| 
		
		
		
		
		
		 
		Gelelim, 
		Davies’in kaleminden, Batının Türklere bakışına. 
		
		  
		
		"M.S. beşinci yüzyılda ortaya çıkan 
		Hunlar, eski İskitler ve İran Sarmat-larının ardılları; hepsi de orta 
		Avrupa’ya ulaşmış olan Avarların, Macarla¬rın ve Moğolların öncülleridir. 
		... Türkî Bulgarların bir kolu, orta Volga bölgesinde bir krallık kurmuş, 
		bir başka kol, M.S. yedinci yüzyılda Tu¬na’nın denize döküldüğü yerin 
		yakınına yerleşmiştir. Hazarlar, Kafkas¬ya’nın kuzeyinden Dnyester’e 
		uzanan bir krallık kurmuş; Peçeneklerse, Balkanlara ilerlemiştir. (...) 
		Türklerin bir kolu, hemen hemen aynı dönemde Kafkasya sınırını aşmış; 
		ana kol ise (Osmanlılar) on dördüncü yüzyılda Balkanları fethetmiştir. 
		
		  
		
		(...) Hunlar, (...) M.S. ikinci 
		yüzyılda, üslerini Hazar denizinin kuzeyine taşımışlar; dördüncü 
		yüzyılda ise bugünkü Ukrayna’ya doğru çıkmışlardır. Elli yıl sonra, 5000 
		km. kadar ötede bugünkü Portekiz’in güneyinde, Hun-larla birlikte olan 
		boylardan bir başkası, Alanlar görülmüştür (Davies, 1995: 215). 
		
		  
		
		(...) Kıyamet kışkırtıcısı Hunlar, 
		nihayet 420 yılında Pannonia’da görün¬müşler, 443 yılında da başlarına 
		Attila (yaklaşık 404453) geçmiştir. Attila’nın adı, sebepsiz yıkıcılığı 
		anlatan bir deyim haline gelmiştir: «Atının bastığı yerde asla ot bitmez...» 
		Bu «Tanrı Kırbacı», ... İmparatorluğun Tuna eyaletlerinde büyük zararlar 
		vermiştir. (...) Attila, sonra İtalya’ya yöne¬lir. Turin, Padua ve 
		Aquileia, Metz’in akıbetine uğramıştır. «Sonraki kuşaklar Aquileia’nın 
		yıkıntılarını güçlükle bulabilecektir.» Milano’da, kraliyet sarayında 
		İskit prensini imparatorluk tahtı önünde yere kapanmış gösteren bir 
		duvar resmi, Attila’yı kızdırmıştır. Bir ressam çağırır ve resimdeki 
		rolle¬ri değiş-tirmesini emreder (Davies, 1995: 232). 
		
		  
		
		.... «Hungaria»da Macarlar, modern 
		ulus olmayı başarmışlardır. ... Moğolların son torunları Tatarlar, 
		Kırım’daki sınır dışı etmelere rağmen Volga boyundaki «Tataristan»da 
		kalmışlardır. ... Büyük bir imparatorluğu kuran ve kaybeden Türkler, 
		Avrupa’da İstanbul’un yakın çevresinde güvenilmez, tehlikeli, başkasının 
		kararına tabi, ayak basacak kadar bir yer tutmuştur. 1980’lerde komünist 
		rejiminin Türk azınlığa «gerçek Türk» değil, «Türkleştirilmiş Slav» 
		oldukları gerekçesiyle zulmedebil¬diği Balkan Bulgarları, Slav dünyası 
		ile çok özdeşleşmiştir. Bulgar yetkililer tutarlı olsaydı, Bulgarlarının 
		tümünün de «gerçek Slav» değil, «Slavlaştırılmış Türk»ler olduğu 
		gerekçesiyle toptan kovulmasını tav¬siye etmek gerekecekti (Davies. 
		219-221). 
		
		  
		
		... Akdeniz, ... Sezar döneminde 
		gerçekten bir Roma gölü haline gelmiştir. ... Ancak, Roma 
		imparatorluğunun yıkılışından sonra Akdeniz’in bir daha siyasi olarak 
		hiç birleşememiş olması dikkat çekicidir. Deniz gücü, Akdeniz’in 
		çevresinde kurulmuş kara imparatorluklarını yenmeye yetmemiştir. 
		Gerçekten, Müslüman devletler bir kere Yakın Doğu ve Afrika’da kök 
		tutmaya başladıktan sonra Akdeniz, kalıcı siyasi bölünmelerin mekanı 
		olmuştur. Venedik gibi deniz ve ticaret güçleri, Avrupa’nın bütününü 
		birleştirememiştir. On dokuzuncu yüz yılın Avrupa güçleri ise Suriye’den 
		Fas’a kadar sö¬mürgeler kurmuş; ama Türkiye’deki en büyük Müslüman 
		kaleyi yıkarak genel bir egemenlik kurmaları rakiplerince engellenmiştir 
		(Davies, 1995: 56, 59). 
		
		
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
		 |