Türkiye ve Dünya Gerçekleri

TransAnatolie Welcomes You  to Turkey

 

Roma


 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

 

 

Uygarlık ] Hayranlık! ] Milliyetçilik ] Yunanistan ] [ Roma ] Hırıstiyanlık ] Kapitalizm ] Araplar ] Türkler ] Sonuç ]

 

 

Up

Roma’nın Uygarlığı (!)

   
   
   
   

Roma hakkında, "Colosseum yıkılırsa Roma, Roma yıkılırsa dünya yıkılır" görüşüne karşılık, Roma’dan nefret eden görüşler de vardır.

 

Birçokları için Roma, Yunanistan’ı taklit eden ve onu büyük ölçüde de¬vam ettirenlerin en iyisidir; ama Grek uygarlığı kalite, Roma ise sadece niceliktir; Yunanistan asıldır, Roma türevdir; Yunanistan icat edendir, Roma "Araştırma ve Geliştirme" bölümüdür.

 

Romalılar, din alanında da Zeus’u Jupiter’e, Afrodit’i Venüs’e vb. dönüştürüp, Olimpik tanrıları toptan almışlardır. Grek ahlak felsefesini kabul etmişler; edebiyatta, Latin yazarlar Grek ustaları bilinçli olarak örnek almışlar; eğitim görmüş bir Romalının Yunanca’yı çok iyi bilmesi gerektiği tartışmasız kabul edilmiştir.

 

Roma dehası da özellikle hukuk, askeri organizasyon, yönetim ve mü¬hendislik alanlarına yansımıştır. Roma devleti içinde artan gerginlik, en yüksek düzeyde bir edebi ve sanatsal duyarlılık yaratmıştır. Önde gelen pek çok Romalı asker ve devlet adamının çok iyi yazar olmaları bir tesadüf değildir (Davies, 1995; 150).

 

Roma Hukukunun, Avrupa uygarlığının temel direklerinden biri olduğu söylenir. Roma hukukunun özel ve kamu hukuku bölümleri arasındaki fark, gelişen Avrupa politikalarının amaçlarına uygundur; bir çok Avrupa ülke¬sinde medeni hukuk, Roma modeline göre kanunlaştırılmış ilkelere dayan¬maktadır. İyi eğitimli bütün Avrupalı hukukçular, Çiçero’ya ve onun haleşerine olan minnet borçlarının farkındadır.

 

Ancak, Roma’nın hukuk geleneği, günümüz Avrupa’sına bir basit vera¬set yoluyla miras kalmamıştır. İmparatorların çoğunun yasal düzenlemeleri, İmparatorluğun dağılmasıyla kullanılmaz hale gelmiş ve Orta Çağlarda ye¬niden keşfedilmeleri gerekmiştir. En uzun süre Bizans’ta uygulanmışlar, ancak modern yasa yapma tekniğini güçlü bir biçimde etkilemeleri bu yol¬la da olmamıştır. Muhtemelen en çabuk Katolik kilise kanununun formülas-yonunu etkilemiştir.

 

Ayrıca Roma, Avrupa’da hukukun çeşitli kaynaklarından sadece birisi¬dir; teamül hukuku da aynı ölçüde önemlidir. Örneğin Fransa’da, Roma ge¬lenekleri ile teamül arasında bir denge kurulmuştur. Almanya’nın büyük bölümüne Roma Hukuku çok geç bir tarihte, on beşinci yüzyılda ulaşmıştır. İngiltere’de ise zaten, örf ve adet hukukunun fiili tekeli vardır (Davies, 1995: 173).

 

Roma’nın eleştirmenleriyse, son derece iğrenç kölelik kurumuna, ölçüsüz zalimliğe ve soysuzluğa işaret ederler.

 

Roma’nın ünlü dayanıklılıkacımasızlık bileşimini en iyi sergileyen, Kartaca ile olan yüz yıllık mücadelesidir. M.Ö. 146 yılında şehir yerle bir edilmiş, halkı köle olarak satılmış, "yer yarılmış, yaraya tuz basılmış"tır. Tacitus’un sözleriyle Romalılar «bir çöl yaratmış ve buna barış» demişler¬dir. Acı manzarayı izleyen Scipio Emilianus, İlyada’nın kahramanlarından Hektor’un sözleriyle mırıldanır: "Kutsal Truva’nın düşeceği gün de gele¬cek.» Ne demek istediği sorulunca şöyle karşılık verir: «Bu, olağanüstü bir an... Bir gün kendi ülkemin de aynı akıbete uğrayacağını çok iyi seziyorum.» (Davies, 1995: 153, 155).

 

Romanın hesaplı kitaplı, bilinçli şiddeti, dış savaşlardaki kasaplıkla¬rı, kent içi didişmelerde de yinelenmiştir. Livy’nin çarpıcı deyimi "Vae vic-tis!" (Vay mağlup olana), boş bir slogan değildir. M.Ö. 188’de, Roma üzeri¬ne yürüyerek rakip Marius yandaşlarını mahkum eden aristokrat "Optimat"ların lideri Kral Mithridates’in (Sulla) emriyle, belki 100.000 bin Romalı bir gün içinde katledilmiş, başsavcı P. Sulpicius Rufus’un kesik başı Forum meydanında sergilenmiş, Concord Tapınağı önünde bir kurban törenini yönetmeye hazırlanan şehir Preator’unun kendisi kurban edilmiştir. M.Ö. 87’de Roma, kapılarını Marius’a açtığı zaman katledilme sırası Opti-matlara gelir. Köleler lejyonu ve Dalmaçyalı Muhafızlar, Marius’un selam vermediği bütün senatörleri yere sermiştir. Kurbanlar arasında iktidardaki konsül General Octavius ile üç eski konsül vardır. 86 yılında, Marius’un ani ölümünden sonra arkadaşı Q. Sertorius, cellatları ücretlerini dağıtmak ba¬hanesiyle çağırtıp 4 bin kadarını öldürtmüştür. 82 yılında Optimatlar nihai zaferi kazanınca, onlar da tutsaklarını kılıçtan geçirmişlerdir: "kırılan kolların çatırtısı ve can çekişen insanların inlemeleri, Sulla’nın (Kral Mith-ridates) Senato ile toplantı yapmakta olduğu Bellona Tapınağından belir¬gin şekilde duyulmuştur."

 

Daha sonra, bu tür manzaraları önlemek için mahkumiyet yönetemi resmileştirilmiştir. Yenen taraf Forum’a, yenilen taraf liderlerini, yargılanmayı veya mallarına el konulmasını tercihe çağıran bir isim listesi asacaktır. Lis-tedekilerden, genellikle sıcak bir banyoda damarlarını keserek kendilerini zamanında öldürenler, ailelerini mahvolmaktan kurtarabilecektir. Bunu ya-pamayanlarsa, adlarını mermere oyulmuş, yaşamlarını ve mallarını ceza olarak kaybettiklerini bildiren yeni bir listede bulacaktır. 43 yılında ikinci triumvirliğin mahkumiyeti, en az 300 senatörün ve 2000 şövalyenin ölü¬müyle sonuçlanmıştır. Bunlar arasında, kafası ve elleri cesedinden kopa¬rılarak Forum’daki konuşma kürsüsünde sergilenen Çiçero da vardır (Davies, 1995; 179).

 

Ünlü Spartaküs isyanına da konu olan kölelik, Roma toplumunda heryerde her zaman olmuştur; muhtemelen ekonominin kilit kurumudur. Tarım ve sanayie insan gücü sağlamış ve kentlerin lüksünü desteklemiştir. Köleler ve onların çocukları fiziki, ekonomik, cinsel vb. her bakımdan sömürül-müş; milyonlarca düşman askerinin tutsak edildiği Cumhuriyet dönemi sa¬vaşları ve sonraki yıllarda da, sistematik köle kaçırmalar ve köle ticareti ile desteklenmiştir. Julius Sezar, tek bir çarpışmadan sonra 53 bin Galli tutsak satmıştır.

 

Kölelik, yavaş yavaş serşik kurumuna dönüşmeye başlasa da Roma dö¬neminden çok sonra bile, bütün ortaçağ Hıristiyanlığı boyunca Avrupa ya¬şamının bir özelliği olarak devam etmiştir. Kendiliklerinden Hıristiyan olan kölelerin azat edilmesi dışında, Hıristiyanlar arasında genellikle köleliğe izin verilmiştir. Müslüman kölelere geldikleri ülkelere göre davranılan Rö¬nesans İtalya’sında bile kölelik oldukça yaygındır.

 

Başlangıçta Nisan, Temmuz, Eylül ve Kasım aylarındaki dört hafta için¬de gerçekleştirilen Ludi veya Spor Oyunları, zamanla neredeyse bütün yı-la yayılmış; İmparator Trajan’ın M.S. 264’te düzenlediği festivalde 10.000 insan ve 11.000 hayvan öldürülmüştür.

 

Profesyonel gladyatörlerin karşılaşmalarında, kaybedenlerin cesetleri et çengelleri ile sürüklenerek Ölüm Kapısı’ndan dışarı atılır.

 

Müthiş manzaralar görme özlemi gösterileri, gerçek boyutlarına eş bir askeri çarpışma ile, hatta su doldurulmuş arenalarda deniz mücadeleleriyle "vahşi hayvan avı"na dönüştürmüştür. Popüler öykülerde, kolları ve ayakla¬rı gerilmiş durumdaki kızlara ineklerin vajina sıvılarının sıvandığı ve vahşi boğalar tarafından tecavüz edildiği, Hıristiyan tutsakların canlı canlı kızar¬tıldığı, çarmıha gerildiği, aslanlara bindirildiği veya aslanların önüne atıldı-ğı, timsahlarla dolu sularda yarı batmış sandallarla gezmeye zorlandığı an¬latılır. Oyunlara ancak M.S. 404 yılında Hıristiyan İmparator Honorius ta¬rafından son verilmiştir (Davies, 1995: 180).

 

İlk imparatorlar arasında iğrenç bir soysuzluk yaygındır.

 

İmparator Tiberius zamanda, muhbirlerin alevlendirdiği kitlesel mahkumiyetler modaya dönüşmüş; Caligula, kendisini tanrılaştırmış ve atını konsüllüğe atamıştır. Tarihçi Suetonius, "Üç kızıyla birden sırayla ensest yap¬mak onun alışkanlığıydı; büyük ziyafetlerde karısı onun üzerine uzandığı zaman, o da kızlarını sırayla altına alırdı" der. Kendisine çok yakışacak bir şekilde, cinsel organlarına yönelik bir suikast sonucu öldürülür. Messaline ve Agrippina adlı iki katil kadınla evli olan Claudius, yemeğine karıştırılan zehirli sosla öldürülmüştür.

 

İmparator Neron, başarısız bir suda boğma girişiminden sonra bıçaklayarak annesine tecavüz etmiş; teyzesini çok kuvvetli bir müshil ilacı vererek, ilk karısını haksız bir zina suçlamasıyla, hamile ikinci karısını tekmeleyerek öldürmüştür. Suetonius "Özgür doğmuş oğlanlar ve evli kadınlarla yetinmeyip, Rahibe Bakire Rubria’ya da tecavüz etmiştir. Sporus adlı oğlan çocuğunu hadımlaştırarak kıza dönüştürdükten sonra, bütün Saray men¬suplarının katıldığı, çeyiziyle, gelinliğiyle, duvağıyla tam bir düğün töreni düzenleyerek onunla evlendi ve bir eş gibi davrandı. Neron’un babası Do-mitius da aynı tür bir eşle evli olsaydı, dünya daha mutlu bir yer olacaktı" diye yazar.

 

Bir asker olan İmparator Galba, asi askerlerce; kardeşi tarafından zehir¬lendiği söylenen Titus’un muhtemel katili İmparator Domitian, karısı ve suç ortakları tarafından bıçaklanarak, Avgustus’un, kendisinden hemen son¬raki on halefinden sekizi iğrenç bir şekilde öldürülmüştür (Davies, 1995: 188, 189).

 

İmparator Constantin öldüğü sırada, "bilinen dünya" hâlâ Romalı ve barbar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sınırın bir yanında yeniden birleş¬tirilmiş Roma İmparatorluğu sağlam bir şekilde ayaktadır; öte tarafta ise hâlâ toplumsal gelişmede kabile düzeyini aşamamış huzursuz insan kitlele¬ri, orman temizleyip tarım yapmakta veya ovada dolaşmaktadır. Çoğu Ro¬malıya göre İmparatorluk "uygar"dır, yani düzenli bir yönetimi vardır; bar¬barlar ise, adı üstünde, uygarlaşmamıştır. Gerçekte ise Roma ile Roma dı-şındaki dünya arasındaki fark hiç bir zaman bu kadar katı olmamıştır. Mar-silyalı Salvian’a göre, Gotlara ve Franklara sığınan asil doğmuş ve iyi eği¬tim almış Romalıların çoğu, "barbarlar arasında Roma insanlığını" ara-maktadır, çünkü "Romalılar arasında insanlık dışı barbarlığa" da¬ha fazla dayanamamışlardır (Davies. 213, 214).

   
   
   
   
 
 

 
   
   
   

 

 

 

Home ] Up ] Türkiye Gerçekleri ] Strateji ve Politikalar ] İçerik ] Ara ]

Uygarlık ] Hayranlık! ] Milliyetçilik ] Yunanistan ] [ Roma ] Hırıstiyanlık ] Kapitalizm ] Araplar ] Türkler ] Sonuç ]