|   | 
            
            
            Bir Yorum
			
			
			Başbuğun konuşması Kürt sorununun nereden çıktığını özetliyor. 
			Çerçeveletip duvara asmak isterim. Yüz kişinin ağzından çıkmış 
			sakızı bir daha çiğniyor, bir de bizim keyiflenmemizi bekliyor.  
			 
			Dediğinin özü şu: Türk ulusu etnik bir tanım değildir; bu ülkeye ait 
			olma ülküsü etrafında herkes bir araya gelmelidir. Hadi yedik 
			diyelim. Kelimesine dokunmadan alıntı yapıyorum:  
			 
			Irak'ın kuzeyindeki oluşum ve gelişmelerin bu bölgedeki Kürtlere 
			tarihte hiç olmadığı kadar siyasal, hukuki, askerî ve psikolojik güç 
			kazandırdığı da diğer bir gerçektir. Ayrıca bu durumun, 
			vatandaşlarımızın bir kısmı üzerinde yeni bir aidiyet modeli 
			yaratabileceğine de dikkat edilmelidir. 
			 
			Kürtler. Kim bu Kürtler. Onlar. Biz değil onlar. Onların güç 
			kazanması bizim için bir tehlike. Tamam. Olabilir. Ama şu cümle de 
			Başbuğun:  
			 
			Irak'taki soydaşlarımız Türkmenler'in durumu ve bir iç savaşta 
			çatışan taraflardan birisi hâline gelmesi ise, Türkiye açısından çok 
			ciddi bir durumun ortaya çıkmasına neden olabilir. 
			 
			Bizim soydaşlarımız. (Soydaş kavramının da etnik temelli olmadığı 
			söylenmez umarım.) Biz kimiz? Türkler. İyi de etnik anlamda 
			Kürtlerin Kuzey Irakta soydaşları var: Kürtler. Etnik anlamda 
			Türklerin de Kuzey Irakta soydaşları var: Türkmenler. Etnik 
			olmadığını söylediği bir Türk tanımını baz alarak konuşan Başbuğ 
			neye dayanarak Türkmen koruyuculuğuna kalkıyor. Hadi Türkmen sevgisi 
			depreşti diyelim. Neden Saddam döneminde Türkmenler aklınıza gelmedi?
			 
			 
			Tarih kitaplarında bizim bin yıldır Anadoluda olduğumuzu okudum. 
			Türkçe konuştum, hayatımı Türk kültürü üstüne kurdum. Tümü de etnik 
			olan bu kavramların aslında hiçbir etnik temeli yok öyle mi? Yav 
			Kürtler uzaktan bu kadar salak mı görünüyor?  
			 
			Atatürk Türk dilini şöyle tanımlamaktadır: Türk dili, Türk ulusunun 
			kalbidir, zihnidir." Bir ulusun kalbini ve zihnini etnik bir tanımla 
			(Türk dili) ilişkilendirip sonra da Atatürk'ün ulus devlet anlayışı 
			dinsel ve etnik temellere bağlı değildir ve bağlanmaya da 
			çalışılmamalıdır. demek. Tabi tabi. Ben de yedim. bu laflar niyetli 
			adamın orucunu bozar.  
			 
			Lozanda Türk tarafı ısrarla Musul-Kerkük için referanduma 
			gidilmesini savunuyordu. İnönünün verdiği rakamlara göre bölgede 
			birinci nüfus Kürtler, ikinci nüfus Türkmenlerdi. İngilizler de aynı 
			sırayı veriyor ama Kürt nüfusu daha fazla gösteriyorlardı. 
			Kürtlerin en etkin ismi, Mesut Barzaninin dedesi Şeyh Mahmuttu. 
			Cumhuriyet referandumda kendi lehine sonuç çıkacağından zerre kadar 
			kuşku duymuyordu. Peki ne oldu da o aile ile Türkiye arasına bu 
			kadar büyük mesafe girdi.  
			 
			Tüm Kürt isyanları emperyalizmin oyunlarıymış ya. 1919la 1922 
			arasında Anadolu bilfiil işgal altındayken üç Kürt isyanı çıktı. 
			1925le 1938 arasında onlarca. Eğer bu Kürt isyanlarının tek nedeni 
			emperyalist kışkırtmasıysa ve iddia edildiği gibi Kurtuluş Savaşı 
			yedi düvele karşı verilmişse o üç senede niye daha çok isyan çıkmadı? 
			Kürt devleti için pazarlıklar yürüten Kürt Şerif Paşayı hain ilan 
			eden Kürtler ne oldu da üç sene sonra kendileri isyanlara başladılar? 
			Cevabı Başbuğdan alalım: 
			 
			Atatürk'ün gerçekleştirdiği bu devrimin ana hedefi bir ulus 
			devletin, Türk ulusunun yaratılmasıdır. 
			 
			Türklerle Kürtler bin yıldır iyi ilişkiler sürdürüyordu ama bunun 
			temeli, üniter devlet değildi. 2.Mahmutla zirveye çıkan Türk 
			modernleşmesi, merkezileşme eğilimi bu iyi ilişkileri vurdu. 
			Merkezileşme eğiliminin zirve noktası olan üniter-ulus devlet Kürt-Türk 
			birlikteliğinin temelini iki bakımdan çökertti: 1. Yukarıdan Türklük 
			dayatarak 2. Feodal yanı güçlü Kürt toplumunun, Türklere sempati 
			duymasına yol açan bir etken olan dinin etkisini azaltmaya çalışarak. 
			İşte bu olay olduktan sonra Türk-Kürt ilişkileri günümüze kadar 
			gelen yeni bir yola girdi. (Son otuz yılda Kürt hareketi sosyalizme 
			kaydı. Solda bir birlik kurulacaktı. Onu da Türk solunun sistemden 
			kopmaya yanaşmaması bitirdi.) 
			 
			Devletin Kürtlerden beklediği dünyanın neresinde olursa olsun 
			güçten, hakimiyetten uzak durmaları. Akıllıca bir siyasetle asimile 
			olmayı kabullenenlere devlet kapısı açık. Ama bu ancak katilin 
			soğukkanlılığı kadar takdir edilesildir. Kürt kelimesini bile 
			yasakla, hayatın her alanında Türklük pompala. Güneş dil teorileri 
			uydur, Atlantiste Türklük ara (Bunların hepsi Atatürk döneminde ve 
			gözetiminde oldu) sonra Türk etnik bir tanım değildir de. 
			 
			Neyse lafı fazla uzatmayayım. Dediklerime katılırsınız katılmazsınız 
			onu bilmem. Ama birileri Ne mutlu Türküm diyene benden bir tost 
			söyle. Çift kaşarlı olsun. dediklerinde şaşırmayın lütfen.  
			 
			Lafı bağlamaya gelince. Türkiye Kürtlerinin birkaç milyonluk bir 
			kısmı kendisini hiçbir biçimde Türk olarak tanımlamıyor. Ya bunların 
			bir gün Türkleşmesini bekleriz, ya beklemeye ne gerek var deyip 
			Suriyeye süreriz; ya da Kürt sorununu adilane biçimde çözeriz.  
			 
			Paşa ne diyor? Modernitenin olanakları tükenmemiştir; postmodern 
			olmayalım. İyi de yukarıdaki Türklük tanımını benimsemeyen Kürtler 
			de böyle düşünürse; ulus devletin vadesinin dolmadığını savunurlarsa 
			nolur? Kendi ulus tanımlarını yapacakları ayrı bir devlet kurma 
			çabasına girerler. Yani bölücülük yaparlar. Bunu da postmodern 
			oldukları için değil, alasından modern oldukları için yapmış olurlar. 
			Bir halkın dilini, kültürünü, tarihini yasaklamanın hiçbir 
			meşruiyeti yoktur. Hayalci kurgularla toplumu değiştirmeye 
			çalışmanın ancak ve ancak yıkım getireceğini artık kabullenelim.  
			 
			Başbuğ ulus tanımında dil, kültür, ülkü birliğine vurgu yapıyor: Dil 
			birliği bir hayal; eninde sonunda aşılacak bir eziyet. Kültür 
			birliği kısmen doğru. Ama ülkü birliği Türklerle Kürtlerin bir 
			arada kalmasının esas temeli. Ben Türküm dediğim kadar değil, bu 
			ülkeye kendimi ait hissettiğim kadar buranın vatandaşıyım. İtalyan, 
			Fransız, Alman
			
			İsviçrede federasyonla bir arada yaşıyor. Kimse ben anavatanla 
			birleşeceğim demiyor. Belçikada da federasyon var; Flamanlarla 
			Valonlar birbirlerinden nefret ediyorlar.  
			 
			O halde şu tespiti baştan yapalım: Federasyon, üniter devlet vb. 
			siyasal kurumlaşmalar sadece birer araçtır ve şu gelirse mutlak 
			çözüm olur diyemeyiz. Önemli olan sizin insanınızın ülkü birliğini 
			kurmasıdır. Bu Kürtlerle Türkler arasında zaten büyük ölçüde var 
			olan bir şey. İki tarafın birbirinin duyarlılıklarını anlaması 
			sorunların çözümü için en önemli adım olacak. 
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
			 | 
            
                |