Türkiye & Batı: Çok Yaşa AB, Çok 
			Yaşa ABD!.. 
			
			Bizim yapamadığımızı, sağ olsunlar 
			Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri yapıyor! 
			Türkiye ister istemez her ikisinden de ve işin güzeli onların 
			hataları, dangalaklıkları sayesinde kopuyor, uzaklaşıyor. 
			 
			Burada okuyucunun aklına hemen AKAPE unsuru gelecek haklı olarak. 
			Çünkü "Tamam ABD ve AB'den uzaklaşıyor ama şeriata da yaklaşıyor
" 
			denebilir çok kolayca. 
			 
			Emperyalistlikleri bakımından farkları yoktur elbette, al birini vur 
			ötekine
 Ama daha derine, daha özele inildiğinde gerek dünyaya 
			gerekse Türkiye'ye bakışlarında ciddi farklar vardır. Olmak zorunda! 
			 
			Avrupa'nın bir kültürü, sanatı var. Bu bakımdan Amerika tam bir 
			köylü. Avrupa da beğenmez bu yönüyle Amerika'yı. Haklıdır da
 
			 
			Buna karşılık Avrupa da ihtiyarlamıştır. Amerika gibi bir hayta ile 
			en başta askeri açıdan başa çıkamaz. Sosyal yapıları çok farklıdır. 
			İktisadi açıdan çıkarları yer yer ciddi biçimde çatışmaktadır artık. 
			 
			Dolayısıyla Amerika'ya, adını Ilımlı İslam koyduğu, içeride istediği 
			kadar mürtecileşebilecek bir Türkiye gerekli ve yeterlidir. Ama 
			Ilımlı İslam'la şeriat arasındaki olmayan farkı Avrupa fark eder, 
			ediyor
 Avrupa'da AKAPE'yi de çok iyi okuyan çevreler var. Çok 
			kuvvetli bir şeriatçı damar barındıran, sayıları çok hızlı artan 30 
			milyon Müslüman'ın yaşadığı bir Avrupa'da bu fark ediş hem doğal hem 
			kaçınılmaz!.. 
			 
			Şeriatçılık, Siyasi İslam Avrupa için, Avrupa değerleri için de bir 
			tehdit. Çünkü bu Müslümanlar, bulundukları ülkelerde kısa sürede 
			vatandaş olmalarını sağlayacak haklara da sahip. Bu ise söz konusu 
			Müslüman unsurların o ülkelerin karar mekanizmalarında gittikçe daha 
			çok söz sahibi olması demek. 
			 
			Yüzyıllarca kendi Hıristiyan şeriatçılığından yani Kilise 
			bağnazlığından, despotizminden çok çekmiş, Kiliseyi kamu hayatından 
			çıkarıp Kilisesine hapsedebilmek için az bedel ödememiş bir Avrupa, 
			yağmurdan kaçarken doluya tutunmak istemeyecektir herhalde
 
			 
			Bu nedenle Avrupa'nın içinde, yakınında, yanında yöresinde ve laik 
			bir Türkiye Avrupa için de hayati çıkar demektir. Çünkü tamamen 
			Amerika'ya yaslanmış, içeride alabildiğine İslamcı bir Türkiye, 
			Avrupa'daki büyüyen Müslüman güç üzerinde çok olumsuz etkiler 
			yaratacak bir kötü örnek olur. Laik ve modern Türkiye ise, aynı güç 
			için bir frendir. 
			 
			Ama, Avrupa'nın karar vericileri, Kıbrıs'tı, tam üyelikti, PKK'ydı, 
			Ermeni iddialarıydı, TSK'nın pasifize edilmesiydi derken, hem 
			Türkiye'yi çok yordu, hem de AKAPE'yi sadece istediği amaçlar için 
			kolayca kullanabileceği ideal bir taşeron olarak gördü. 
			 
			AKAPE'yi ve Türkiye'yi yanlış okudular. AKAPE, Avrupa'nın tam 
			üyeliği engellemek için ileri sürdüğü bahaneleri, gerçekten 
			Türkiye'yi AB'ye tam üye yapmak için yerine getirmiş değil. Çünkü 
			tam üyelik gibi bir niyeti yok. Asla olmadı! 
			 
			AB içinde de önemli ve etkin bir gurup aynı kanaatte: Türkiye AB'ye 
			tam üye olmamalı!... 
			 
			Ancak hangi Türkiye?!... 
			 
			AB bir bakıma modern ve laik bir Türkiye'yi reddetmiş oldu. Ama 
			AB'nin dışında kalacak olan Türkiye artık AKAPE'nin Türkiye İslam 
			Cumhuriyeti, ABD'nin Ilımlı Türkiye İslam Cumhuriyeti!.. 
			 
			Türkiye'nin demokrasisi de, insan hakları düzeyi de, ekonomisi de, 
			toplumsal yapısı da öteki Müslüman ülkelerin hepsinden teker teker 
			ve toplam olarak çok daha iyiydi. AB'nin içinde daha da iyi 
			olabilirdi; çok zengin bir potansiyele sahip olduğunu onlar da 
			biliyor. Şeriat tehlikesi de olmazdı. 
			 
			Oysa şimdi Türkiye en başta bu tehlikenin kıyısında, hatta içinde! 
			Onlar AKAPE'yi değil, AKAPE onları kullandı. Darbeleri önlemenin 
			yolu çok daha ağır bir başka darbeye çanak tutmak olmamalıydı. Kaldı 
			ki TSK da zaten hiçbir defasında iyi işleyen, sağlıklı bir 
			demokrasiye müdahale etmiş değil. Siviller işi ağızlarına yüzlerine 
			bulaştırıp, çığırından çıkarınca müdahale ettiler
 Türkiye'yi 
			yöneten siyaset mekanizmasının bu vahim hatalarında da Avrupa'yı 
			tamamen masum saymak mümkün değil. O gerici, dini her an siyasette 
			kullanan, antidemokrat iktidarların tamamı hem Amerika hem Avrupa 
			tarafından desteklendi. Bu ülkede demokrasinin olmazsa olmaz ayağı 
			sayılması gereken sol, sendikalar, emek hakları yok edilirken, o 
			medeni Avrupa, o Orhan Pamuk için, Elif Şafak için, PKK için 
			yırtınıp duran Avrupa kös dinledi. Şimdi ise PKK'ya oynamaktan baksa 
			çaresi yok. Kendileri, bir daha Çanakkale'ye gelemez çünkü. Halbuki 
			dökme suyla da kuyu dolmaz. El pijamasıyla yatılmaz!.. 
			 
			Türkiye gibi bir ülke, bir dev potansiyel el pijamasıyla, taşeron 
			kullanarak çökertilemez. Yorulur, yıpratılır, yaralanır ama 
			çökertilemez. 
			 
			Mustafa Kemal'in Türkiye'si nasıl bir Sovyetler Birliği buldu? 
			2007'nin Türkiye'si de Amerikasız bir dünya bulur, bulacaktır. 
			Türkiye AB'siz de yapar, ama onlar Türkiye'siz ne yapar göreceğiz. 
			 
			Aynı değerlendirmeler Amerika için de söz konusu. 
			 
			Koskoca Amerika, koskoca Türkiye yerine PKK, Talabani, Barzani gibi 
			çapulcuları tercih etmek zorunda kalıyorsa gerçekten zor durumda 
			demektir. 
			 
			Kıbrıs'ı, ambargoları, haşhaş yasaklarını, U-2 casus uçaklarını, 
			yani geçmişi bir yana bırakalım. Son beş yılda bile nelere tanık 
			olduk. Irak'ın işgalinden bu yana
 Çuval olayından PKK'nın resmen 
			desteklenmesine kadar!.. 
			 
			Türk-Amerikan ilişkilerinin bu yükü taşıması mümkün mü? 
			 
			Türk ordusunun Irak'a girmesi, biz istemesek dahi, AKAPE geri 
			kalmışlarının geveledigi gibi sadece Kandil dağıyla, sadece PKK ile 
			hatta Barzani peşmergeleriyle sınırlı kalabilir mi? İran 
			karışmayabilir mi, Amerika karışmayabilir mi? 
			 
			Kaldı ki
 Biraz daha geniş düşünelim. Türkiye'nin gıkı çıkmasa bile 
			Amerika'nın bundan sonra özellikle Ortadoğu'da uslu durması mümkün 
			mü? 
			 
			Amerikan edepsizlikleri ve zorunlu saldırganlıkları yüzünden bütün 
			dünya ve bize göre dünyanın eklem yeri olan Türkiye bir dönüm 
			noktasında. Çünkü Amerika ve dünya bir dönüm, hatta kırılma 
			noktasında. 
			 
			Herkes kendisine yeni bir yön çizecek
 Türkiye, siyasi karar 
			vericileri ne düşünürse düşünsün, ne yaparsa yapsın ne Avrupa 
			Birliği ile ne de ABD ile bu ilişkileri bu haliyle sürdüremez. 
			 
			ABD ve AB bilinen kabalık ve dangalaklıklarıyla ve AKAPE'yi 
			kullandıklarını sanarak Türkiye'yi yeniden dört başı mamur bir 
			bölgesel güç olmaya, reflekslerini geliştirmeye, uyuşmuş eklemlerini 
			açmaya, yeni tercihler yapmaya itmektedir. Ordusunu kullanmaya 
			zorlamaktadır. Hatta tuhaftır, kör kör devam etmektedir bu zorlamaya
 
			 
			Amerika da, PKK da, Talabani-Barzani de, hatta Avrupa da sonucunu 
			bilmedikleri bir kumar oynuyorlar. Hem de her biri ellerinde içinde 
			tek kurşun bulunan tabancaların tetiğini aynı anda çekerek, çekmeye 
			hazırlanarak
 Elbette oyunun Türkiye, Suriye, İran gibi diğer 
			aktörleri de ister istemez aynı ölümcül kumara katılıyor. Bir başka 
			anlatımla katılmak zorunda oldukları, katılmaya zorlandıkları kumar 
			böyle bir kumar. 
			 
			Talabani-Barzani Kürtleri, Amerika'nın, Irak'ın Amerikan karşıtı 
			unsurların bulunmadığı tek bölgesi olan Kuzey Irak'ta kaos 
			istemeyeceğini düşünüyor. Daha da önemlisi ezeli rüyaları Bağımsız 
			Kürdistan için en ideal ortam içinde bulunduklarına inanıyorlar. 
			Türkiye'nin kendisi için bu şekilde oluşacak büyük tehlikeyi 
			görmeyeceğini, görse bile harekete geçemeyeceğini sanmak istiyorlar. 
			Amerika'nın derdinin Irak'tan Türkiye'ye yönelik saldırıları 
			durdurmaktan ziyade Kuzeyde düzeni sağlamak olduğunu, Türkiye'nin de 
			Amerika'ya itiraz edemeyip kendi çıkarlarını onunkilere tabi 
			kılacağını umuyorlar. Onların kumarı bu. 
			 
			Kumar, çünkü eski camlar bardak oldu.Köprülerin altından sular aktı. 
			Türkiye-ABD ilişkileri zaten hasarlıydı. Daha da yıprandı.. Üstelik 
			bu artık fark ve kabul ediliyor. 
			 
			Ama yine de herkes, sonucunu kestiremediği bu kumarda kendisi 
			kazanmak için karşı tarafı "pas" demeye zorluyor. 
			 
			İslam dünyası bir türlü Amerika'ya gerektiği gibi rest çekemiyor; 
			onun için önemli bir tehdit oluşturmuyor. Ama Amerika'nın iti ite 
			kırdırma politikaları da devam ediyor. Şimdi de Şiilere karşı 
			Sünnileri kullanıyor. Çünkü Sünniler değil, Amerika için Şiiler ve 
			İran bir tehdit. Bu nedenle İran'a karşı bir koalisyon oluşturmaya 
			uğraşıyor. 
			 
			Avrupa'nın, bu politikalara karşı mevcut ve olası tavrı elbette 
			önemli; ama daha da önemlisi İran'ın komşuları ve tabi bunların en 
			önemlisi olan Türkiye'nin tutumu. 
			 
			Oysa Amerika burada da bir büyük hata yapıp Kürt kartına oynuyor. 
			Böylece hem İran'ı ama hem de Türkiye'yi karşısına alıyor, hatta bu 
			iki ülkeyi birbirine yaklaştırıyor. Türkiye-İran ittifakı ise, şu 
			koşullarda Amerika'nın rüyasında bile görmek istemeyeceği bir 
			ittifak.. 
			 
			Amerikalı özel istihbaratçı George Friedman, bütün bu 
			değerlendirmelere özet olabilecek yorumu şöyle: 
			 
			 
			"El Kaide ve yüzyıllarca önemli bir etki alanı yaratamamış olan İran 
			dışında, bölgeye düzen getirmeye soyunabilecek tek ülke olarak 
			Türkiye'yi görürüz. Türkiye doğu Akdeniz, Kuzey Afrika, Arap 
			Yarımadası, Kafkaslar ve Rusya'nın derinliklerindeki çeşitli 
			noktalara hakim olan Osmanlı İmparatorluğu'nun varisi. 
			İmparatorluğun çökmesi, Anadolu'da içine kapalı bir devlet gibi 
			tuhaf bir durum yaratmış; İkinci Dünya Savaşında da son derece 
			temkinli davranan, soğuk savaşta ABD ile ittifak kuran Türkiye, 
			pasif bir rol oynamış; ya gidişatı başkalarının inisiyatifine terk 
			etmiş, ya da stratejik topraklarının kullanılmasına izin vermişti. 
			 
			Bu durum çok büyük ölçüde değişti. Türkiye 2006'da Suudi Arabistan 
			dahil tüm Müslüman ülkelerininkinin üzerinde dünyanın en büyük 
			18'inci ekonomisine sahip; yüzde 5-7 arasında büyüyen bir ülke. 
			Ürettiklerinin tamamını satmıyor, önemli bir kısmını tüketecek bir 
			orta sınıfı da var. Güçlü ve kararlı bir orduya sahip; kurumlarla 
			ideolojiler arasındaki gerilimleri iyi idare edebiliyor. 
			 
			Buna karşılık çevresi tam bir sorunlar yumağı. Irak dışında 
			Kafkaslarda, Balkanlarda, ciddi sorunlar yaşanıyor. Doğu Akdeniz'den 
			Hürmüz Boğazsına kadar uzanan güneyi son derece gergin. Hüsnü 
			Mübarek'in görevinden ayrılması halinde Mısır'ın ve Doğu Akdeniz'in 
			geleceği de belirsizleşebilir. Yunanistan, artık eskisi gibi 
			Türkiye'ye meydan okuyacak durumda değil. Avrupa Birliği'nin 
			Türkiye'yi reddetmesi de ülkeyi, tam üyelik umudunun dayatabileceği 
			baskılardan kurtardı. 
			 
			Bölge istikrarı konusunda Türkiye'nin köklü çıkarları var. Oysa 
			Artık ABD'yi istikrar sağlayan bir unsur olarak görmüyor. Avrupa'yı 
			ise tek tek ülkeler olarak da AB olarak da düşmanca ve iktidarsız 
			bir varlık sayıyor. Rusya'nın Türkiye sınırlarına geri dönmesini, 
			uzun vadeli bir tehdit olarak; İran'ı, Osmanlı ataları gibi kendi 
			içine kapalı durgun bur su olarak görüyor. Suriye ve Irak'ın, 
			müttefiki İsrail'in, Arap Yarımadasının geleceğiyle çok yakından 
			ilgileniyor. 
			 
			Türkiye'yi hızla yükselen bir bölgesel güç olarak, ya da en geniş 
			anlamda, kökleri Anadolu'da bulunan ancak içine kapalı politik, 
			ekonomik ve askeri güç planları yapan, muazzam stratejik güce sahip 
			bölgesel bir egemen haline gelme sürecinin başlarındaki bir ülke 
			olarak görmek gerekir. Ulusal güvenliğini sağlama konusunda ABD'ye 
			yaslanma arzusu 2003 ile birlikte sona ermiştir. Karşılıklı çıkara 
			dayalı konularda ABD'yle işbirliğine hazırdır, ama bağımlı bir güç 
			olarak kalmak istememektedir. 
			 
			Bu yükseliş henüz ilk aşamalardadır. Türkiye'nin ekonomisi de, iç 
			politikası da, dış politikası da son beş yılda anlamlı değişimler 
			yaşamıştır. Türkler, temkinli bir biçimde, bölge çapında etki 
			yaratan olayları harekete geçiriyorlar. Irak'a müdahale, 1990'lardan 
			beri izlenen siyasetin basit bir tekrarı gibi görülebilir; ama 
			mevcut durumda, kendi doğal çıkarlarına ABD'den bağımsız bir biçimde 
			doğrudan doğruya sahip çıkmayı istiyor da olabilir. 
			 
			Yugoslavya'nın çöküşü, Türkiye'yi geleneksel çıkarlara sahip olduğu 
			bir bölgeye doğru çekti. Rusya'daki gücün çöküşü ve yeniden doğuşu, 
			Türkiye'nin Kuzey Kafkaslara bakmasına neden oldu. Arap dünyasında 
			yaşanan kaos, Türkiye'yi güneye doğru çekti. Türkiye'nin atacağı 
			adımlar üzerindeki ABD ve Avrupa kısıtlamaları, Batı stratejisinin 
			sonuçları nedeniyle acınacak biçimde eridi. Türkiye, ABD ve 
			Avrupa'nın Türkiye'nin çıkarları karşısında ya etkisiz ya da 
			düşmanca tutum almasıyla birlikte, bu bölgelere düzen getirmesi 
			gerektiğine inanıyor. 
			 
			Bölgenin geleceği dikkate alındığında, kendi tutarlı varlığını ifade 
			etme konumunda olan tek ülkenin Türkiye olduğu söylenebilir. En 
			yakın rakibi İran, ne Türkiye ile rekabet edebilir, ne de nükleer 
			güce sahip dahi olsa onunla eşit güçte değil. Türkiye tarihsel 
			olarak bölgenin hakimi durumundaydı. Bu tarihsel rol, bölgesel 
			kaostan geriye kalan parçaları tek tek toparlamak biçimine büründü. 
			Bizce şimdi bu yönde harekete geçmiş durumda. 
			 
			Kürt sorunu konusundaki mevcut tutumu, aslında basit bir ilk adım 
			niteliğini taşıyor. Bu tutumu önemli kılansa, Türkiye'nin Avrupa ya 
			da Amerikan çıkarlarını bir yana bırakarak kendi çıkarlarını ifade 
			etmeye başlaması... Türkiye'nin Amerika ile olan bağımlılık 
			ilişkilerine son vermesi, Irak'a girip girmemesinden çok daha 
			önemli. Irak'taki ABD işgali, dünya çapında birçok süreci harekete 
			geçirdi, birçok fırsat penceresi açtı. Türkiye'nin hamlelerini 
			seyrederken, bu hamlelerin istikametinden çok, hırsının ne ölçüde 
			sınırlandırılabileceğini merak ediyoruz." 
			 
			Bu değerlendirmede Türkiye'ye yönelik olumlu tespit ve öngörüleri 
			fazla iyimser bulabilirsiniz. Günümüz koşullarında fazlasıyla bir 
			yılgınlığın söz konusu olduğu, yaratıldığı malum. 
			 
			Ama bu bir "Amerikan" değerlendirmesi
 Dünyada hadiselere, özelde 
			Türkiye'ye çok farklı bakanların bulunduğunu da bilmek lazım. Hatta 
			Amerikalıların bile!.. 
			 
			Öte yandan bu değerlendirmede en çok dikkati çeken husus, mevcut 
			siyasi karar mekanizmasına, yani AKAPE'ye hiç değinilmemiş olması. 
			Demek değerlendirme sahipleri, ki Amerikan karar vericilerinden 
			tamamen bağımsız oldukları söylenemez, AKAPE'yi bir anlamda 
			Türkiye'ye karşı kullanmakla birlikte, Türkiye konusunda onun hiç de 
			belirleyici olmadığını saklama gereği duyulmamış. Yani Türkiye 
			denince başka odaklar, başka dinamikler esas alınıyor. 
			 
			İkincisi
 Değerlendirme, AB'siyle ABD'siyle Batı'nın Türkiye'yi 
			kaybettiğini ve daha önemlisi bu kaybedişteki vahim hataları 
			"Türkiye artık AB ve ABD çıkarlarına göre değil kendi çıkarlarına 
			göre hareket edecek" ifadesiyle ve büyük bir açıklıkla ortaya 
			koyuyor
 
			 
			Üçüncüsü
 Türkiye mevcudu ve potansiyeliyle çok iyi 
			değerlendirilmiş. 
			 
			Dördüncüsü
 Batı, itip kaktığını, bir takım ucuz işbirlikçiler 
			aracılığıyla sömürgeleştirdiğini sanırken, işte bu Türkiye'yi 
			kaybediyor. Düşünün ki; Türkiye, bir işlevinin kalıp kalmadığı hiç 
			önemli değil, bir NATO üyesi. Avrupa ülkelerinin tamamı ve Amerika 
			da
 NATO'nun amacı, kuruluş tüzüğüne göre, üyelerden herhangi birine 
			yönelecek bir dış saldırıya hep birlikte karşı koymak. Oysa bakın 
			manzaraya! Türkiye dışarıdan gelen PKK saldırılarıyla karşı karşıya; 
			ama bütün NATO ortakları, Türkiye'yle birlikte bu saldırılara karşı 
			koymaları gerekirken, tam tersine saldırana sahip çıkıyor, hatta 
			apaçık destekliyor; Türkiye tavır koyacağı zaman elini kolunu 
			bağlayıp "sakın ha!..." diyor. Teşvik ediyor, para veriyor, silah 
			veriyor o saldırgana
 
			 
			Bu bir aldatma
 Bu bir ihanet!.. 
			 
			Böyle bir ilişkinin devam etmesi mümkün mü!?.. 
			 
			Öte yandan
 
			 
			Batı'nın tüm ukalalarının, ama çok daha önemlisi Amerika'nın çok 
			ciddi iktisadi ve sosyal sıkıntıları var. Elbette akşamdan sabaha 
			derin bir çöküşten söz edilemez; ama hepsinin de geleceğe dair, 
			hatta yakın geleceğe dair çok ciddi kaygıları var. Sağlık, eğitim 
			acınacak durumda. Yoksulluk, işsizlik diz boyu. Artık oralarda da 
			kapkaç var. Oralarda da metro sistemleri, New York'taki gibi en 
			güvenliksiz yerler. Oralarda da yaralanmış yerde yatan bir insana 
			kimse dönüp bakmıyor. Yaşlılar alabildiğine sahipsiz. Doğum oranı 
			düşük, nüfus son derece yaşlı. Ve artık eski kaba sömürü olanakları 
			olmadığı gibi, sömürecekleri toplumlarda kan bırakmadıkları için 
			kibar sömürü olanakları da çok sınırlı. Dünyanın büyük güçlerine 
			kafa tutacak askeri güçleri yok. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 
			kendi içlerinde oluşturdukları güvenlik ortamıyla, birbirlerine 
			saldırmayacaklarının ve Rusya dışında dışarıdan saldırı gelmeyeceği 
			garantisiyle idare ediyorlar. Yoksa kendilerinin öyle eskisi gibi 
			silahlı külahlı emperyalistlik yapacak halleri yok. 
			 
			Amerika ise, bütün kostaklanmasına rağmen gittikçe daha çok kağıttan 
			kaplan haline geliyor. Cerbeze halinde tüketen o üç yüz milyonluk 
			nüfusuyla Amerikan ekonomisi dolar basarak, yani düpedüz dünya 
			çapında kalpazanlık yaparak ve dış krediyle, bir tür borçla ayakta 
			duruyor. En büyük kredi alacaklısı da Çin!.. Lakin, muazzam üretim 
			gücünü ancak çılgın tüketimle ayakta tutabilen Amerika, 11 Eylül 
			2002'den bu yana bir tüketim tutukluğu yaşıyor. Tıpkı bizdeki gibi, 
			Amerikalılar da geleceği yeterince güvenli görmedikleri için daha 
			dikkatli harcıyor. Bu ise tüketimin en hızlı olduğu dönemde bile 
			fazla veren üretimi daha da sıkıntıya sokuyor. Ürettiklerini 
			satmakta güçlük çeken firmalar başka ülkelere kaçıyor. Böylelikle 
			belki firmaların sorunu çözülüyor, ama bu kez işsizlik artıyor. 
			 
			Yani Amerika'nın derdi sadece enerji kaynaklarına sahip ülkeleri, 
			gerekirse askeri saldırı, işgal pahasına kontrol altında tutmak 
			değil. Asıl sorun içerideki iktisadi ve sosyal çöküş. Bunu önlemek 
			için en başta doların krallığının devam etmesi gerekirdi. Oysa 
			Amerika, bu konuda önce Avro'ya geçen, refaha alışmış, tüketim 
			potansiyeli çok yüksek Avrupa'yı kaybetti. Bunu başkaları takip 
			etti. 
			 
			Daha geniş açıdansa, yukarıdaki nedenlerle, en temelde içerideki 
			toplumsal düzenini koruyabilmesi için Amerika'nın imparatorluğunu 
			sürdürmesi, bunun için de iktisadi, sosyal, siyasi, askeri açıdan 
			bütün dünyanın onun güdümünde olması gerek. Irak'a saldırının, Büyük 
			Ortadoğu Projesinin Ukrayna, Gürcistan, Orta Asya, Pakistan, 
			Türkiye, vb., dünyanın çok çeşitli yerlerinde gittikçe daha çok 
			ağzına yüzüne bulaştırarak da olsa debelenip durmasının nedeni bu; 
			sadece petrol değil. Askeri, siyasi, sosyal açıdan ne adar geniş 
			alana hakim olursa, o kadar "imparatorluk" olur; olacaktır. Ne kadar 
			"imparatorluk" olursa, kendi halkını ve şirketlerini o kadar memnun 
			eder. 
			 
			İşte Amerika bunun için mızraktaki çuval gibi orayı burayı dürtüp 
			duruyor. Evet mızraktaki çuval gibi. Yani kör!.. Yani görerek, 
			bilerek, bilinçle, akıllıca değil. Artık her şeyi ağzına yüzüne 
			bulaştırıyor. İzlediği politikaların bizim ve dünyanın zararına 
			olmasını kast etmiyoruz burada. Kendi çıkarına da uygun değil. 
			Türkiye 50-60 yıldır Amerika'nın çıkarlarına aykırı mı hareket etti 
			ki, şimdi Türkiye'yi değil de el kramponuyla maça çıkardığı 
			çapulcuları tercih etmektedir? Nasıl olur da Türkiye'yi veya başka 
			bir bölge ülkesini değil de o çapulcuları desteklemeyi kendi 
			çıkarlarına uygun bulur? O kadar yapay bir yapıyı?.. Kendisi 
			bölgeden çekiliverince tarümar olması kaçınılmaz bir yapıyı?.. 
			 
			Efendim bölgeye ve petrole hakim olmak istiyor da ondan!.. Mış! 
			 
			ABD bölgeye hakim değil miydi? Suudi Arabistan basta olmak üzere 
			Körfez ülkelerine mi hakim değildi? Şah'ın İran'ına mı hakim 
			değildi? Ürdün'e, Lübnan'a, Mısır'a, hatta Türkiye'ye, hatta hatta 
			Irak'a mı hakim değildi? 
			 
			Ufak tefek dik başlılıkları, kadim müttefiki İsrail yapmıyor muydu? 
			Yapmıyor mu?... Zaman zaman Avrupa bile diklenmiyor mu? Müşerref 
			Amerika'nın adamı; Benazir Amerika'nın adamı; Benazir'i Pakistan'a 
			Amerika gönderdi; ama Butto hanım az kalsın parçalanmıyor muydu? 
			 
			Kısaca Amerika'nın politikaları kendi çıkarları açısından da akılcı 
			değil bize göre. Son derece tehlikeli adımlar atıyor. 
			 
			Bunun başkaları tarafından hissedilmemesi, far edilmemesi, 
			görülmemesi de mümkün değil. Nitekim herkes mevcut ve muhtemel 
			Amerikan çılgınlıklarına kaşı kendi çıkarlarına ve güçlerine uygun 
			tedbirleri alıyor. 
			 
			Amerika nasıl Ukrayna'da, Gürcistan'da, Orta Asya'da, Türkiye'de, 
			İran'da, Avrupa'da, Ortadoğu'da bir şeyler yapıyorsa, örneğin Çin de 
			gidip Amerika'yı arka bahçesinde Latin Amerika'da kuşatıyor. 
			Ekonomik açıdan kuşatıyor. 
			 
			Rusya askeri, iktisadi ve giderek toplumsal açıdan hızla toparlanıp 
			eski gücüne kavuşuyor. 
			 
			Japonya zaten bir ekonomik dev. 
			 
			Daha da önemlisi ve vahimi
 
			 
			Bu güçlerin hemen hepsi askeri açıdan bir karşılaşmaya da 
			hazırlandıkları izlenimini veriyor. 
			 
			Dünya matbuatı ve onun hınk deyicisi Türk basını her ne kadar böyle 
			şeylere karşı üç maymunu oynuyor iseler de, Amerika ve Rusya aynı 
			tarihlerde geçen Ekim'in ikinci yarısında yani aynı anda çok ciddi 
			askeri manevralar yaptılar. Rusya'nın tatbikatı topraklarının hemen 
			tamamını kapsadı. Amerika'nın düzenlediği savaş oyunlarının adı 
			Vigilant Shield (Tedbir Kalkanı) idi. 
			 
			Rusya Devlet Başkanı Putin, geçtiğimiz Ağustos ayında, Sovyetler 
			Birliğinin dağılışından sonra ilk kez olmak üzere, Pasifik ve 
			Atlantik Okyanusları ve Kuzey Denizi üzerinde uzun menzilli Rus 
			bombardıman uçaklarının uçmaya başlayacağını açıkladı. 
			 
			Rusya ve Çin Şangay İşbirliği Örgütü çerçevesinde yine Ekim ayında, 
			Rusya'nın Volga ve Batı Çin'deki Urumçi bölgelerinde, Doğu Avrupa ve 
			Balkanların askerileştirilmesini de kapsayan NATO ve ABD 
			tehditlerine karşı büyük askeri tatbikatlar gerçekleştirdi. 
			 
			Resmi açıklamalara göre, ABD'nin Vigilant Shield tatbikatı, olası 
			bir terör saldırısı veya doğal afete karşı bir hazırlık çalışması. 
			Pentagon ve İç güvenlik birimlerinin yanı sıra Hava kuvvetlerinin de 
			esaslı biçimde katılacağı bu tatbikat, bu özellikleriyle bir anti 
			terör hazırlığından çok bir savaş hazırlığını andırıyor. Çünkü Kuzey 
			Amerika'yı tamamen kapsayan manevralar batıda Pasifik Okyanusunun 
			kuzeyini de içine alarak Rusya ve Çin'in uzak doğu sınırlarına kadar 
			uzanıyor; hatta NATO anlaşmasının beşinci maddesine göre Kanada 
			ordusunun da katılımıyla bu ülke topraklarını da kapsıyor. Ayrıca 
			İngiltere ve Avustralya da katılıyor tatbikata. 
			 
			Ve bu tatbikat, ABD'nin İran'a yönelik saldırısından yoğun bir 
			şekilde söz edildiği bir döneme rastlıyor. 
			 
			Bitmedi. 
			 
			Amerika'nın bu tatbikatından hemen önce, 13-15 Ekim tarihleri 
			arasında Japonya da, doğu denizlerinde Pasifik Kalkanı-07 adı 
			altında Avustralya, Fransa, yeni Zelanda, Singapur, İngiltere ve 
			ABD'nin de katılımıyla büyük manevralar düzenledi. Tatbikatın 
			açıklanan amacı çok tanıdık: "kitle imha silahlarının yayılmasını 
			engellemek!.." 
			 
			Ancak, olası bir terör saldırısını ve/veya kitle imha silahlarının 
			yaygınlaşmasını önlemek şeklinde açıklamalar, öyle anlaşılıyor ki 
			yine tam anlamıyla bir aldatmaca. Asıl amaç, ürpertici bir yorum 
			belki ama, daha geniş daha top yekun bir konfrontasyona hazırlık. 
			Çünkü gizli askeri belgelerden söz eden Pentagon yetkilileri, 11 
			Eylül İkiz kuleler saldırısına atıfta bulunarak apaçık "İkinci bir 
			terörist, İran, Suriye gibi bazı bilinen hedeflere bir misilleme 
			vuruşu yapılmasına neden ve fırsat yaratabilir" diyorlar (Washington 
			Post, 23 Nisan 2006) 
			 
			Amerika'nın bir terör saldırısı veya bir doğal afet resmi 
			gerekçesiyle açıklanan, Vigilant Shield Tatbikatı ise asıl Rusya ve 
			Çin'le bir çatışma senaryosu üzerine kurulmuş. Bush yönetimi, Çin ve 
			Rusya'nın, İslamcı terörizmi desteklemekle suçladığı İran'a arka 
			çıktığını iddia ediyor. Nitekim geçen yılki Vigilant Shield 
			tatbikatında büyük bir savaş senaryosu benimsenmiş ve Ruebek (Rusya, 
			Churiaa (Çin), Irmingham(İran) ve Nemazee (Kuzey Kore olmak üzere 
			dört düşman belirlenmişti. (Michel Chossudovsky, Global Research, 
			6/17 Ekim 2007, www.sendik.org) 
			 
			Kısaca
 
			 
			Hazır bu fırsat gümüş tepsi içinde bizzat kendileri tarafından 
			sunulmuşken, Amerika ve AB yumuşakçalığından kurtulup kendi 
			ayaklarımız üzerinde durmanın tam zamanı. Çünkü Türkiye, 
			Chossudovsky'nin çizdiği o dehşet verici kapışma tablosunun en 
			kritik noktalarından biri, hatta belki birincisidir. 
			 
			Biz yazıp söyleyince ne faşistliğimiz, ne ırkçılığımız, ne 
			milliyetçiliğimiz kalıyordu. Yaşasın AB ve ABD 
			 
			Sağ olsunlar
 Var olsunlar!... 
			  
			
            Ali Tartanoğlu 
  
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |