| 
		
		
		
		
		
		 
		"Arabistan çölü, (...) yeni bir dünya 
		dininin beklenmedik doğum yeridir; ama İslam propagandası için güvenli 
		bir üs olarak da bir çok avantaja sahiptir" diyen Davies, İslamiyet’i 
		bir Müslüman misyoneri aratmayan şu sözlerle tanımlamaktadır: 
		
		  
		
		"İslam, başından itibaren evrensel bir 
		dindir. Kuran’ın Arapça’ya sı-kıca sarılmış olmasına rağmen, bütün 
		uluslara, bütün sınışara ve her iki cinse seslenir. En temel kurallardan 
		biri, bütün Müslümanların kardeş ve kız kardeş olduğudur.  Muhammet, 
		sağlığında egemen elitlerin ekonomik ayrıcalıklarını, kadının 
		aşağılanmasını, Sami kabilelerin "kana kan hu-kuku"nu kınamıştır. Sosyal, 
		ekonomik ve siyasi eşitlik çağrısı, geleneksel toplulukla-rın 
		temellerini tehdit etmiş, ezilenlerin ve kadınların hakları, 
		yardımseverlik ve merhamet yükümlülüğü konusundaki ısrarı, kitleler için 
		"özgürlük, kurtuluş" anlamına gelmiştir. ... Askerlerin generallere, 
		yönetilenin yönetene, kadınların kocalarına eşit olduğunu emreder: "Dinsiz 
		adalet, dindar hükümdarın istibdadından yeğdir." Tıpkı Hıristi¬yanlık 
		gibi, genellikle taraftarların uygulamalarına yenilen idealleri ka¬bul 
		etmiştir; ama o ideallerin gücü ve saşığı açıkça ortadadır. İslamiyet, "Bağışlayan, 
		esirgeyen Allah adına...", sönmeyen bir ateş gibi yayılmış, yayılmıştır." 
		(Davies, 1995: 251, 252). 
		
		  
		
		Davies, Müslüman Arap İmparatorluğunun 
		genişlemesini, bunun Hıristi¬yanlık ve Avrupa üzerindeki etkilerini de 
		şöyle anlatmaktadır: 
		
		  
		
		"Halifeler, birleşik Arabistan’ı, 
		hızla bir teokratik dünya imparatorlu¬ğunun atlama tahtasına 
		dönüştürmüşler, rakipsiz güce ve hesapsız zen¬ginliğe, yeni düşüncelere 
		ilham veren bilim, edebiyat ve sanata hükmet¬mişler, ... Arap donanması 
		Suriye, Filistin, İran ve Mısır’ı birbiri ardına fethetmiş, ... Araplar 
		kısa süre sonra Akdeniz’in en büyük deniz gücü ol¬muşlardır. ... 
		Abbasiler 500 yıllık bir saltanat dönemi başlatmışlar, baş-kent Bağdat 
		bir dönem dünyanın merkezi haline gelmiştir. 
		
		  
		
		... Kudüs’ün M.S. 638 fiubatında 
		Müslüman ellere geçişi, çok büyük so¬nuçları olan bir olaydır. (...) 
		Hıristiyan hacılar Kudüs yerine daha ziyade Roma’yı ziyaret etmişler; 
		Hıristiyanlığın çekim merkezi, dramatik bir şekilde batıya kaymıştır. 
		...Peygamberin ölümünden sonra, İslam orduları amansızca ilerlemiş; ... 
		doğuda Kabil, Buhara ve Semerkand, batıda Karta¬ca ve Tanca zapt 
		edilmiştir. ... Vizigot İspanyası’nı ele geçiren ve Pireneleri aşan 
		Müslümanları Avrupa’nın ortasına gelmişler, 732’de, Muhammet’in ölümünün 
		yüzüncü yılında, ... Paris’e birkaç günlük mesafede bulunan Lo-ire nehri 
		üzerindeki Tours kentine kadar ulaşmışlardır. (Davies, 1995: 252) 
		
		  
		
		(...) 732’deki Poitierler Savaşı, 
		Hıristiyanlarca çok abartılmış, Araplar geri çekilmek zorunda kalmış 
		olabilir; ne de olsa Cebelitarık’tan 1600 km. uzaktadırlar. Yine de, bu 
		durum bazı olağanüstü metinlere ilham kaynağı olmuştur: 
		
		  
		
		«Denk bir mesafe korumuş olsaydı, 
		Araplar İskoçya dağlarının ve Po¬lonya’nın sınırlarına gelmiş olacaktı; 
		Ren nehri, Nil veya Fırat’tan daha geçilemez durumda değildi; Arap 
		donanması bir direnişle karşılaşmadan Thames nehrinin ağzına kadar 
		ilerleyebilirdi. Belki şimdi Kuran’ın yoru¬mu Oxford okullarında 
		öğretiliyor ve öğrenciler sünnet edilmiş bir halka kutsallığı ve 
		Muhammet’in vahyinin doğruluğunu gösteriyor olabilirdi.» (Davies, 1995: 
		254, 255). 
		
		  
		
		(...) Günümüz turistleri, Avrupalıları 
		matematikle birlikte portakalla, li¬monla, ıspanakla, kuşkonmazla, 
		patlıcanla, enginarla, makarnayla, diş macunuyla tanıştıranın Müslüman 
		İspanya olduğunun anlatılmasından hoşlanır. Ama (...) İspanya’daki 
		Müslüman uygarlık, sadece yerine başkası konarak iptal edilmemiş; mümkün 
		olan her yerde yok edilmiştir. (...) «Ole» di-ye bağıran İspanyolların 
		çoğu Allah’a seslendiklerinin farkında değil¬dirler (Davies, 1995: 256, 
		57). 
		
		  
		
		Sekizinci 
		yüzyıldan itibaren Avrupa’da, ezanın duyulmadığı tek bir gün olmamıştır 
		(Davies, 1995: 252). 
		
		  
		
		(...) İslam fetihleri, Avrupa’yı 
		Hıristiyanlığın ana üssü haline getirmiştir. Çünkü büyük Müslüman 
		toprakları kuşağı, Hıristiyanların öteki dinler ve uygarlıklarla olan 
		doğrudan ilişkisini, ... keserek veya değiştirerek Yarıma-da’yı kendi 
		içine kapatmış; ... Bizans İmparatorluğu’nu, Doğu sınırlarının 
		korunmasına sonsuz öncelik vererek Batıdaki emperyal misyonunu ihmal 
		etmeye zorlamış; daha uzak Hıristiyan devletlerin ... gittikçe artan 
		ölçüde yerel özerklik ve ekonomik kendine yeterlilik önlemleri aldıkları 
		koşulları yaratmış, yani, feodalizm için büyük bir uyaran olmuştur. 
		Hepsinden öte, Akdeniz’i askeri kontrol altına alarak, o ana kadar 
		Akdeniz ülkelerinin Ya¬rımada’nın geri kalanı üzerinde kurmuş oldukları 
		üstünlüğü yıkmıştır. Hı¬ristiyanlığın dönüşüme uğrattığı postklasik 
		Yunan ve Roma dünyası, İslami¬yet’ten önce zorunlu olarak değişmeden 
		kalmıştı. Ama İslam’dan sonra sonsuza dek yok olmuştur. Siyasi 
		inisiyatif, ... Akdeniz’den kuzeydeki ilkel krallıklara, özellikle ... «Frankya»ya 
		geçmiştir. 
		
		  
		
		... Bizans’ın desteğini yitiren Roma 
		Patriği, ... «Papalık» kurumunu olu¬şumunu başlatmak zorunda kalmış...tır. 
		fiarlman, Muhammet’in ürünüdür. Henri Pirenne’ye göre, «İslam olmasaydı 
		Frank İmparatorluğu belki hiç olmayacaktı, Muhammet olmasaydı fiarlman 
		tasavvur bile edilemeyecekti.» 
		
		  
		
		(...) İslamiyet’in ortaya çıkışı, «Hıristiyanlık» 
		denilen yeni, yoğun bir kavramın sınırlarını oluşturmuştur. ... Daha da 
		önemlisi, Avrupa kimliğinin tanımlanabildiği kültürel seti, siperi 
		yaratmıştır. 
		
		  
		
		(...) Yedinci yüzyıldaki İslam şoku, 
		Hıristiyan aleminin çehresini sonsuza dek değiştirir. 
		
		  
		
		(...) Belki en önemlisi, İslam, 
		Hıristiyanlığı dünyadan koparmıştır. İs¬lam’dan önce İnciller hem 
		Seylan’a hem Habeşistan’a ulaşmıştı; İslam’dan sonra, yüzyıllar boyunca 
		Asya ve Afrika’da daha fazla yayılamamışlardır. Çoğu Hıristiyan ömründe 
		hiç Müslüman görmese de İslam’ın gölgesinde yaşamıştır. Aslında İslam, 
		içerisinde Hıristiyanlığın bütünleşip tanımlanabileceği sağlam dış 
		kabuğu; bu anlamda nihayet "Avrupa" denilen şeye tek ve en büyük itici 
		gücü sağlamıştır (Davies, 1995: 266). 
		
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |