Biz Kimiz? 
            - 7
            
            
            Toplum artık konuşmaya başladı 
            
            
            Görüşmelerde 'sorulara cevapsızlık' oranı yüzde 2.5 ile çok düşük 
            düzeyde kaldı. Bu durum, toplumun 'kimlik', etnik köken', 'mezhep' 
            gibi kritik konularda bile cesaretsizliğini atarak konuşmaya 
            başladığını ortaya koyuyor 
            
              
            
            
            KONDA'nın Tarhan Erdem yönetiminde Milliyet için 47 bin 958 kişi ile 
            yüz yüze görüşerek yaptığı toplumsal yapı araştırması, ülke 
            insanının durumunu, tutum ve davranışlarını, değerlerini, 
            tercihlerini tek boyuttan bakarak anlama ve anlatmanın mümkün 
            olmadığını gösteriyor. 
            Modernleşme ve kalkınma süreci içinde aynı anda birçok değişimin 
            birden yaşandığı Türkiye'de insanlar ile grupların tutumları ve 
            algıları kendi bulundukları noktaya bağlı olarak değişim gösteriyor.
             
            Tutum, davranış ve tercihler; cinsiyet ve eğitim seviyesi gibi 
            etmenlerin yanı sıra yaşanılan bölge, etnik veya dini kimliğe bağlı 
            olarak da ciddi oranlarda farklılaşıyor. 
            Bu yapı ile değişimi anlama ihtiyacının büyüklüğüne rağmen 
            Türkiye'nin toplumsal veri ve bilgilerinin yeterli ve güvenilir 
            olduğunu söylemek çok zor. Hızlı bir göç hareketliliği yaşanan 
            Türkiye'de henüz tek ve değişmez bir "adrese dayalı veri tabanı 
            sistemi" oluşturamamış kamu otoritelerinin elindeki mevcut 
            bilgilerin güncelliği ve güvenilirliği konusunda, yalnızca bu 
            nedenle bile soru işaretleri doğabiliyor. 
            En azından temel demografik bilgilerin en ince ayrıntısına kadar 
            bilindiği ve güncellenebildiği ülkelerde toplumdaki fikir kaymaları 
            veya algı farklılıklarını açıklamak kolay olsa da Türkiye'deki 
            dinamiklerin farklılığı ve çeşitliliği böylesi öngörüleri neredeyse 
            olanaksız hale getiriyor. 
            
              
            
            
             
  
            
            Bilgi 
            değil, veri üretildi 
            
            Araştırmada 
            hedeflenen veriler, çok geniş kapsamda ve düzenli olarak elde 
            edilmesi gereken verilerdir. Aslında bu verilerin bazılarının genel 
            nüfus sayımlarında yöneltilecek sorularla elde edilmesi gerekir. 
            Ancak Türkiye'de bu bilgiler üretilmiyor ve kamuoyuna yansımıyor. 
            Dolayısıyla tüm kendine özgü sorunlarına karşın böylesi bir 
            araştırma ile bu verilere kısmen de olsa ulaşma girişimi, 
            tartışmalara başlangıç için önemli bir çaba olarak 
            değerlendirilebilir. 
            Araştırma kapsamında üretilen verileri "bilgi" olarak görmemek 
            önemlidir. Bu veriler değerlendirildikten ve yorumlandıktan sonra 
            toplumsal yapıyı doğru görmeyi sağlayacak olan "bilgiler" 
            üretilebilir. 
            
              
            
            
             
  
            
            Cevaptan 
            kaçınılmadı 
            
            Araştırma 
            kapsamındaki görüşmelerde "sorulara cevapsızlık" oranı ortalama 
            yüzde 2.5 ile çok düşük bir oranda gözlendi. Önemli bir "ilk" 
            niteliği taşıyan böyle bir araştırmanın soruları karşısında bu oran 
            bile bizatihi kayda değer bir bulgu olarak değerlendirilmelidir. 
            İnsanların; kimlikleri, kimlik tanımları ve "ötekiler"i 
            değerlendirmeleri bakımından kendi içlerinde önemli bir sorun 
            yaşamadıklarının, bunları konuşmaktan, sorulara cevap vermekten 
            kaçınmadıklarının tespiti de kendi başına bir anlam ifade ediyor.
             
            Bu yorumun öne çıkan istisnası, Kürt ve Alevi vatandaşların etnik ve 
            dini kimliklere ilişkin sorularda dolaylı veya örtülü cevaplarıdır 
            ki, bu da demokratik gelişim sürecinde yaşanan kimlik problemlerinin 
            bir sonucu olarak görülebilir. 
            
            Etnik 
            dağılım verileri 
            
            Araştırmada, 
            Türk vatandaşlarının etnik kimlik dağılımına ilişkin önemli bulgular 
            elde edildi. 72 milyon 975 olan toplam nüfusun içinde etnik açıdan "Türk" 
            olanların sayısı 55 milyon 484 bin olarak saptandı. 
            Kendisini "Kürt" ve "Zaza" olarak tanımlayan yetişkinlerin toplam 
            nüfusa oranı yüzde 13.4 düzeyinde tespit edildi. Ancak 18 yaş 
            altındaki nüfusun eklenmesiyle yüzde 15.68'e çıkan bu oran 11 milyon 
            445 bin kişiye denk düşüyor.  
            Üçte ikisi doğu bölgelerinde yaşayan Kürt-Zazaların ülkenin her 
            bölgesinde varlıkları gözleniyor. İstanbul'daki Kürt-Zaza nüfusunun 
            1 milyon 571 bin olarak görülmesi toplumun etnik açıdan birbirine ne 
            kadar karıştığının önemli bir göstergesi olarak dikkat çekiyor. 
            "Kürdüm" diyenler kimliklerini tanımlarken Türklerden daha çok etnik 
            kökenlerini önemsiyorlar. 
            Eğitim ve sosyal güvenlik olanaklarından daha yoksun ve daha yoksul 
            olan Kürtlerde hane halkı sayısı ise diğer gruplara göre daha 
            kalabalık. 
            Gerçek kimliğini ifade etmeyerek "TC vatandaşıyım" diyenler anadil 
            verileri gibi bulgularla ayıklandıktan sonra, kendisini gerçekten 
            hiçbir etnik kimliğe bağlı hissetmeyenlerin oranı yüzde 3.8 
            düzeyinde çıkıyor. 
            
              
            
             
            Araştırma, 18 yaş üstünü kapsamaktadır. 
  
            
            Toplum 
            dinine bağlı 
            
            
            Araştırmanın önemli bulgularından birisi dinin toplumdaki önemi. 
            Kimlik, din ve devlet arasındaki ilişkilere yakından bakıldığında 
            dini inancın toplum hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğu 
            görülüyor. 
            Toplumun yüzde 54.31'i "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı için 
            Müslüman olmak şart" diyor. İnsanların kendilerini tanımlarken 
            kullandığı en önemli iki unsurdan biri, yine din/mezhep.  
            Dine verilen önemin etnik kökene verilen önemden fazla olduğu dikkat 
            çekiyor. Her üç kişiden ancak biri gelini, damadı veya gelecekteki 
            eşi için "Farklı bir din veya mezhepten olabilir" diyor. 
            Bu veriler birlikte değerlendirildiğinde, toplumun önemli oranda 
            dinine bağlı olduğu, ancak bu durumun olumsuz yönde tutuculuk 
            anlamına gelmediği söylenebilir. 
            
            Öğrenilen 
            kimliğe bağlılık 
            
            
            Araştırma sonunda elde edilen bulgular toplu olarak 
            değerlendirildiğinde, insanların kamuoyuna yansıyan söylemlerde 
            iddia edildiğinden daha fazla hoşgörülü olduğu düşünülebilir.  
            İnsanlar, "etnik köken" ve "din" gibi atalarından devraldıkları "objektif" 
            kimliğe bağlı oldukları kadar ve hatta bazı verilere göre daha fazla 
            oranda "ülke sevgisi" gibi "öğrenilen" ve "tercih edilen" 
            kimliklerine de bağlılar. 
            Bu bağlamda, toplumun yüzde 82'sinin, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 
            sayılmanın" ilk şartı olarak "Türkiye'yi sevme"yi dile getirdiğini 
            anımsatarak noktalayalım. 
             
            Aleviler 
            daha hoşgörülü 
             
            Aleviler, kimliklerini yaşayabilme konusunda en sıkıntılı, ancak 
            diğer kimliklere de en hoşgörülü grup olarak dikkat çekiyor. Etnik 
            ve dini gruplara devlet desteği ile başka din veya etnik kökenden 
            kişilerle evliliği onaylama konularında en toleranslı inanç grubu 
            Aleviler. 
            Yalnızca yarıdan biraz fazlası kendi "kimliklerini özgürce 
            yaşayabildiklerini" söyleyen Alevilerin, "başkalarının da kendi 
            kimliklerini yaşayabildiği" görüşüne sadece yüzde 20.9 oranında onay 
            vermeleri dikkat çekiyor. İnançlarını yaşamakta en yüksek oranda 
            sorunla karşılaşan grup olan Aleviler, sıkıntılarını "başkaları" 
            üzerinden de ifade ediyorlar. 
             
            Köylerde büyük yoksulluk var 
             
            Üç temel veri olan eğitim durumu, gelir ve hanedeki kişi sayısı 
            değerlendirildiğinde, Türkiye'nin en temel sorunlarından biri 
            bölgeler arası eşitsizlik olarak öne çıkıyor. En düşük eğitimli 
            bölgeler, aynı zamanda insanların en düşük gelirle yaşamaya 
            çalıştığı ve hanedeki kişi sayısının en yüksek olduğu bölgeler. Bu 
            tablo, Ankara'nın doğusuna gittikçe belirginleşiyor. 
            Ankara'nın batısında da eğitim ve gelir sorunları çözülüyormuş gibi 
            görünse de nispi iyileşmenin yalnızca kent merkezleriyle sınırlı 
            kaldığı, köylerin yurdun diğer bölgelerindeki köylerden çok farklı 
            olmadığı gözleniyor. 
            Köylerdeki gelir durumu da en yoksul dilimdeki kentlere göre bile 
            çarpıcı şekilde farklılık gösteriyor. Örneğin batı bölgelerinde 
            kırdaki yoksulların sayısı kentlerin yoksullarının 6, hatta 7 katına 
            çıkabiliyor. Ege'de en düşük gelir dilimindeki kesim kentte 6.37'lik 
            bir grubu oluştururken kırda yüzde 39.33'ü buluyor. 
            Gelir dilimi yükseldikçe kentteki ve kırdaki yoksulların sayısındaki 
            fark düşmekle birlikte 2 katına ulaşıyor. 
            Gelir durumuna ilişkin bulgular kırda-köyde Türkiye genelinde büyük 
            bir yoksulluk ve yoksunluk yaşandığını keskin verilerle ortaya 
            koyarken kentlere doğru göçün ağırlıklı nedenini de açıklıyor. 
            
            İşsizlik 
            yüzde 16.3 
            
            TÜİK'in 
            Aralık 2006'da yüzde 10.5 olarak açıkladığı işsizlik, "emekli, ev 
            kadını ve öğrenci olmayıp da çalışmayanlar" dikkate alındığında 
            16.3'ü buluyor. Doğu bölgelerinde bu oran yüzde 20'ye çıkıyor.  
            Sigortasız çalışmanın yaygınlığı da göz önünde bulundurulduğunda, 
            istihdamın hem düzeyi hem de niteliği konusunda ciddi sorunlar 
            olduğu anlaşılıyor. 
            
              
            
            
            ODTÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ 
            MÜDÜRÜ PROF. DR. SENCER AYATA, DR. MUSTAFA ŞEN VE DR. AYKAN ERDEMİR 
            İLE BİRLİKTE "BİZ KİMİZ?" ARAŞTIRMASININ VERİLERİNİ YORUMLUYOR 
            
              
  |