Şaşkındı, sordu:
"Şimdi ne yapılacak?"
Yapılacakları özetledik:
"Ölene tabut, kalana zabıt, maktul derdest, katil firar... Asayiş berkemal!"
Fena küfretti:
"Ben sana ne diyorum, sen ne diyorsun?
"Bırakmıyorsun ki lafımızın sonunu getireyim... Cumhurbaşkanı ile Başbakan Genelkurmay Başkanı'na başsağlığı diler, mesajlar gönderilir, akan kan yerde kalmaz nutukları çekilir, bandolar cenaze marşı çalar, yüreği yanık halk, şehitler ölmez, vatan bölünmez diye haykırır, sayın büyüğümüz Demirel'in lafını baş köşeye çıkarırlar: Akan kan yerde kalmaz! diye"...
* * *
YİNE celallendi:
"Bırak boş lafları, kan sel oldu akıyor, yerde kalmazmış, bırak Allah'ını seversen!
Sakinleştirmeye çalıştık:
"Yalnız Süleyman Bey mi? Avrupa'nın yolu Diyarbakır'dan geçer diyen Mesut Yılmaz'ı unutma! Ya Kürt sorunu benim sorunumdur, diyen Tayyip Erdoğan?.."
* * *
BİZİM arkadaşı yatıştırmak mümkün mü?
"Peki ne yapalım?" diye sorduk:
"Eşkıyayı inine kadar takip edelim, sıcak mı, ılık mı nasılsa!"
Yine yatıştırmaya çalıştık:
"Kim yapacak bunu?"
"Ordu, Silahlı Kuvvetler!"
"Orduya kim emir verecek?"
"Hükümet"
"İşte orada dur!"
"Senin Başbakan'ın hâlâ Bush'la konuşmaktan laf ediyor. Iraklılar sıcak takibi şimdilik kabul etmemişler. Iraklılar kim ki? Aşiret reisi Talabani'nin Devlet Başkanı olduğu Amerikan sömürgesi..."
								
								
								DURDU, biz üstüne gittik:
								"Amerika izin vermeden, Avrupa da kabul etmeden 
								Iraklı parmağını bile oynatamaz. Türkiye 
								Cumhuriyeti devletini bu hale getirdiler, 
								Sevr'in intikamını alıyorlar. Karikatürcü Ercan 
								Akyol'un yeni albümü çıktı, 85. sayfaya bak, 
								Tayyip Erdoğan, bağırıyor: Lübnan'a asker 
								göndermemizde, ülkemizin yüksek menfaatleri 
								vardır, diyor. Çünkü Amerika istiyor da ondan, 
								Lübnan'a değil, Fizan'a bile gönderin. Ama 
								burnumuzun dibindeki Irak'a girip Kandil Dağı'na 
								iki mermi sallayamaz."
								* * *
								EĞER anaysanız, babaysanız, Güneydoğu'da asker 
								evladınız varsa, pazar gecesini düşünebilir 
								misiniz? Hakan Evrensel "Geride Kalanlar"da 
								anlatır. (Ümit Yayıncılık)
								"Çok yıl geçti üzerinden; gözyaşımıza da alıştık, 
								Oğuz'suzluğa da... 
								Ama bir tek şeyi hâlâ bir türlü kabullenemiyorum. 
								O gece, ben o haberi alırken, gözüm kapının 
								aralığından televizyondaki magazin 
								programındaydı. Hâlâ da o görüntüleri 
								unutamıyorum. Bana hep Yakup Kadri'nin Sodome ve 
								Gomore'sini hatırlatıyor, o ekrandaki. Tanrı 
								tarafından lanetlenen bu iki şehrin hikâyesi ile 
								İstanbul'un Kurtuluş Savaşı sırasındaki 
								aymazlığını birbirine benzetir büyük yazar. 
								Ankara Kurtuluş Savaşı'nı verirken, İstanbul'un 
								içinde bulunduğu sefahati anlatır. Ne kadar da 
								güzel anlatır... Zaten Gazi de, Bizans 
								İstanbul'dur, İstanbul Bizans... diye boşuna 
								söylememiş. Benim oğlum terörist kurşunuyla 
								şehit olduğu sırada, bazıları İstanbul'da bu 
								magazin programları için malzeme topluyordu. 
								Ülkemin bir köşesinde kan durmaksızın akarken, 
								diğer köşesinde her taraf irin içinde. İşte buna 
								bir türlü katlanamıyorum."
								Tıpkı geçtiğimiz pazar gecesi gibi, çoğu TV 13 
								şehidin haberini altyazıyla bile vermediler.
								* * *
								NE der Tevfik Fikret "Sis"inde:
								"Ey köhne Bizans, ey koca fertut-ı müsahhir
								Ey bin kocadan arta kalan bive-i bakir
								(........)
								Milyonla barındığın ecsad arasından
								Kaç nasiye vardır, çıkacak pak ü dirahşan."
								* * *
								BİZANS aynı Bizans, bin kocadan arta kalan 
								bakire...
								Tevfik Fikret sorar ya:
								"Milyonları barındırdığın ceset arasından temiz 
								ve parlak çıkacak kaç açık alın vardır?" diye...
								
								DİPNOT: Ramazan Bayramı'nızı yüreğimiz yana yana 
								kutlarız.
								Bayramın üç gününü de kapsayan izne çıkıyoruz. 
								H.P.
								
								
								Hasan Pulur


