| 
		
		
		
		
		
		 
		İngiltere, Rusya 
		ve Fransa’nın büyük desteği ile 1830’da bağımsızlığını kazanan eski 
		Osmanlı eyaleti Yunanistan, bugün bizim gözümüzde "Batı"dır, Avrupa’dır. 
		Pek çok bakımdan Batı kültürünün de anavatanı sayılır, yahut yine biz 
		öyle biliriz. Hele günümüzde, ünlü Avrupa Birliği maceramız dolayısıyla 
		artık demokrasi ve insan hakları hocalarımızdan biri de olmuştur. 
		
		  
		
		Oysa çok hayran 
		olunan o soylu Grekler, «alçaltıcı hurafeler, doğadışı yardımcılar, 
		vekiller, insan kurban edilmesi ve kölelik»le kuşatılmıştır (Da-vies, 
		1995: 98). 
		
		Grekler 5’inci 
		yüzyılda çok ayrımcı ve kendini beğenmiş hale gelmiştir. Özellikle 
		kendisi de Maraton Savaşı’na bizzat katılmış olan Aşilyus (ölümü 525), 
		Persae adlı eserinde uygar Persleri, yaltaklanan, gösterişçi, mağrur, 
		zalim, efemine, yasatanımaz yabaniler düzeyine indirgemiştir. 
		
		  
		
		Bundan sonra 
		artık bütün yabancılara, barbarlar olarak iftira atılacaktır. Hiç kimse 
		zeki, yiğit, mantıklı, özgürlük aşığı Greklerle karşılaştırılamaz. 
		Trakyalılar kaba ve yalancıdır. Makedonyalılar gerçek Helen değildir. 
		Yö¬netme hakkına ve doğal yönetim düzenine yalnızca Greklerin sahip 
		olduğu varsayılır. Atina’da, yabancı tiranların yönetim biçimleriyle 
		Atinalıların te¬baa halklara karşı davranış biçimi asla 
		karşılaştırılmamıştır. 
		
		  
		
		"Eski Yunanların «üstünlük kompleksi», 
		Avrupa’da daha sonra or¬taya çıkan, benzer ayrımcı düşünceler hakkında 
		soru işaretleri yarat¬maktadır. Bu husus, Romalılar ve benzeri «Batı 
		Uygarlığı» tüccarları¬nın, Antik Yunan denince hissettiği yakınlık 
		incelenirken ödenecek he¬sapta mutlaka ele alınmalı; «Batı Uygarlığı»na 
		yönelik eleştirileri Kla¬sik revizyonizmin özel bir türüne benzeten 
		hırçınlıklar da bu hesaba dahil olmalıdır. Bazı yorumcular, komşu 
		halkların farklılıklarıyla ça¬tışmanın Avrupa geleneğinin kanına 
		işlediği görüşündedir. 
		
		  
		
		"Bu dikkate değer çatışma içinde, 
		bütün kendini beğenmişliği, bü¬tün üstünlük imaları, bütün öncelik ve 
		eskilik iddialarıyla, doğal yöne¬tim hakkıyla ilgili bütün 
		şımarıklığıyla «Avrupa» doğmuştur." (Davies, 1995: 103). 
		
		  
		
		Atina’nın 
		demokrasisi, sadece 20 bin özgür erkekten oluşan "halk"tan ibarettir; 
		Atina’nın büyük demokratları Perikles veya Demostenes de tıpkı 
		Washington ve Jefferson gibi köle sahibidir (Davies, 1995: 129). 
		
		  
		
		Gerçi ülkeyi 
		gerçekten vatandaşlar yönetmiştir. Yasa önünde eşittirler. Ordu komutanı 
		dahil en yüksek on yetkiliyi onlar seçmiştir. Görev süresi bir yıl olan 
		yüzlerce idari makam için kendi aralarında kur’a çekmişlerdir. Kamu 
		görevlilerinden hesap sormuşlar; sahtekar ve beceriksiz yetkililer 
		görevden alınabilmiş hatta idam edilebilmiştir. Ama 185 yıl süren Atina 
		de¬mokrasisi, mükemmel olmaktan uzaktır. Halk egemenliği, 500’ler 
		Mecli-si’nin (Boule) entrikalarıyla, cemaatlerin dik kafalılıklarıyla, 
		zengin patronların ve demagogların bitmez tükenmez baskısıyla sınırlıdır. 
		Ecclesia toplantılarında 6000 olan yeter sayıyı sağlayabilmek için 
		vatandaşlar sokaklar¬da kırmızı boyaya batırılmış iple kandırılmıştır 
		(Davies, 1995: 130). 
		
		  
		
		Avrupa’ya 
		yönelik göçler, hiçbir alakaları olmadığı halde sırf dil benzer¬liği 
		yüzünden İstanbul hatta Anadolu’nun bir kısmı üzerinde hak iddia eden 
		Yunan olgusuna da yansıyan etnik yapı ve dil üzerinde önemli etkiler 
		yarat¬mıştır. 
		
		  
		
		Doğu Roma’da 
		Yunanca, hem resmi dil olarak hem de bir çok yerde, özellikle Anadolu’da 
		yaygın yerel dil olarak kullanılmayı sürdürmüş, ama Pelepones dahil 
		birçok bölgede bir süre için tamamen veya kısmen Slavlaş-mıştır. Jacob 
		Fallmerayer’in (1790-1861) Ueber die Entstehung der Neug-riechen adlı 
		eserindeki (1835), yaşadığı dönemin Yunanları arasında yoğun tepkilere 
		yol açan tezi, günümüzün Grek ulusunun «damarlarında ancak bir damla 
		gerçek Grek kanı bulunan» Helenleştirilmiş Arnavut ve Slavlardan 
		ürediğini savunmaktadır. "Bu bir abartma olabilir; ama şu anda yaşayan 
		her Grek’in, antik Yunanistan’da yaşayanların doğrudan etnik torunu 
		olduğu id¬diası kadar anlamsız değildir. Bugünkü Avrupalılar, 
		sulandırılmamış «etnik saşık» için daha mantıklı açıklamalar 
		geliştirebilir." (Davies, 1995: 235, 237, 238). 
		
		  
		
		Dünyanın hayran 
		olduğu Yunan medeniyetini "Yunan Medeniyeti" yapan, ilk okuldan itibaren 
		adını ezberlediğimiz büyük matematik ve fizik bil¬gini Arşimet’i, aynı 
		Batının övünülecek bir parçası sayılan Roma öldürmüştür: 
		
		  
		
		"Savaşın sayısız kurbanı arasında 
		Arşimet de vardır. Kumlar üzerinde bir matematik problemi çözmeye 
		çalışırken Romalı bir asker tarafından öldürüldüğü kabul edilmektedir." 
		(Davies, 199: 144). 
		
		
						
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |