayacağını iyi bilir. 
		 
		Bilir ve seçtiği insanların, partilerin ve Kıbrıs müdahalesiyle 
		kendisine gurur vermiş olan askerin şimdiki gidişe seyirci kalmasını 
		istemez. 
		 
		Oysa, hükümet bu konuda sessiz. Hatta, belki de Kıbrısta ödün verip 
		kapatma davasındaki AB desteğini iyice pekiştirme hesabında. Genelkurmay 
		Başkanı son gezisinde Kalıcı ve hakça çözüm olmadan asker çekme yok 
		dedi ama, bu söz öyle bir çözümden sonra askerin büsbütün çekileceği 
		biçiminde yanlış anlaşılmaya elverişli ve açıklık getirilmeye muhtaç. 
		Kalıcı ve hakça çözüm , iki egemen devletin anlaşmasına ek olarak, 
		1960 anlaşmalarında olduğu gibi, garanti hakkının güvencesi olarak adada 
		bir miktar Türk askerinin hep kalmasını içeren bir çözüm olmayacak mı 
		yoksa? Ordu, ülke güvenliğine ilişkin bu konuda 
		ağırlığını koymayacak da ne zaman koyacak? 
		  
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |