| 
            
			
			 
			  
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			
			  
			
			
			
			  
			
			Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan bu 
			günlerde “Kuva-yı milliye”, “Kuva-yı milliye ruhu” terimleri daha 
			çok anlam kazanmaktadır. 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye deyiminin sözlük anlamı “Milli 
			Kuvvetler, Milli Güçler” veya başka bir ifade ile “Milis Kuvvetleri” 
			demektir. Geniş kapsamlı özel bir tanım yapmak mümkündür. Bu durumda; 
			“Kuva-yı Milliye, yurdumuzu parçalamak üzere harekete geçen İngiliz, 
			Fransız, Yunan, İtalyan kuvvetlerine karşı açılan cephelerde 
			çarpışmak üzere teşkilâtlanan bölge milis kuvvetleridir” 1 
			denilebilir. Hareketin özelliği sebebiyle, Milli mücadeleye katılan 
			ve bu mücadeleye taraftar olan herkese de “Kuva-yı Milliyeci” 
			denilmiştir. 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye deyimi dar ve geniş anlamda olmak 
			üzere iki anlamda kullanılmıştır. Dar anlamda Kuva-yı Milliye, 
			düzenli ordu birlikleri dışında bir tür gerilla savaşı ile mücadele 
			veren, sevk ve idareleri merkezi bir komutanlığa bağlı olmayan 
			silahlı gruplardır. Geniş anlamda Kuva-yı Milliye ve İstiklâl 
			Harbi’nin tümünü ifade eder. 2 Pek çok tarihçi de Kuva-yı Milliyeci 
			ifadesini İstiklâl Harbi, Milli Mücadele yanlısı anlamına 
			kullanmıştır. Aynı zamanda şu belgede de bu hususlar vurgulanmakta 
			ve doğrulanmaktadır. “Kuva-yı Milliye adı altında çıkarttıkları 
			fitne ve fesat, Anayasa’ya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, 
			asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek, 
			şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle içgüvenliği bozanların 
			tertipçisi ve teşvikçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, 
			Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden 
			çıkartılmış bulunan Selânikli Mustafa Kemal Efendi, eski 
			Yirmiyedinci Fırka Kumandanı (10) 
			
			  
			
			İstiklâl Harbi’ni Mondros mütarekesinden sonra 
			başlatırsak yaklaşık 4 yıl sürmüştür. 4 yıl sürekli savaş olmamakla 
			birlikte iki yılı kuva-yı milliye’nin etkin olduğu dönemdir. Biz 
			burada kuva-yı milliye tâbirini yukarıda açıkladığımız birinci 
			manada kullanıyoruz. 
			
			  
			
			Bugün günlük hayatta pek çok kişinin kullandığı 
			“Kuva-yı Milliye Ruhu”na da değinmekte yarar var sanıyorum. Kuva-yı 
			Milliye birlikleri halkın içinden milli duygularla oluşmuş, meslek, 
			gelir düzeyi, genç. yaşlı v.b. pek çok hususlar dikkate alınmaksızın 
			bir nevi kendiliğinden oluşmuş birliklerdir. Yukarda bir tanımda da 
			belirttiğimiz gibi yurdu düşmana karşı korumak amacıyla oluşmuş 
			birliklerdir. Bunların oluşumunda gönüllüğün önemli bir yer 
			tuttuğunu unutmamak lâzımdır. Mustafa Kemal ATATÜRK bu istek ve 
			arzuyu milli ahlâka dayalı bir husus olarak şöyle ifade etmiştir 
			“... Bir iş, her neye ait olursa olsun, insanın kuvvet kullanmasını, 
			yorulmasını gerektirir, insanlar mecbur olmadıkça kendilerini yormak 
			istemezler. Halbuki bazı işler vardır ki kendiliğinden, insanda onu 
			yapmak için, içte bir arzu, bir eğilim doğar, o iş arzulanmaya değer 
			olur. işte ahlâki işler aynı zamanda hem mecburi ve hem de 
			arzulanabilir işlerdir. Bir işin ahlâki bir değerinin olması, ayrı 
			ayrı insanlardan, daha yüce bir kaynaktan meydana gelmiş olmasıdır. 
			O kaynak, cemiyettir, millettir! Hakikatte, ahlâklılık kişilerden 
			ayrı ve bunların üstünde, ancak toplumsal, millî olabilir. Milli 
			ahlâk, milletin sosyal düzeni ve huzuru, şimdiki ve gelecekteki 
			refahı, saadeti, selameti ve güvenliği medeniyette ilerleme ve 
			yükselmesi için insanlardan, her hususta ilgi, gayret, nefsin 
			feragatini ve gerektiği zaman seve seve canının verilmesini isteyen 
			ahlâktır. Mükemmel bir millete milli ahlâkın gerekleri, o milletin 
			fertleri tarafından adeta düşünmeksizin, vicdani, hissi bir sebeple 
			yapılır. En büyük milli his, milli heyecan işte budur...”4 
			
			  
			
			İşte burada ifade etmek istediğimiz “Kuva-yı 
			Milliye Ruhu” budur. İçten gelen bir istekle birlik ve beraberlik 
			içinde millet fertlerinin ülke çıkarlarım ön plana çıkarması yüce 
			önder ATATÜRK’ün milli ahlâkın tanımında belirttiği hususların 
			uygulama alanına konulmasıdır. İstiklâl Harbi’nin başarısının da bu 
			ruha bağlı olduğu herkesin malumudur. 
			
			  
			
			Bu kavramları bu şekilde açıkladıktan sonra 
			Kuva-yı Milliye nasıl olmuştur. Nedenleri, doğuşu ve amaçları 
			üzerinde durmak konumun incelenmesi bakımından önemlidir. 
			
			  
			
			
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye’nin doğuşu bir takım nedenlere 
			dayanmaktadır. Bu nedenleri iyice ortaya koyabilmek için 1918 yılı 
			sonları Osmanlı Devleti’nin durumuna bakmak gerekir. 
			
			  
			
			I. Dünya Harbi’nin galipleri 30 Ekim 1918 yılında 
			imzalanan Mondros Mütarekesi hükümlerini diledikleri şekilde (hedefleri 
			doğrultusunda) yorumlayarak Osmanlı Devleti’ni paylaşma arzularını 
			yerine getirmek istemişlerdir. Bunun içinde hiç vakit kaybetmeden 3 
			Kasım 1918’de Musul İngilizler tarafından işgal edilirken, 13 Kasım 
			1918’de İngiliz ağırlıklı İtilâf donanması İstanbul’a gelerek bir 
			askerî yönetim kurmuşlardır. Böylece Birinci Dünya Harbi’nde 
			geçemedikleri Çanakkale’yi savunmasız bir biçimde geçmişlerdir. 
			
			  
			
			1919 yılının ilk aylarından itibaren Adana, Urfa, 
			Antep, Maraş bölgesi Fransızlar, Çanakkale Boğazı civarını, İstanbul 
			ve bazı Anadolu’daki stratejik noktalar (Irak’ta olduğu gibi) 
			İngilizler, Muğla, Antalya bölgesini İtalyanlar işgal ederken, 
			limanlar ve demiryolları da İtilâf kuvvetlerince kontrol altına 
			alınmıştır. 
			
			  
			
			Türk milletinin en çok ağırına giden işgal 
			hareketi ise İzmir’in İtilâf devletlerinin destek ve onayıyla 
			Yunanlılar tarafından işgal edilmesi olmuştur. Milli mücadele 
			hareketi yukarıda değindiğimiz gibi bir ruhla ortaya çıkmış, aynı 
			kaynağa dayanmış Anadolu’nun her yerinden fışkırmıştır, işgal edilen 
			yerler büyük mücadelelere sahne olduğundan, mücadelenin yoğun olduğu 
			yerler daha çok ön plana çıkmış bir nevi efsaneleşmiştir. Bunun 
			sonucunda Batı Anadolu Kuva-yı Milliye hareketleri, birlikleri 
			bakımından adından daha çok söz ettirmiştir. 
			
			  
			
			15 Mayıs 1919 sabahı başlayan Yunan işgaline 
			karşı Batı Anadolu’da ilk direniş 16 Mayıs sabahı Urla’da olmuştur, 
			İzmir’in işgalini öğrenen 800 kadar yerli Rum, Türk köylerine 
			saldırmaya, savunmasız insanları öldürmeye, mallarını yağmalamaya 
			başladılar. Urla’nın Türk mahallelerini kuşattılar. Bunun üzerine 
			Urla’da bulunan 173 ncü Aday Komutanı Yarbay Kâzım Bey yanında 
			bulunan 18 er ve birkaç jandarma ile birlikte kasabayı savunmaya 
			başladı, ilk Rum saldırısı püskürtüldü. Rum çetelerinin taarruzu 
			karşısında dehşet verici ve mezalimi öğrenen Urla halkı kasabadaki 
			silah deposunu zorla açmış, mevcut 120 tüfek ve cephaneyi alarak bir 
			milis kuvveti meydana getirmişlerdir. 173 ncü Alay’ın emrine girerek 
			onun vurucu gücünü arttırmışlardır. 5 
			
			  
			
			Bu olayla birlikte Batı Anadolu’da ilk Kuva-yı 
			Milliye mücadelesi başlamıştır. Bunu 172 nci Alay Komutanı Ali 
			Bey’in (Çetinkaya) Ayvalık’taki çalışmaları izledi. Ali Bey 24 subay 
			ve 150’ye yakın askerinin yanında halktan 300 kişilik bir milis 
			kuvveti de kurmuştu.6 
			
			  
			
			Yine Batı Anadolu’daki Kuva-yı Milliye 
			birliklerinin oluşumuyla ilgili olarak şu örnekte dikkate değer 
			gözükmektedir. “Batıda Kuva-yı Milliye konusundaki girişimlerden 
			önemli biri de 57 nci Tümen Komutanı Albay Şefik Bey’in (Aker) 
			çalışmalarıdır. Şefik Bey, 23 Mayıs 1919’da Harbiye Nezareti’ne 
			gönderdiği bir yazıda: “Durumun düzeltilmesi için, Kuva-yı Milliye 
			teşkilâtı kurmanın en iyi tedbir olacağını” bildirmesi ve 
			Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’nın (Çobanlı) da bu yazının altına: 
			“Son fıkra çok önemlidir. Acele edilmesi lâzımdır” diye not düşmesi 
			üzerinde durulacak bir noktadır. Görüldüğü gibi Harbiye Nezareti bu 
			fikri desteklemiş, ancak hiçbir yardım yapacak güçte olmadığından 
			her şeyi onun girişimine bırakmıştı. Diğer yandan 17 nci Kolordu 
			Komutanlığı’na atanan Albay Bekir Sami Bey de İstanbul’dan 
			hareketinden önce Harbiye Nazın Şevket Turgut Paşa’dan aldığı 
			direktifte böyle bir yetkiye sahip olmuştu” 7 
			
			  
			
			1919 yılı Haziran ayı başlarından itibaren 
			Kuva-yı Milliye teşkilatlanması ve mücadelesi hızla gelişmeye 
			başlamıştır. Batı Anadolu’nun iç kısımlarına da yayılmıştır. Nitekim 
			yine Haziran başlarında İsparta ve Burdur’daki çok sayıda yedek 
			subay, Kuva-yı Milliye kurmaya hazır olduklarını belirterek Burdur 
			Askerlik Şubesi başkanına müracaatta bulunmuşlardır. Binbaşı İsmail 
			Hakkı Bey durumu, Çine’de bulunan 57 nci Tümen Komutanı Alb. Şefik 
			(Aker) Bey’e 7 Haziran’da bildirmiştir. Yazısında askerlerce 
			kurulacak milli bir teşkilâta müsaade istemiştir. Bazı yöneticilerin 
			bu fikre olumlu bakmadığım bilen Şefik Bey’de verdiği cevapta “milli 
			teşkilâtın ahaliye ait bir keyfiyet olduğunu ve firari erlerin 
			nizami kıtalarına iadesi hususunda çalışmasını” belirtmesine rağmen, 
			gizli olarak, milli teşkilâtın el altından desteklenmesi emrini 
			vermiştir.8 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye birliklerinin oluşumunu sadece 
			batı bölgesinde değil, Anadolu’nun her yerinde olmuştur. Güney 
			Cephesinde şu olay Kuva_yı Milliye’nin kuruluşunu başlatmıştır: 
			“Güneyde Fransız işgaline ve Fransız Ermeni işbirliği ile Türklere 
			yapılan zulüm, hakaret, yağma ve öldürme olaylarına karşı ilk 
			direnme 19 Aralık 1918’de Dörtyol’a bağlı Karakese Köyü’nde oldu. 
			Hayatlarından endişe eden köy halkı Fransızlara silâhlı savunmaya 
			geçtiler. Çarpışma sonunda Fransızlar 15 ölü vererek çekilmek 
			zorunda kaldılar” 9 .Özellikle Sivas Kongresi’nden sonra Güney 
			Cephesinde çeşitli rütbelerdeki subaylar, Kuva-yı Milliye 
			hareketlerini sivil kıyafet ve takma adlarıyla organize etmişlerdir. 
			Şu belgede bu bölgedeki Kuva-yı Milliye’nin faaliyetlerinden 
			bahsedilmektedir. 3 ncü Kolordu Komutanı Selahattin Bey, Heyet-i 
			Temsiliye Başkanlığına gönderdiği 28.3.1920 tarihli yazısının 3 ncü 
			maddesinde “Kılınç Ali Bey’in komutasında bir kısım Kuva-yı Milliye 
			Kilis’ten Antep’e ilerleyen düşmanı uzaklaştırmak üzere 27.3.1920’de 
			Akça koyunlu istikâmetine hareket etmiştir.” 10 demektedir. 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye’nin oluşumuyla ilgili pek çok 
			örnek mevcuttur. Ancak biz burada tümünü veremeyeceğimiz için bu 
			kadar örnekle yetiniyoruz. 
			
			  
			
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye dediğimiz birlikler olsun, 
			Kuva-yı milliye hareketi dediğimiz faaliyetler olsun elbette pek çok 
			nedene dayalı olarak ortaya çıkmıştır. Türk istiklâl Haiti’nde 
			önemli bir yeri olan bu düşünce ve faaliyetlerin nedenlerini şu 
			şekilde sıralamamız doğru olacaktır. 
			
			  
			
			(1) Türk Devleti’nin parçalanarak ortadan 
			kaldırma düşüncesi. Bu düşüncenin somutlaşmasını, biz 18 ocak 1919 
			tarihinde başlayıp, yıl sonuna kadar devam eden Paris 
			Konferansındaki konuşma ve pazarlıklardan anlamamız mümkündür. Sevr 
			antlaşması yine bir başka somut örnektir. Mondros Mütarekesine 
			dayalı işgaller diğer bir örnektir. 
			
			  
			
			(2) Damat Ferit Paşa hükümetinin, işgallere 
			seyirci kalan ve itidal tavsiye etmekten başka herhangi bir 
			girişimde ve faaliyette bulunmaması. Padişah Vahdettin’in de aynı 
			düşünceyi paylaştığı şu sözlerinden de anlaşılmaktadır:” bağıralım, 
			fakat elimizi kaldırmayalım.” 11 
			
			  
			
			(3) İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali ve 
			Yunan mezalimi; Paris Barış Konferansı’nında itilâf devletlerinin 
			almış olduğu bir kararla, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali Türk 
			milletinde büyük bir infial yaratmıştır. Yunanistan bağımsız bir 
			devlet haline gelmesinden (1829) sonra Osmanlı Devleti ile sürekli 
			savaş halinde olmuş, Osmanlı aleyhine topraklarını genişletmiştir. 
			Bu durum ister istemez bir düşmanlık yaratmıştır. Tarihten gelen 
			Yunanistan’ın bu uzlaşmaz, kin dolu tutumuna Yunan vahşeti eklenince 
			Atatürk’ün yukarıda ifade ettiğimiz sözlerinde belirttiği gibi, 
			içten gelen millî, vicdani duygularla kendini koruma düşüncesi 
			ortaya çıkmıştır. Yunan vahşeti o kadar büyük boyutlara ulaşmıştır 
			ki, yapılanlar Türklere karşı bir soykırımdan başka bir şey değildir. 
			Bu olaylarla ilgili pek çok belge mevcuttur. “Subayların yalnız 
			askerî teçhizatı değil, para çantaları, alyans yüzükleri, saat, 
			sigara tabakası, çakmak, yenice görünen elbise kalpaklarına kadar 
			her şeyleri soyulmuştu. Soygunculuk pek yaygın olmuş; Türk evlerine 
			zorla girilerek birçok ailelerin çamaşırlarına varıncaya kadar bütün 
			eşyaları alınmıştı.” I2 denirken, bir başka belgede de “İşgalin ilk 
			48 saati içinde İzmir ve banliyölerinde (Urla yarımadası ve köyleri 
			dahil) öldürülen Türklerin sayısı 2000’in çok üstünde idi” l3 
			ifadelerine yer verilmiştir. 
			
			  
			
			Yunanlılar bu mezalimi yaparken, Anadolu’daki 
			Rumlarla işbirliği yaparak faaliyetlerini akıl almaz boyutlara 
			çıkarmışlardır. Niyetlerini de çıkarmadan önce belli etmişlerdir. Şu 
			kısa örnekte bunu açıkça ortaya koymaktadır. “Çıkarmadan aylar önce 
			silahlandırılmış, yerli Rum çetelerinin, Yunan askerleriyle 
			işbirliği ederek giriştikleri bu menfur cinayetler pek vahşiyane bir 
			hal almıştı. Yağma ve soygunculuk da son haddini bulmuştur. Sivil ve 
			askerî bütün devlet daire ve müesseselerinin kasaları kırılmış 
			toplam olarak 21 kasadan 231426 liralık nakit para alınmıştı” 14. 
			
			  
			
			(4) Türk halkının kendi bölgesini savunma 
			düşüncesi; İzmir’in işgali ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Ermeni 
			katliamları, Fransız Ermeni işbirliği Türk insanın kendi yurdunu 
			savunma düşüncesine itmiştir. Milli duygularla ortaya çıkan bu 
			düşünce Kuva-yı Milliye’nin kurulmasında etkili olmuş, Türk halkı 
			hiç olmazsa önce kendi bölgesini kurtarma fikriyle hareket etmeye 
			başlamıştır. Bilhassa Sivas Kongresi’ne kadar bu düşünce etkili bir 
			biçimde halkta yer etmiştir ıs . Halk bu düşüncesini eylem alanına 
			Kuva-yı milliye olarak geçirirken, daha sonra organize hareket etme 
			mecburiyeti bağımsızlık fikrinin pekişmesini sağlamıştır. Mevcut 
			ihtiyaçlar, mevcut şartların gereği ne ise Türk milleti o yola 
			başvurmuştur. 
			
			  
			
			Sadece ülkeyi yönetenlerin veya bir kısım 
			aydınların fikirleri peşinde koşmamıştır. Yani sonuçta milletin sağ 
			duyusu galip gelerek bağımsızlık mücadelesi başarıya ulaşmıştır 16 .Bölgesel 
			olarak başlayan Kuva-yı milliye hareketi de bu mücadelede önemli bir 
			basamak olmuştur. 
			
			  
			
			(5) Ordunun terhis edilmesi ve zayıf durumda 
			olması: Kuva-yı Milli’nin doğmasının önemli nedenlerinden birisi de 
			ordunun terhis edilmesi ve mevcut kuvvetlerinin de yetersiz 
			olmasıdır. Mondros Mütarekesine göre ordunun terhis edilmesi 
			gerekiyordu. Nitekim bu büyük oranda yapılmış, ordunun mevcudu 50 
			bin civarına indirilmiştir. Bu mevcut asayişi sağlamakla görevliydi. 
			Türk ordusuna bırakılan silâh ve cephanenin büyük kısmı zaten 
			İstanbul’da depolanmıştı, İstanbul’da itilâf devletlerinin kontrolü 
			altında. Bu durum karşısında yapılabilecek tek şey halkın kendi 
			başının çaresini bakmak olmuştur. Teçhizat ve mühimmat bakımıdan 
			yetersiz olmakla birlikte dağınık kuvvetlerin yanında en dedi toplu 
			gözükeni Erzurum’da bulunan l5’nci Kolordudur. 17 Atatürk Büyük 
			Nutuk’un başında bu durumu çok güzel tasvir etmiştir. Bu durumda 
			yapılacak tek şey topyekün savaştan başka şey değildir. Bu savaşı 
			yürütmek için mevcut şartlarda Kuva-yı milliye’yi doğurmuştur. 
			
			  
			
			
			  
			
			Türk milletinin kendi içerisinden, milli 
			duygularla teşekkül eden Kuva-yı Milliye’nin kurulmasının belli 
			başlı amaçlarını şu şekilde ifade etmek mümkündür. 
			
			  
			
			(1) Türk milletinin yunan işgalleriyle başlayan 
			saldırılara boyun eğmeyeceğini ve işgalleri onaylamadığını dünya 
			kamuoyuna duyurmak. Bu amaçlarla yapılan mitingler, protesto 
			telgraflarının çekilmesi Kuva-yı milliyenin amaçlarından biri 
			olduğunu açık göstermektedir. İzmir’in işgalinden bir gün önce 14 
			Mayıs 1919 tarihinde “Yahudi Maşatlığında yapılacak miting için 
			dağıtılan bildiride şöyle denilmektedir. 
			
			  
			
			“Ey bedbaht Türk!... 
			
			  
			
			Wilson prensipleri unvan-ı insaniyetkâranesi 
			altında senin hakkın gasp ve namusun hetkediliyor. 
			
			  
			
			Buralarda Rum’un çok olduğu ve Türkler’in Yunan’a 
			iltihakım memnuniyetle kabul edeceği söylendi ve bunun neticesi 
			olarak güzel memleket Yunan’a verildi. 
			
			  
			
			Şimdi sana soruyoruz. 
			
			  
			
			Rum senden daha mı çoktur? 
			
			  
			
			Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın? 
			
			  
			
			Artık kendini göster. Tekmil kardeşlerin 
			maşatlık’tadır. Oraya yüz-binlerle toplan. Ve kaahir ekseriyetini 
			orada bütün dünyaya göster, ilân ve ispat et. Burada zengin, fakir, 
			alim, cahil yok. Fakat Yunan hakimiyetini istemeyen kütle-i kahire 
			vardır. 
			
			  
			
			Bu sana düşen en büyük vazifedir. 
			 
			Geri kalma. Hüsran ve nekbet faide vermez. Binlerce, 
			yüzbinlerce Maşatlığa koş ve Heyet-i Milliye’nin emrine itaat et!... 
			
			  
			
			  
			
			İlhak-i Red 
			
			Heyet-i Milliyesi”18 
			
			  
			
			İzmir’in işgali üzerine 16 Mayıs 1919 tarihinde, 
			Denizli’den İstanbul hükümetine çekilen protesto telgrafında şu 
			ifadelere yer verilmiştir. 
			
			  
			
			“Sadaret Makamına 
			
			  
			
			Denizli No: 3670 
			
			16 Mayıs 1335 (1919) 
			
			  
			
			Meşrutiyetin ilânından pek elim ve kanlı feci 
			olaylara uğradık, fakat bunların hiç biri sevgili İzmir’imizin Yunan 
			kuvvetleri tarafından işgali haberinden doğan teessürleri meydana 
			getirmemiştir. Harp senelerinde hiçbir fedakârlık esirgemeyen, 
			milletin cidden vicdanlarını yakan şu haber karşısında irade ve 
			ihtiyarını kaybetmiş ve yarın buraların Yunan çetelerine geniş bir 
			saha olacağını düşünerek hayatın bir esirlik ve azap olacağı fikri 
			ile şimdiden şerefle ölmeyi göze almışlardır. Bu sebeple bu işgali 
			katiyyen kabul edemeyeceğimizi ve hükümetin emirlerine hazır 
			bulunduğumuzu arzeyleriz. 
			
			  
			
			  
			
			Bütün Ahali Adına 
			
			Ahmet Hulusi” 19 
			
			  
			
			  
			
			Bildiri ve telgraftan açıkça anlaşılacağı üzere, 
			Yunan işgalleri reddediliyor ve bunlar dünya kamuoyuna duyurulmaya 
			çalışıyordu. Çeşitli ülkelere çekilen protesto telgrafları, 
			Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ve İstanbul’da yapılan mitingler 
			Kuva-yı Milliye’nin değindiğimiz amacını anlatıyordu. 
			
			  
			
			(2) Yunan, Ermeni-Fransız işgallerine engel olmak, 
			işgal kuvvetlerini kayba uğratarak Anadolu içlerine ilerlemelerini 
			durdurmak. 
			
			  
			
			Yukarıda değindiğimiz Urla olayı, 57 nci tümenin 
			Ege’deki faaliyetleri, Çerkeş Ethem ve Demirci Mehmet Efe’nin 
			Yunanlılarla girmiş oldukları çatışmalar, Güney cephesindeki Sütçü 
			İmam ve Şahin Bey’in faaliyetleri bu amacı açıkça ortaya 
			koymaktadır. Kısaca şu örneği bakmakta yeterli olacaktır.:”... doğan 
			çocuğun adının konması yani “Kuva-yı Milliye” adı Denizli havalisine 
			nasip olmuştur. Öte yandan bu bölgede kurulan milli kuvvetler 
			düşmana çok büyük darbeler indirmiştir. Mesela, 30 Haziran 1919’da 
			Aydın’ın düşmandan geri alınmasında en büyük pay, Denizli, Isparta 
			ve Burdur gönüllülerinden teşekkül etmiş olan “Sarayköy Müfrezesine 
			aittir nitekim, Mustafa Kemal, Sivas kongresine gelen Denizli 
			sancağı temsilcilerine hitaben: “İstanbul’da şurada mitingler 
			yapıydı. Devletlere Yunan işgali protesto edildi. Fakat sizin Aydın 
			Kuva-yı Milliyesi cephesinde patlattığınız silâh sesleri Versay 
			Sarayını çınlattı”. 20 
			
			  
			
			(3) Türklerin yerleşim yerlerini şehir (köy, kasaba) 
			Rum ve Ermeni çetelerin saldırılarına karşı korumak, bölgeyi bu 
			çetelerden temizlemek. Birinci Dünya Harbinde Ermeni çetelerinin 
			yapmış olduğu katliamları. Batı Anadolu ve Trakya’da yunanlılar Doğu 
			ve Güneydoğu Anadolu’da yeni Ermeniler yapmışlardır. Özellikle Batı 
			Anadolu’da Yunanlılar İzmir’e çıktıktan sonra bölgede yaşayan 
			Rumlarla işbirliği yaparak 
			
			  
			
			Türk halkına karşı vahşiyane hareketlere 
			girişmişlerdir. Bu konular pek çok örnekler olmakla birlikte biz 
			birer örnekle yetineceğiz. “15 Şubat 1919’da Söke’nin Yoran Köyü 
			Rumları jandarma karakoluna saldırdılar, tahkikata gelen Jandarma 
			bölük komutanına ateş ettiler; 4 eri yaraladılar, 8 er kayboldu 19 
			Şubat’ta gümrük memurunu ve eşini dövdüler, Jandarma karakolu 
			Akköy’e çekildi. Bölgedeki Rum köylerinin de ayaklanmasını önlemek 
			için Ödemiş’teki 135 nci Piyade Alayı takviye edildi. Asilerin, 
			Birinci Dünya Savaşı sırasında Yoran Bucağı’ndan kaçarak yabancı 
			ordularda görev yaptıktan sonra Yunan ve İngiliz üniformaları ile 
			dönen Rumlar olduğu anlaşıldı. 
			
			  
			
			Asiler, Yoran’da bulunan 56 ncı Tümen’e ait silah, 
			cephane ve bombaları ele geçirmişler ve pusuya düşürdükleri Jandarma 
			müfrezesinden bazı erleri şehit etmişlerdi”. 21 
			
			  
			
			Güney cephesi ile ilgili bir başka belge ise 
			Fransızların yardımıyla Ermeni çetelerin katliamından söz 
			edilmektedir. 2 Kasım 1919 tarihli Mustafa Kemal Paşa tarafından 
			Malatya Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i 
			Merkeziyesine gönderilen yazıda şu hususlara yer verilmiştir. 
			
			  
			
			“Mütareke şartlarına aykırı İngiliz işgal 
			kuvvetlerinin takviye ettiği Maraş’a Fransız kuvvetleri girmekte ve 
			aradaki Ermeniler vasıtasıyla müslüman kardeşlerimize karşı bir 
			katliam icra etmekte oldukları haber alındı. Cemiyetimizin 
			nizamnamesi gereği haksız işgale karşı birlikte hareket etmek esası 
			kabul edilmiş olduğundan oradan yardım isteyen din kardeşlerimize 
			karşı Malatya’nın uygun coğrafyası nedeniyle derhal yardım yapılması 
			gerektiği Elbistan kazasıyla orada toplanan milli kuvvetlere yardım 
			ederek Kuva-yı Milliye’nin yakın mahallelerde takviyesiyle milli 
			müdafaanın basan kazanması gerekmektedir...”22 . 
			
			  
			
			Ermeni çetelerinin yaptıklarıyla ilgili olarak Prof. 
			Dr. Azmi Süslü bildirisinde şu bilgileri vermektedir, “yerli-yabancı 
			arşiv belgelerine müracaat eserlerine, bölgedeki canlı şahitlere, 
			saha araştırmalarına ve arkelolojik -antropolojik kazılara dayanarak 
			diyebiliriz ki, bugün Doğu ve Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından 
			katledilmiş 1 milyonun üzerindeki Türk’e ait 100’e yakın toplu mezar 
			bulunmaktadır. Adana’dan Kars’a, Erzurum-Erzincan’dan 
			Çankırı-Sivas’a, Van’dan Bitlis’e Muş’a kadar uzanan bölgelerde yer 
			alan bu toplu mezarların en yoğun olduğu yerler ise, Kars ve 
			çevresindedir 23 “. 
			
			  
			
			Belgelerden de anlaşıldığı gibi Ermeni ve Yunan 
			vahşetini ortadan kaldırmak Kuva-yı Milliye’nin önemli amaçları 
			içinde yer almıştır. 
			
			  
			
			(4) Zaman kazanmak suretiyle teşkilâtlanmaya ve 
			düzenli ordunun kurulmasına imkân sağlamak; Kuva-yi Milliye’nin Türk 
			milletinin organize olmasını, teşkilâtlanmasını ve zamanla düzenli 
			orduya geçiş amacını da gerçekleştirmiştir. Nitekim, Anadolu’nun her 
			tarafından yapılan kongreler bunun en güzel somut örnekleridir. Bu 
			hususta bir araştırmacının fikirlerine katılmamak mümkün değildir. 
			“... Pek çok subay ve sivil memur yerli ileri gelenlerle bir araya 
			gelerek yerel komiteler kurdular. Her kasabanın Ulusçuları, tutucu 
			ve işbirlikçilerle didişmek pahasına, kendi direniş örgütlerini 
			yarattıkları Yunanlılarla dolaylı işbirliği demek olan ulusçu 
			örgütlenmeyi baltalamak, ulusçu subayları ve örgütlenmeyi savunan 
			aydınları kasaba ve kentlerden çıkarmak, tehdit etmek, hatta 
			öldürmek türünden pek çok engelle savaşmak zorunda kaldılar. Bütün 
			bu çabalatın sonucunda oluşturulan yerel örgütler Ege’deki ilk 
			kongrelerini, Erzurum Kongresi’nden yaklaşık bir ay önce 
			toplandılar... 
			
			  
			
			Kongre başarıyla yapıldı ve Kuva-yi Milli’yenin 
			resmileşmesi doğrultusunda ilk ciddi adım atılmış oldu. Kongrenin 
			sonuçlarından biri de bölge içindeki Reddi-İlhak ve Müdafaayı Hukuk 
			Cemiyetleriyle ilişki kurup onları da örgütsel bağdaşmaya katmak 
			olmuştur” 24 
			
			  
			
			(5) Bağımsızlık, işgallere karşı koyma amacını 
			taşıyan, teşkilâtlanma düşüncesine karşı çıkan, bozgunculuk yapan, 
			düşmanla çeşitli nedenlerle (menfaat temini, makam isteği, para alma 
			v.b.) işbirliği yapanları tesirsiz hale getirmek: 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye’nin kuruluşu sırasında, Milli 
			mücadele hareketinin teşkilâtlanması veya düzenli ordunun kurulması 
			sırasında bozgunculuk yapanlar, bu faaliyetlere karşı çıkarak engel 
			olmaya çalışanlarda olmuştur. Aynca, “İstanbul hükümeti karışıklık 
			çıkacak korkusuyla ulusal kuvvetlere (Kuva-yı Milliye) yardım 
			etmediği gibi, onların dağılmasını da istiyordu” 25 Kuva-yı 
			İnzibatiye’nin kuruluş amacıda zaten bu idi. Kuva-yı Milliye aynca; 
			bağımsızlık fikrine karşı olan mandacı, himayeci ve bolşevikliği 
			kabullenen ve bunun için isyanlar çıkaran, bozgunculuk yapan, 
			İngiliz, Fransız, Yunanla işbirliği yapan yerli işbirlikçilerle de 
			mücadele etme amacını taşımış ve bunu da gerçekleştirmiştir 26 . 
			
			  
			
			Özellikle İngilizlerin milli mücadeleye karşı el 
			altından çeşitli faaliyetlerde bulundukları, makam, mevki hırsı 
			içindeki pek çok Osmanlı yöneticisi ve aydınları da kullandıkları 
			bilinmektedir. Hikmet imzalı ve “Necati Bey”e hitabıyla başlayan ve 
			Sivas’tan 19.9.1335 (1919) tarihinde çekilen telgrafta çeşitli para 
			yardımlarından söz edilmektedir. “İstanbul’dan alınan mevsuk 
			malumata göre İngilizler tarafından İngiliz Muhipleri Cemiyeti 
			namına dersaadetden hükümetin dahiliye nazırı Adil beye 150 bin lira 
			vermiştir. Konya valisi Cemal beye 200 bin lira, Ankara valisi 
			Muhiddin Paşa’ya da bundan daha fazla miktarda bir meblağ 
			gönderilmiştir....”27 . 
			
			  
			
			Belge de açıkça İngiliz yardımlarından söz 
			edilmektedir, İşte Kuva-yı Milliye’nin amaçlarından birisi de bu 
			yerli düşman işbirlikçileriyle mücadele etmek olmuştur. 
			
			  
			
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye (milli kuvvetler) halkın içinden 
			çıktığı, halkın arzusu ile oluştuğu için yapısı içinde de her türlü 
			insana rastlamak mümkündür. Prof. ÇAY’a göre “...Kuva-yı Milliye 
			müfrezelerinden bir kısmı yurdun her bölgesinden kopup gelmiş 
			insanlardan, bir kısmı ise özellikle belli bir yerin, kasabanın veya 
			aşiretin insanlarından teşekkül etmişti. Bir çoğunun bünyesi 
			taşıdıktan adlardan anlaşılıyordu.” 28 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye’nin yapısı içinde halkın hemen hemen 
			tüm kesimlerinin yer aldığı her araştırmacının kabul ettiği bir 
			husustur. Ancak bazı kesimler günün şartlarına göre ön plâna 
			çıkmışlardır. Ana hatlarıyla yapıyı oluşturan grupları tasnif etmek 
			gerekirse şöyle bir tablo ortaya konulabilir. 1. Subaylar ve 
			Bürokratlar ( o dönemde silah altında bulunanlar ve devlet 
			görevlileri) 2. Efeler ve zeybekler, 3. Çeşitli mesleklere mensup 
			halkın içinden gönüllüler, 4. Eşraf (adı verilen sözü dinlenir, 
			zengin sayılan insanlar) ve din adamları, 5. Toprakla uğraşan 
			köylüler Bu kuva-yı milliye hareketini yapısında sivil halkın 
			çokluğu ve etkinliği nedeniyle sivil direniş hareketi gibi 
			nitelendirilmeler yapanlardan mevcuttur. 29 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye’nin yapısı içerisinde saydığımız 
			gruplar ön plana çıkanlardır. Toplumun diğer kesimlerinden de 
			gazeteci, aşiret reisleri v.b. gruplarda harekete katılmıştır. 
			
			  
			
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye gerilla harbi yapan birlikler 
			olduğuna göre, onların sevk ve idaresinin savaşı bilen insanlar, 
			silah tutan insanlar tarafından yapılması da normaldir. Bürokratlar 
			ise özellikle teşkilâtlanmada önemli görevler almışlardır. Bu subay 
			ve bürokratlar zaman zaman takma adlar kullanarak faaliyetlerini 
			sürdürmüşlerdir. İstihbarat açısından bu uygulama çok da başarılı 
			olmuştur. Subaylar daha sonra özellikle düzenli orduda, bürokratlar 
			ise devletin yeniden teşkilâtlanmasında önemli görevler almışlardır. 
			Bunlardan bazılarını şu şekilde saymak mümkündür. 
			
			  
			
			“... Mustafa Kemal Paşa, Kâzını Karabekir Paşa, 
			Halit Paşa, Mürsel Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Osman Nuri Paşa, Cevat 
			Paşa, Yakup Şevki Paşa, Hakkari valisi Haydar Bey, Kaymakam Cibranlı 
			Halit Bey, Ekrek nahiyesi müdürü Zeynelzade, Mustafa Efendi, Çan 
			nahiyesi müdürü Osman Bey vardı”. 30 
			
			  
			
			İzmir ve civarının işgali, bu bölgede bulunan 
			subayların iç kesimlere çekilip direnmeye karar verirken, Osmanlı 
			ordusunun terhisinden dolayı, başta kalan subaylarda İstanbul’da 
			toplanmaya başlamışlardır. Ancak, yabancıların kontrolü altında 
			bulunan İstanbul’da duramayan subaylar Batı Anadolu’ya gelerek 
			direnişe katılmışlardır. Bunların çoğu milliyetçi duygularla yüklü 
			adlan ittihatçıya çıkmış yada gerçekten ittihat ve Terakkiye 
			katılmış veya fikrini benimsemiş kişilerdir. Bu düşünceler içinde 
			kaymakam ve mutasarrıflarından bulunduğu bürokratlar kesiminde bu 
			harekete katılmaya başlamıştı. Subay ve bürokratları bu duruma iten 
			önemli etkenlerden biri de Hürriyet ve İtilâf Partisini bir nevi 
			iktidara taşıyan Damat Ferid hükümetinin uygulamalarına bir örnek de 
			şuydu: “... 1 Aralık 1918’den başlayarak Ermeni ve Rum kökenli 
			memurlar, mutasarrıflık, kaymakamlık, genel müdürlük ve mülkiye 
			müfettişliklerine atandılar” Ayrıca Boğazlayan kaymakamı Kemal Bey 
			tehcir uygulamasından sorumlu tutularak idam edildi. Pek çok aydın 
			Malta’ya sürüldü. Bu durum karşısında Anadolu’ya geçenlerde hızla 
			artmaya başladı. Alb. Kara Vazıf, eski Harbiye Nazın ve Hamidiye 
			Kahramanı Hüseyin Rauf Bey bunlardan bir kaçıydı. Bu kişiler 
			Anadolu’ya haklarını aramaya gidiyordu. Ancak, en önemli 
			eksikliklerden birisi askerdir. Asker olmadığına göre dayanacakları 
			silahlı güçler efeler olacaktır. 
			
			  
			
			
			  
			
			Efe’nin çeşitli biçimlerde tanımı yapılmıştır. Bu 
			tanımlardan birkaçı şu şekildedir. “Efe: Sosyal haydut,” Efe; 
			Anadolu’nun en fazla gelişmiş, tarımın en fazla ticaretleşmiş, 
			dolayısıyla toplumsal katmanlar arasında eşitsizliğin en fazla 
			belirginleşmiş olduğu bölgelerden olan Ege’de var olan çeteciye 
			verilen addır.” 31 “Efe, yiğit, özellikle Batı Anadolu köy yiğidi, 
			zeybek” 32 . Bu tanımların içerisinde yer alan hususlar aynı zamanda 
			Kuva-yı Milliye hareketinin özelliklerini de yansıtır. Yani efeler, 
			yiğittir, haksızlığa karşı isyanları vardır. Kabadayıdırlar, kırsal 
			yerlerde baskı ve sömürüyü temsil eden merkezi otoriteye karşı 
			güçsüz insanı korumaktadırlar. Yaptıkları bir tür sosyal protesto 
			eylemidir. 
			
			  
			
			Efeler ve zeybekler (efenin emrindeki kişi, savaşçı) 
			oluşumu ile ilgili olarak Doğu Ergil şunları yazıyor: “Ege yöresinde 
			“efe” adını alan sosyal haydut dağa çıktığında derhal var olan bir 
			yasadışı çeteye girer. Girmek zorundadır da, çünkü çeteler köylerin 
			sınırlı kaynaklarının tüketerek yaşadıkları için yasağı çiğnemiş 
			olan bir şey tek başına ne hükümetin yada ağanın, ne de yanşan ve 
			çekişen çetelerin denetim alanı dışında yaşabilir. Böylece çeteler, 
			sürekli olarak yeni üyelerle beslenerek yaşar giderler. Çeteler 
			dağılır, yeniden kurulur, isim ve kadro değiştirirler ama çetecilik 
			ya da efelik sürer gider. 
			
			  
			
			Çeteler çalışamadıkları için köyün ürettiğini köylü 
			ile paylaşmak durumundadır. Köylünün çetelere ayıracağı pay daima 
			sınırlıdır, bu sınır aşıldığı zaman çeteler ile köylü arasındaki 
			ilişki sömürü yada soygun ilişkisine dönüşür. Çetelerin, yasadışına 
			yerel düzendeki güçlüklerle yasal yollarla mücadele edemeyen güçsüzü 
			ve yoksulu, güçlü karşısında korumak 33 . 
			
			  
			
			Efeler ve zeybekler ilgili olarak da AYDINEL şu 
			bilgileri verir: 
			
			  
			
			“Ege bölgesinde, özellikle Aydın Vilâyeti ve Ödemiş 
			yörelerinde, zeybeklik 17. Asırdan itibaren bir eşkıyalık, çetecilik 
			şeklinde oluşan bir zümre idi. Hükümet otoritesinin yok olması, 
			adaletsizlik, Osmanlı’ya güvensizlik, köylünün hor görülmesi, 
			asayişsizlik, harplerin yarattığı ekonomik kriz, sosyal düzenin 
			bozulması sosyo-kültürel alanda zeybeklik kurumunun doğmasına sebep 
			oldu. Kültür düzeyi düşük olan köylüler, hükümetten öc almak, 
			Osmanlı emniyet ve asayiş güçlerini etkisiz ve zayıf düşürmek için 
			tek yol zeybeklik olduğuna inandık!arından, bu kurumun mensuplarına 
			yataklık dahi ederlerdi. Köylü çocuğu küçük yaşlardan itibaren 
			zeybeklik hikayeleri ile büyür ve büyük bir hayranlıkla, bu kuruma 
			özenti duyarlardı. 
			
			  
			
			Zeybekler I. Dünya Harbi yenilgisinden sonra 
			eşkıyalığı bırakarak yavaş yavaş köylerine dönmeye başladılar. Hele, 
			Yunan işgalinden sonra vatanın müdafaasız kaldığını gören bu Türk 
			çocukları silâhlan ve adamlarıyla dağlardan inerek Kuva-yı Milliye 
			saflarına katıldılar. Esasen bunlara karşı büyük hayranlık duyan 
			halk da onları tabiî bir lider olarak gördüler ve çoğu gönüllü 
			olarak emirlerine girdiler. Bu suretle Kuva-yı Milliye bu bölgede 
			etkili bir şekilde bunların etrafında oluştu. ... Yörük Ali efe, 
			Demirci Mehmet Efe ve daha birçokları Kuva-yı Milliye Harekâtında 
			pek çok yararlı faaliyette bulundular”34. 
			
			  
			
			
			  
			
			Kuva-yı Millîye bünyesi içinde halkın her kesiminden 
			insanın mevcut olduğu bilinmektedir. Bu yapı içinde önemli bir grubu 
			da milli ve vatani duygularla Kuva-yı Millîye’ye katılan gönüllüler 
			teşkil etmiştir. Bunların içinde her tür meslekten gönüllü insanlar 
			vardır. Kendilerine yakın yörelerde teşkilatlanan ister eşraf, ister 
			subay, ister bürokrattan kişiler önderi oldukları Kuva-yı Millîye 
			grupları içinde yar almışlardır. Ancak bu gönüllülerden lider 
			durumunda olanların sayısı pek çok değildir. Bunun yanında gönüllü 
			ifadesi dikkate alındığında eşraf, din adamı, bürokrat ve subay, efe 
			ve zeybek gibi’ ifade ettiğimiz insanların da bu kapsamda 
			değerlendirilebileceğini unutmamak lâzımdır. 
			
			  
			
			Kuva-yı Millîye’nin kadın kahramanlarından “Kara 
			Fatma, Süreyya Sülün Hanım, Fatma Şeker Hanım”35 da bu 
			gönüllülerdendir. Gönüllülerin böyle bir harekete katılmalarını 
			çeşitli biçimlerde ifade etmek mümkündür. Biz yukarıda “bunu millî 
			ve vatanî duygularla” diye ifade ettik. Bir araştırmacı bunu şöyle 
			ifade ediyor: “... Halk, maceraya değil zafere koşmuştur. Şehit 
			olmanın gururunu duyan Türk Milleti’nden başka, hiçbir millet 
			yoktur. Bir oğlunun şehit olduğunu duyan bir baba “Vatan sağolsun. 
			Bir oğlum daha var, o da vatana feda olsun” diyebilecek kadar asil 
			bir halkın harpten bıkkınlığını, genelleştirerek ifade etmek 
			gerçeklere aykırı olur:”36 
			
			  
			
			
			  
			
			Eşraf genel anlamda “Bir yerin zenginleri, sözü 
			geçenler, ileri gelenler”37 olarak ifade edilmektedir. Kuva-yı 
			Millîye hareketi içinde de eşraf ve din adamları önemli roller 
			üstlenmişler, büyük hizmetler vermişler ve Kuva-yı Millîye’nin 
			yapısı içinde önemli bölümünü teşkil etmişlerdir. 
			
			  
			
			Bir toplumda zengin, sözü dinlenen kesimin ve din 
			adamlarının olumlu veya olumsuz etkileri olmuştur. Türk Millî 
			Mücadelesi’nde olumlu hareket eden din adamları ve eşrafta 
			mevcuttur. Kuva-yı Millîye birliklerinin teşkilatlanması, 
			ihtiyaçlarının karşılanması psikolojik olarak onların 
			güçlendirilmesinde en önemli katkı bu olumlu hareket eden kesimden 
			gelmiştir. Yapılan savaş istiklâl Savaşı olduğu ve o günün 
			Anadolu’su insanıyla, kaynaklarıyla, coğrafyasıyla, kültürüyle 
			hatırlanırsa bu tabakanın olumlu etkileri daha kolay anlaşılır. Doğu 
			ve Güneydoğu Anadolu da ise Batı Anadolu’dan farklı olarak bu eşraf 
			diye tabir edilen kesim aşiret reisi veya ağalar olmuştur. 
			
			  
			
			Din adamları ile ilgili olarak şu tespit onların bu 
			hareket içindeki yerini özlü bir biçimde ifade etmektedir. “Din 
			bilginleri, bizim tereddüde düştüğümüz ve halka kabul ve tatbik 
			ettirmede zorluğa düşer olduğumuz her mevzuda yardımımıza koştular, 
			müşkülleri hallettiler. Nizami ordu vaziyete hakim oluncaya kadar 
			kurduğumuz milli bölüklere her türlü desteği sağladılar.”38 
			
			  
			
			Kuva-yı Millîye içinde yer alan ve din adamlarından 
			bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: “Mutki aşiret reisi Hacı 
			Musa, Şadilli Hasan Reşo, Sıpkanlı Abdülmecit, Hormekli Halil, 
			İzzettinli Hartan Ağa, Cıbranlı Maksut, Denizli eşrafından Yusuf 
			Bey, Isparta eşrafından Tahir paşazade Hafız İbrahim Bey, Sökeli 
			Caferaki (Giritli Cafer Ağa), Manifaturacı Kulalı Softaoğlu İbrahim, 
			Adagideli Hanaylıoğlu Mehmet Emin Bey” gibi. Din adamlarından 
			bazıları ise şunlardır: “Maraş Müftüsü Hacı Ahmet, Urfa Müftüsü 
			Hasan, Diyarbakır Müftüsü Hacı İbrahim, Bitlis Müftüsü Abdülmecid, 
			Bayburt Müftüsü Fahreddin, Viranşehir Müftüsü İbrahim, Denizli 
			Müftüsü Hulusi Efendi, Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi, Çine’de 
			Akseli vaiz, Tire Müftüsü Hasan Efendi, vb.” 
			
			  
			
			
			  
			
			Kuva-yı Millîye’nin bünyesinde adından fazla söz 
			edilmese de veya çeşitli tasniflerin içinde de ifade edilse önemli 
			bir rol oynayan grup köylülerdir. Bunlardan askere alınma (mükellef) 
			şeklinde de yararlanılmış, gönüllü olarak da Osmanlı Devleti’nin bu 
			son zamanlarında toplumun yükünü çeken unsur köylülerdir. Halkın 
			büyük bir kısmı ilkel de olsa tarımla uğraşmakta, geçimini topraktan 
			elde etmektedir. Anadolu’daki bir direniş hareketinin öncülüğünü, 
			liderliğini köylüler yapmasa da, esas yükünü bu çilekeş Anadolu 
			köylüsü yapmıştır. Her ne kadar bu kitleyi bu Kuva-yı milliye 
			hareketinin içine çekmekte bazı sıkıntılar yaşanmışsa da, sonuçta 
			köylüler Kuva-yı milliye adını verdiğimiz bu kuvvetlerin ve ileride 
			kurulacak düzenli ordunun isimsiz kahramanlarını oluşturmuştur. 
			
			  
			
			Görüldüğü gibi Kuva-yı milliye halkın içinden kendi 
			arzusuyla teşkilâtlanmış, mücadelesini vermiş kuvvetlerdir. Bu milli 
			kuvvetler düzenli orduya geçene kadar vatanın kurtuluşu ve Türk 
			milletinin istiklâlini kazanmasında önemli hizmetlerde bulunurken 
			canlarını da seve seve feda etmişlerdir. Bunları yaparken hem 
			düşmana karşı, hem düşmanla işbirliği yapanlara, hem şahsi 
			menfaatlerini vatanın kuruluşu ve milletini bağımsızlığım ön plana 
			çıkaranlara, hem de korkaklara, keyif düşkünlerine karşı mücadele 
			etmiştir. Ancak homojen olmayan bu yapının bazı eksiklik ve 
			kusurları olduğunu belirtmek gerekir. Bu eksiklik ve kusurlar da 
			giderek etkinliğinin azalmasına neden olmuştur. 
			
			  
			
			
			  
			
			Kuva-yı Milliyenin Yunan kuvvetleri ile birçok 
			çatışma ve muharebelere giriştiği; cesaretle mücadele ettiği, 
			özellikle, düşman geri bölgelerinde birçok başarılar sağladığı, 
			tartışılamaz bir gerçektir. Bu arada; aynı derecede önemli olmak 
			üzere, karşı isyan ve milli hareketi engelleme hareketlerini 
			bastırmak suretiyle, Milli Hükümete çok değerli bir hizmette 
			bulunması da gerçekten övgüye değer. 
			
			  
			
			Bununla beraber; Yunan ordusunun gittikçe büyüyen 
			taarruz harekâtı karşısında, kesin sonuçlu girişimlerde bulunmak 
			bakımından, Kuva-yı Milliyenin giderek yetersiz bir duruma düştüğü 
			de dikkati çeken bir noktadır. Bu olumsuz durumu yaratan etkenlerin 
			başında, kuşkusuz, düşmanın kuvvet üstünlüğü gelir. Fakat; Kuva-yı 
			Milliyenin yapısındaki bazı kusurlar ve askeri nitelikli bir kısım 
			faktörler de, bu teşkilâtın yetersizliğinde bir dereceye kadar 
			etkili olmuşlardır. 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliyenin etkinliğinde olumsuz rol oynayan 
			başlıca faktörleri, ana hatları ile, şöyle açıklamak mümkündür. 
			
			  
			
			
			  
			
			Burada, Kuva-yı Milliye ile Yunan kuvvetleri 
			arasında askeri denge yönünden ayrıntılı bir kıyaslama yapmak ayrı 
			bir çalışmayı gerektirir. Bununla beraber, konu üzerinde hiç 
			değilse, genel bir fikir edinmek için, tarafların personel gücüne ve 
			lojistik yeteneğine genel bir bakışla değinmek, yerinde olacaktır. 
			
			  
			
			12.000 kişiden oluşan Yunan kuvvetleri İzmir’e 
			çıktığı gün (15 Mayıs 1919), kentte bu saldırıya karşı koyabilecek 
			silâhlı Türk erlerinin sayısı, ancak 200 kadardı. Bundan başka; 
			gerek İzmir’de ve gerek çevresinde, henüz hiçbir Kuva-yi Milliye 
			birliği kurulmamıştı. Bununla beraber; bu durum karşısında halkın 
			tepkisi o kadar ani oldu ki, işgalden sadece bir gün sonra, 16 Mayıs 
			1919’da, Urla halkı, kasabadaki askeri silâh deposunda bulunan 120 
			silâhı alarak, 120 kişilik bir milis kuvveti meydana getirmiş39; 
			böylece Batı Anadolu’da ilk Kuva-yı Milliye birliği doğmuştur. Bunu, 
			çevrede hızla başka milis kuvvetlerinin kuruluşu izlemiştir. 
			
			  
			
			Yunan istilasının ilk gelişme döneminde, 1919 yılı 
			sonuna kadar, Yunan Ordusunun mevcudu, gayrı resmi kayıtlara göre, 
			80.000’e ulaşmış40; Eylül 1920’de ise, resmi istatistiklere göre, 
			yaklaşık 107.500’i bulmuştur41. 
			
			  
			
			Buna karşılık; Kuva-yı Milliye mevcudu, 1919 yılı 
			sonuna kadar, Batı Anadolu’da 6.500-7.500 arasında değişmiştir. 42 ; 
			1920 yılı ortalarında ise, bu mevcudun yaklaşık 15.000 kişiye 
			ulaştığını tahmin edilmektedir 43 . 
			
			  
			
			Ekonomik kaynaklara gelince; Yunan kuvvetleri, 
			İngilizlerin lojistik desteğine dayanıyordu. Özellikle, İngiliz 
			Askeri Yardımı, Yunan Ordusunu çağın en modern savaş malzemesi ile 
			donatmak için, gittikçe artan bir biçimde Batı Anadolu’ya akıyordu. 
			Bu cömert destek sayesinde, Yunan Ordusu giderek büyümüş ve 
			güçlenmiştir. 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye birlikleri ise, düzenli bir lojistik 
			sistemden hemen hemen her zaman yoksun kalmıştı. Bununla beraber; 
			mahalli halk, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak, özellikle savaşın 
			başlangıcında, Kuva-yı Milliye harekâtını lojistik bakımdan 
			desteklemek için, mümkün olanı yapmıştır. Bu konuda bazı halk 
			kuruluşlarının savaş boyunca gösterdikleri kahramanca çabalar, 
			özellikle övgüye değer. Bu kuruluşların bir bölümü, İstanbul’da, 
			Milli Mücadeleye katılmak isteyen personeli ve müttefiklerin 
			kontrolünde bulunan depolardan kaçırılan silâh ve cephaneyi 
			Anadolu’ya kaçırmakla, önemli hizmetler yapmışlardır . 44 
			
			  
			
			Diğer bazı kuruluşlar da, para veya yiyecek-giyecek 
			maddeleri toplamada; silâhlan onarmada ve itilâf devletleri 
			tarafından işe yaramaz hale getirilmiş olan silahlar için gerekli 
			parça çok yararlı olmuşlardır. 
			
			  
			
			Bu genel değerlendirmeye dayanarak kesin bir görüş 
			ileri sürmek gerekirse; denebilir ki, gerek personel sayısı ve gerek 
			lojistik destek alanında, Kuva-yı Milliye, Yunan kuvvetleri ile 
			kıyaslanabilecek bir düzeyde değildi. 
			
			  
			
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye, sosyal kökeni bakımından, homojen 
			olmayan bir kuruluştur. Bu yapısal uyumsuzluk, zamanla ve zor 
			şartlar altında, olumsuz etkilerini açığa vurmuştur. Bu etkilerin 
			başında, Kuva-yı Milliyeye sağlanan halk desteğinin zayıflaması 
			gelir. 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye, her şeyden önce, askerî ve bilimsel 
			anlamda bir gerilla teşkilâtı idi. Bu nedenle; Sir Liddell Hart’ın 
			sözleri ile, “gerilla savaşı, küçük kuvvetlerle yürütülür; fakat, 
			büyük kitlelerin desteğine dayanır”45 . Kuralı, Kuva-yı Milliye için 
			de geçerlidir. 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye, genellikle, yapısal kökeni, 
			bölgesel bağlantısı ve kamuya yönelik davranışı ile orantılı olarak, 
			harekât yaptığı bölge halkının desteğinden yararlanmıştır. Bu 
			konuda, mahalli halkla ilişkilerinde, Kuva-yı Milliyenin çok etkili 
			olabilmek bakımından önemli bir avantajı vardı; bu avantaj; özgürlük 
			ve bağımsızlığı amaçlayan millî bir dava için çarpıştığı gerçeği 
			idi. 
			
			  
			
			Bununla beraber; Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile 
			geliştirilmekte olan muvazzaf ordu birlikleri yerine Kuva-yı 
			Milliye’ye katılmaların çoğalması üzerine, bu teşkilatın personel 
			mevcudu önemli ölçüde artmış; bu durum, Kuva-yı Milliye birlikleri 
			ile onları lojistik bakımdan destekleyen bölge halkı arasındaki 
			ilişkilerde bazı sorunlar yaratmaya başlamıştı. Özellikle; 
			Yunanlıların 1920 yılı ortalarından sonra oldukça hızla gelişen 
			nispeten büyük çaplı taarruzları karşısında, normal ikmal üslerinden 
			ayrılarak daha doğuya çekilmek zorunda kalan Kuva-yı Milliye 
			birliklerinin ihtiyaçları, bu sorunları daha da artırmıştı. 
			
			  
			
			Böylece, halkın desteği zayıflamış; bunun doğal 
			sonucu olarak, Kuva-yı Milliyenin askerî etkinliği yetersiz bir 
			düzeye düşmüştür. 
			
			  
			
			
			  
			
			Kuva-yı Milliyenin Yunan taarruz harekâtı karşısında 
			yetersiz kalmasının en önemli etkeni; Yunan Ordusunun belirgin 
			kuvvet üstünlüğünün dışında, Türk milis kuvvetlerinin klasik savaş 
			ilkelerinin büyük çoğunluğu ile uyuşmayan bir karakterde 
			olmalarıdır. Bununla beraber bu uyuşmazlığın kökeni; hiç kuşkusuz, 
			klasik savaş ile gerilla savaşı arasındaki ayrılıklara dayanır. 
			
			  
			
			Gerçekten; Kuva-yı Milliye, baskın ve manevra 
			prensipleri hariç, klasik savaş ilkelerinin hemen hemen tümü ile 
			uyuşmaz bir niteliktedir. Çünkü; bu teşkilat, bir milis kuvvetidir. 
			Bu nedenle, gerilla harekâtı uygulamak zorundadır. Gerilla harekâtı 
			ise; klasik savaşın normal uygulama şekillerinden farklıdır. 
			Örneğin; gerilla savaşında, stratejik alanda kesin sonuçlu 
			harekâttan kaçınılır. Taktik bakımından ise, ağır kayıplar verilmesi 
			muhtemel çatışmalardan sakınılır. Bu nedenle; “vur ve kaç” taktiği, 
			gerilla harekâtının en belirgin bir simgesidir. Buna karşılık; böyle 
			bir stateji ve taktik, büyük çaplı bir Yunan harekâtını durdurmada, 
			doğal olarak, fazla etkili olamaz. 
			
			Bundan başka; gerilla savaşı, klasik savaşın ana 
			ilkelerinden birini, “Kuvvet Topluma Prensibini”, tersine çevirir; 
			yani, “dağılma”; gerilla birliklerinin hayatta kalabilmeleri ve 
			basan kazanmaları için vazgeçilmez bir koşuldur. Halbuki; tarafların 
			hava kuvvetlerinin kara harekâtı üzerinde etkili olmadığı Türk-Yunan 
			Savaşı sırasında, gerekli yer ve zamanda yeterli bir kuvvet toplama 
			( sıklet merkezi oluşturma), zorunlu bir faktördü. 
			
			  
			
			Kuva-yı Milliye liderlerinin, uyuşamadığı önemli bir 
			savaş ilkesi de, “Komuta Birliği Prensibidir” Gerilla savaşı, normal 
			olarak, bağımsız veya yan bağımsız kuvvetlerle yürütülür. Bununla 
			beraber; Milli Mücadelede, başlangıçta muvazzaf kuvvetlerin yokluğu 
			veya zayıflığı nedeniyle, onların klasik savaş görevini yüklenmek 
			durumunda olan Kuva-yı Milliyece, komuta birliği ilkesine uyulması 
			hayati bir önem taşıyordu. Fakat; Kuva-yı Milliyenin disiplin ve 
			muharebe anlayışının farklı oluşu ve eğitimlerinin yetersizliği 
			nedeniyle, komuta birliğinde zaman zaman kopmalar olmuştur. O kadar 
			ki; bazı seçkin Kuva-yı Milliye liderleri, komuta birliğini 
			zedeleyen olumsuz davranışlarını, hatta isyana kadar vardırmışlar; 
			fakat, sonunda, milli davada haklı tarafı temsil edenler karşısında 
			kaybetmişlerdir. Bu analizi, hedef, emniyet, vb., diğer savaş 
			ilkelerini de ele alarak; daha da derinleştirmek, kuşkusuz 
			mümkündür. 
			
			  
			
			
			  
			
			Türk Milli Mücadelesi (1919-1923), Türk milletinin 
			bağımsızlık, özgürlük ve yurt bütünlüğünü korumak için giriştiği bir 
			öz savunma hareketidir. Bu mücadelenin askeri yönünü oluşturan Türk 
			İstiklâl Harbinin (1919-1922) sıklet merkezi bölgesi, karşılaşılan 
			dış tehdidin büyüklüğü nedeniyle, Batı Cephesi idi. Bu cephede 
			Yunanlıların giriştiği istila hareketi karşısında, ilk muvamet, 
			Kuva-yı Milliye tarafından gösterilmiştir. Kuva-yı Milliye, gerilla 
			savaşı yapmak durumda idi. Nitekim bu savaş doktrinini uyguladığı 
			sürece, Kuva-yı Milliyenin örneğin, Batı da Yunan kuvvetlerinin 
			ileri harekâtını geciktirmek, güneyde Fransızları, Ankara Hükümetine 
			yaklaşmaya zorlamaları yurt düzecinde karşı isyan hareketlerini 
			bastırmak, Türk düzenli ordusunun yeniden düzenlenmesi için gereken 
			çok değerli zamanı ona kazandırmak suretiyle, başlangıçta hayati 
			önemde görevler başarmıştır. Bu nedenle; bazı tarihçilerce Milli 
			Mücadelenin ilk safhası (1919-1920), “Kuva-yı Milliye Dönemi” olarak 
			tanımlanır. 
			
			  
			
			Bununla beraber; Yunan Ordusunun büyük çaplı taarruz 
			harekâtı karşısında, Kuva-yı Milliye, kesin sonuç sağlama 
			bakımından, giderek yetersiz bir duruma düşmüştür. Bu yetersizliğe 
			yol açan başlıca etken, Yunan Ordusunun, Kuva-yı Milliyeninkine 
			kıyaslanamayacak derecede kuvvet üstünlüğü idi. Ayrıca; homojen bir 
			nitelik taşımadığı ve aslında bir gerilla kuvveti olduğu için, doğal 
			olarak klasik savaş ilkelerinin büyük bir kısmı ile uyuşmayışı da, 
			bu milli milis teşkilâtının giderek etkenliğini kaybetmesinde etkili 
			olmuştur. Sonuçta; bu teşkilât, Türkiye Büyük Millet Meclisince 
			kaldırılmış; böylece “Düzenli Ordu Dönemi” başlamıştır. 
			
			  
			
			Bu konuda son bir değerlendirme olarak, Kuva-yı 
			Milliye ile ilgili kesin bir görüş ileri sürmek gerekirse, denebilir 
			ki; Türkiye’nin güçlü düzenli ordu birliklerinden yoksun bulunduğu 
			çok kritik bir döneme, yiğitçe çarpışmaları ile, damgasını vuran 
			Kuva-yı Milliye, başarılı veya kusurlu tüm yönleriyle, Türk Milli 
			Mücadele Tarihindeki seçkin yerini daima koruyacaktır. 
			
			  
			
			  
			
			  
			
			
			-------------------------------------------------------------------------------- 
			
			
			  
			
			1 ÇAY Abdülhaluk-KALAFAT Yaşar; Doğu ve Güneydoğu 
			Anadolu’da Kuva-yı Milliye Hareketleri, Sistem Matbaacılık, Ankara 
			1990, s. 7. 
			
			2 ERCAN, Yavuz; “Kuva-yı Milliye’nin Yapısı ve 
			Niteliği Üzerinde Bir Tahlil” İkinci Askeri Tarih Semineri 
			Bildiriler, Gnkur. Basımevi, Ankara 1995, s. 231. 
			
			3 Atatürk ile ilgili Arşiv Belgeleri, Başbakanlık 
			Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınlan, Ankara 1982, s. 83. 
			
			* 16 Mayıs 1920 tarihli İstanbul Bir Numaralı 
			Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemesi tarafından Mustafa Kemal Paşa ve 
			beş arkadaşı için verilen idam kararı ile bunu onaylayan Padişah 
			Vahdettin’in fermanı ihtiva eden 24 Mayıs 1920 tarihli Sadrazam 
			Damat Ferid’in yazın (Daha geniş bilgi için bkz: Dipnot 3, 87 sayılı 
			belge) 
			
			4 Atatürkçülük (Birinci Kitap), Gnkur. Basımevi. 
			Ankara 1983, s. 57. 
			
			5 Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, C II, Ks. 1. 
			Gnkur. ATAŞE Bşk lığı Yayınlan. Ankara 1994, s. 46-47. 
			
			6 ERCAN, Yavuz; a.g.m., s. 232. 
			
			7 A.g.m., s. 233 (Ayrıca bkz. Nuri KÖSTÜKLÜ; “Millî 
			Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancaklarında “Kuva-yı 
			Milliye Fikri Üzerine İlk Çalışmalar”, Atatürk Araştırma Merkezi 
			Dergisi, C.V, Mart 1989. s. 14’den ayrı basım, s. 481.) 
			
			8 KÖSTÜKLÜ, a.g.m, s. 481-482. 
			
			9 ERCAN; a.g.m, s. 235. 
			
			10 Gnkur. ATAŞE Bşk.lığı Arşivi, Kol: 1st, Kls. 2S8, 
			Dos: 16, Fih: 41 (Ayrıca bkz: Askeri Tarih Belgeleri Dergisi s. 
			103,104,105) 
			
			11 İNÖNÜ; Hatıralar (Yayıma Hazırlayan: Sabahattin 
			Selek), İstanbul 1985, s. 176. 
			
			12 ATAŞE Arşivi Kol: 1st, Kls: 14, Dos: 55, Fih: 
			78/17. 
			
			13 ATAŞE Arşivi Kol: 1st., Kls: 14, Dos: 55, Fih: 
			78/11. 
			
			14 ATAŞE Arşivi Kol: 1st., Kls: Dos: 55, Fih: 78/12. 
			
			15 Kadir KASALAK; Milli Mücadele’de Manda ve Himaye 
			Meselesi, Gkur. Basımevi, Ankara 1993, s. 14. 
			
			16 KASALAK; a.g.e., s. 9-19.107-110,121-167. 
			
			17 TSK Tarihi; C. X, Gnkur. ATAŞE Bşk.lığı Yay., 
			Ankara 1985, s. 489-490. 
			
			18 TAÇAUAN, Nurdoğan; Ege’de Kurtuluş Savaşı 
			Başlarken, Milliyet Yay., s 232. 
			
			19 PARLAK. Türkmen: Yunan Ege’ye Nasıl GeIdi I, 
			İzmir 1982. s. 372. 
			
			20 KÖSTÜKLÜ. a.g.m., s. 480. 
			
			21 IŞIK. Hüseyin; “Anadolu’da Yunan Mezalimi”. 
			Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Gnkur. ATAŞE Bşk.lığı 
			Yayınları, Ankara 1986, s. 379. 
			
			22 ATAŞE Bşk.lığı Arşivi; Kol: 1st., Kls: 255, Dos: 
			6-2, Fih: 44. 
			
			23 SÜSLÜ, Azmi; “Doğu Anadolu ve Kars’ta Oynanan 
			Oyunlar”, Yakın Talibimizde Kars ve Doğu Anadolu Sempozyumu, Ankara 
			1992, s. 33. 
			
			24 ERGİL, Doğu; Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, Çağ 
			Matbaası, Ankara 1981, s. 72. 25A.g.e.,s. 81. 
			
			26 KASALAK; a.g.e. 
			
			27 ATAŞE Arşivi; Kls: 322. Dos: 3. Fih: 36. 
			
			28 ERGİL, Doğu; a.g.e., s. 67-94 ve diğer bölümleri, 
			ÇAY; a.g.e., s. 8-10, AVCIOĞLU, Doğan; Türkiye’nin Düzeni adlı 
			eserler. 
			
			29 TEKELİ, Ilhan-İLKİN, Selim; Ege’deki Sivil 
			Direnişten Kurtuluş Savaşına Geçerken Uşak Heyet-i Merkeziyesi ve 
			İbrahim (Tahtakılıç) Bey, TTK Basımevi, Ankara 1989, s. 50-56. 
			
			30 ÇAY; a.g.e, s. 8. 
			
			31 ERGIL, a.g.e,s. 84. 
			
			32 Türkçe Sözlük 1; A.K..D.T.Y.K., Türk Dil 
			Kurumu, Ankara 1988, C.I, s. 432. 
			
			33 ERGİL, a.g.e, s. 88. 
			
			34 AYDINEL, Sıtkı; Güneybatı Anadolu’da Kuva-yı 
			Milliye Harekâtı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993, s. 48. 
			
			35 ÇAY, a.g.e.,s. 8. 
			
			36 AYDINEL, â.g.e., s. 62. 
			
			37 Türkçe Sözlük I. a.g.e, s. 473. 
			
			38 KUTAY, Cemal: “Milli Mücadele’nin Gerçek 
			Öncüleri ve Arkadan Gelenler”, Tarih Dünyası Dergisi, s. 3. 
			
			39 Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, C II. 1 nci 
			Ks. Ankara 1963, s. 60. 
			
			40 TOYNBEE, Arnold j.; Turkey (Türkiye), Newyork 
			1927, s. 92. 
			
			41 Türk İstiklâl Harbi Batı Cephesi, C.II, 2 nci 
			Ks., Ankara 1966, s. 39. 
			
			42 A.g.e., 2 nci Ks. Ankara 1965, s. 16-17. 
			
			43 SELEK, Sabahattin; Anadolu İhtilâli, İstanbul 
			1963, s. 103. 
			
			44 KALKAVANOĞLU, İlyas Sami; Milli Mücadele 
			Hatıralarım, İstanbul 1957. 
			
			45 HART, B.H. Liddell, Strategy (Strateji), New 
			Yolk 1967, s. 379.    
			
			  ---------------------- 
			
			* Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat 
			Fakültesi T. C. Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi -
			  
			
			- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 42, 
			Cilt: XIV, Kasım 1998, Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılı Özel Sayısı
			
			 
			
			  
		
		
		
			
			 
			TransAnatolie Tour  
		  
		   |