| 
 
Up
 
 |  | 
      
        
          
            |   | 
            
            Kimlikler
			  
			  
            
              
			  
            
			 
            Dünyada ırkçılığı anlayamayan iki grup insan var. İlki ırkçıların 
            kendileri. Çünkü tüm enerjilerini ırkçı olmadıklarını kanıtlamaya 
            harcadıklarından, analiz yapacak güçleri kalmıyor.  
             
            İkinci grubuysa Türkler oluşturuyor. Irkçılıktan o kadar uzaklar ki 
            kendi kişiliklerine bakıp ırkçılığı anlamaları mümkün değil. Ama 
            içlerinden bir bölümü tüm kötülüklerin kaynağında kendi milletlerini 
            gördüğünden, ırkçılığı da kimselere bırakma niyetinde değiller.  
             
            Siyaset psikolojisi birçok kavram gibi ırkçılığı da sosyolojiden 
            daha iyi açıklıyor. Bebek altı aylık olduğunda annesiyle yabancıyı 
            ayırabiliyor; annesinde huzur buluyor, yabancıdan korkuyor. İleride 
            her insanda görülen yabancıya karşı önyargıların ve 'Biz ve Onlar' 
            ayrımının kaynağı bu. Buradan 'habis' önyargılara, yani ırkçılığa 
            çok uzun bir yol var.  
             
            Her insan gibi, her toplum da kendini şu veya bu şekilde 
            diğerlerinden üstün görüyor. Bu, kişide benliğin, toplumda 
            milliyetçiliğin temelini oluşturuyor. Ama milliyetçilik, 
            başkalarının aşağılanması anlamına gelmiyor. Aşağılara kıyasla üstün 
            olmak bir üstünlük sayılabilir mi?  
             
            Tabii milliyetçiliğin aşırısı da var. Şovenlik de denen bu özellik 
            kendi üstünlüğüne aşırı vurgu yapıyor. Siyasi ve askeri mücadele 
            içinde bulunduğu toplumlara karşı şiddet ve nefret duyguları 
            geliştiriyor, genişlemeci oluyor, saldırganlaşıyor. Japonya, Almanya 
            ve İtalya'daki gibi faşizm türü rejimler kurabiliyor ve militarizmle 
            sömürgeciliğe de yönelebiliyor.  
             
            Kuşkusuz her toplum, kendi şartlarına göre, aşırı milliyetçilik 
            türlerinin tehlikelerine açık.  
             
            Ancak megalomani tehlikesi var diye, sağlıklı bir benlik sahibi 
            olmaktan nasıl vazgeçemezsek, aşırı milliyetçilik tehlikesi var diye 
            milliyetçilikten de vazgeçemeyiz. Siyaset psikolojisi, kimliğin 
            temeli olan benlik ve milliyetçilik duygularının tahrip olması 
            halini, 'borderline', yani çok ciddi psikolojik bozukluklar olarak 
            tanımlıyor.  
             
            Milliyetçilik etnikten çok, kültürel bir olgu. Irkçılıksa, biyolojik 
            niteliğiyle çok daha 'regressif'. Yani ırkçılığın hâkim olduğu 
            toplum, ruhsal açıdan tarihin çok erken dönemlerine geriliyor. 
            Irkçılık, ırkçı aşağılamaların, ayrımcılığın mezalim boyutuna varmış 
            hali.  
             
            Batı Avrupa'da ırkçılık milliyetçilikten yaklaşık 900 yıl önce 
            başladı. Yüz Yıl Savaşları'ndan bu yana antisemitizm, 'pogromlar', 
            engizisyon, Katarların katli vb. olaylarda görüldü. Milliyetçiliğin 
            geliştiği 19. ve 20. yüzyıldaysa, sömürgecilik, sosyal Darvinizm, 
            'apartheid' ve nihayet Holokost halinde devam etti.  
             
            Irkçılıkta bir hedef grup var. Bu grup ırki yani biyolojik olarak 
            sadece aşağılık görülmüyor, aynı zamanda tüm kötülüklerin de kaynağı 
            sayılıyor. Buna 'ötekileştirme' deniyor. ('Öteki' ile 'başkası' 
            arasında dağlar kadar fark var.) İlk aşamada toplum içinde tecrit 
            edilen bu grup, 1492'de İspanya'da olduğu gibi, korkunç bir 
            engizisyon mezalimiyle toplum dışına atılıyor veya Katarların 
            katlinde (13. yy.) ve Holokost'ta olduğu gibi yok ediliyor. Böylece 
            ülke, dünya, hatta kozmos kötülüklerden temizlenmiş oluyor.  
             
            Irkçılıkta baskın grup kendi kimliğinin günah ve suçluluk duyguları 
            uyandıran kötü yanlarını hedef gruba yansıtıyor. Hedef grup bir süre 
            kötü olmadığını savunsa da, sonunda kimliği yıkılıyor ve baskın 
            grubun tüm suçlamalarını kabulleniyor. Böylece kendisini aşağı 
            görüyor ve direnmeden ölüme gidiyor.  
             
            Irkçılıkta baskın grubun kültürü önemli. Bu kültürün bir nedenle 
            sürekli günah ya da suçluluk duygusu üretmesi ve bunu bir gruba 
            atmadan kurtulamaması gerekiyor.  
             
            Bizde böyle bir durum mu var?  
             
            Gündüz Aktan  
  
            
            Kimlikler ve 
            nüfus 
             
            LAİK Türkiye hiçbir zaman insanların mezheplerini sorarak nüfus 
            sayımı yapmadı, ama 1965 yılına kadar "anadil"i sorarak nüfus sayımı 
            yaptı. 
            Bugün elimizde kimliklere dair nüfus sayım rakamları yok. Tahminlere, 
            temennilere göre rakamlar ileri sürülüyor. 
            
            Resmi sayımlarda anadili Kürtçe olanların oranı 1965 yılına kadar 
            yüzde 8 civarında. O dönemde ekonomik ve sosyal yapıda önemli bir 
            değişiklik olmadığı için bu civarda sabitleşmiş olması tabiidir. 
            
            KONDA'ya göre bu oran artmış. 18 yaşın üstündekilerde anadili Kürtçe 
            olanların oranı yüzde 12, ama "Ben Kürdüm" diyenlerin oranı yüzde 
            9'dur; aradaki kesim kendisini "Türk, TC vatandaşı" gibi çeşitli 
            kavramlarla niteliyor. 
            Bu anadil ve aidiyet rakamlarına 18 yaş altındaki nüfusu da 
            ekleyerek hesaplanan Kürt nüfus oranı ise yüzde 15 KONDA'ya göre. Yüzde 15, yani 11 milyon civarında...  
            Avrupa Birliği'nin 2004 yılındaki İlerleme Raporu, Türkiye'deki Kürt 
            nüfusun sayısını 15 ile 20 milyon arasında göstermişti. KONDA'nın 
            araştırması, bu iddianın geçersizliğini ortaya koyuyor. 
            Oranda artış olmasının sebebi belli: elli yılda Türkiye'nin 
            batısında eğitim ve şehirleşme gibi dinamikler doğurganlığı düşürdü; 
            Doğu'da ise yüksek kırsal doğurganlık devam ederken sağlık 
            hizmetlerinin gelişmesi de nüfus oranını yukarıya çekti. 
             
            
            Kürt nüfusu 
            
            İranlı Kürtçü Prof. Mehrdad İzady'nin 
            iddiasının aksine, bu trend böyle sürüp gitmeyecek. Çünkü 
            1980'lerden itibaren bölgede hızlanan göç, şehirleşme ve eğitim gibi 
            dinamikler Kürtlerde de doğurganlığı azaltıyor. KONDA'ya göre, 
            Güneydoğu'da bir çatı altında 6'dan fazla kişinin barındığı 
            kalabalık ailelerin oranı yüzde 46.9'dur, ama İstanbul'daki 
            Kürtlerde kalabalık aile oranı yüzde 35'e düşüyor. 
            
            Doğu ve Güneydoğu'da doğurganlık hızı 1973 yılında 7.3 iken, 1998'de 
            4.2'ye indi. Şehirleşme, eğitim, iletişim, piyasa ekonomisi gibi 
            dinamikler bölgede de doğurganlığı 3'e doğru aşağıya çekiyor.Konunun diğer yönü, nüfusun ne kadar 'entegre' olduğudur. 
            
            Anadolu nüfusu, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar iç içe 
            geçiyor, entegre oluyor. Ulaştırma, şehirleşme, eğitim, piyasa 
            ekonomisi gibi dinamikler, asırlarca aynı yerde, aynı köyde oturmuş 
            insanları yeniden harmanlıyor. İşte "toplumun üçte biri yer 
            değiştirmiş"tir. 
            
            Etnik milliyetçiliklerin tasavvur ettiği "tek tip insan" gerçekdışı 
            kalıyor; onun için Kürtler ve bütün kimlikler yekpare birer siyasi, 
            sosyal, ekonomik ve kültürel bloklar olmaktan çıkıyor, iç içe 
            geçiyorlar. 
             
            
            Alevi nüfusu 
            Alevi olduğunu "söyleyenlerin" 
            oranı KONDA araştırmasında yüzde 5, yani 4.5 milyon. Ancak 
            Alevilerin önemli bir bölümü kimliğini söylemiyor. Uzun asırların 
            oluşturduğu bir çekingenliğin eseridir bu. 
            "Değişen Türkiye'de Din, Toplum ve Siyaset" adlı araştırmalarında 
            Prof. Binnaz Toprak ve Prof. Ali Çarkoğlu, 'yan sorularla' ilginç 
            bulgulara ulaşmışlardır: Peygamber'den sonraki en önemli din 
            büyükleri kimlerdir, diye sorulduğunda "Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli..." 
            diye cevap verenlerin oranı yüzde 11.4'e çıkıyor. 
            Bütün kimlik nüfusları bakımından sayıdan daha önemli iki husus 
            vardır: 
              - İlki hoşgörüdür. Saygılı davranmak, 'öbürü'nü rencide etmekten 
            sakınmaktır. 
 
              - İkincisi entegrasyondur. İş ilişkileriyle, sosyal münasebetlerle, 
            çeşitli partilerin, kulüplerin çatısı altında buluşarak evlilikler 
            yaparak kaynaşmaktır.
 
               
              
            Türkiye kasisli, keskin virajlı, uçurumlu bir yoldan bu yönde 
            ilerliyor. Düşmeden devam! 
             
              
              
              
              Uluslaşma ve Kürtler 
              
              ORTADOĞU'da uluslaşması gecikmiş kavim, 
              Kürtlerdir. Kürt milliyetçileri bunu "sömürgecilik, geri 
              bıraktırılmışlık" falan diye 'dış güçler'e bağlıyor. Halbuki 
              İranlı Kürt lider Abdurrahman Qasımlı'nın da gösterdiği gibi, esas 
              sebep, tarihsel Kürdistan coğrafyasının dağlık ve yayla 
              özelliğidir. Kürtler bu yüzden asırlar boyu hayvancılığa bağlı dağ 
              ve yayla göçebeleri olarak aşiretler halinde yaşadılar, 
              devletleşme ve uluslaşma tarihte gerçekleşmedi. 
              
              Ortadoğu'da Farslar en eski yerleşik kavimdir. 
              Araplarda ise, çöle bağlı 'bedavet' şartları yüzünden bir tarafta 
              aşiret yapısı devam ederken, öbür tarafta İslamla tarih sahnesine 
              çıkış ve yazılı dil gibi ortak bir bağa sahip olmaları sayesinde 
              Arap uluslaşması nispeten erken başladı, hâlâ devam eden çok 
              sancılı bir süreç. 
              
              Türkler ise bozkır göçebesiydi, bu sayede 
              kolayca tarım ve kent hayatına geçtiler, Selçuklu ve Osmanlı 
              devlet geleneği ve kurumları da Türklerde uluslaşma süreci için 
              köklü bir sosyolojik temel yarattı. İlk Kurtuluş Savaşı'nı ve 
              bölgede ilk ulus devleti Türklerin gerçekleştirmesi ve Türk adının 
              ırki değil, vatani bir kavram haline gelmesi bu bin yıllık 
              tarihsel sürecin ürünüdür. 
              
              
              
              Gecikmiş milliyetçilik 
              
              Kürt milliyetçiliği bir "gecikmiş 
              milliyetçilik"tir. Gecikmiş milliyetçilikler uluslaşmanın ilk 
              aşamasıdır, taşkın duygular yaratır. Batı'da milliyetçi savaşlar, 
              Pan hareketleri, doğuda Pan-Türkizm ve Pan-Arabizm böyleydi. 
              
              Gecikmiş milliyetçiliklerin "ulus" anlayışı çok 
              soyut, taşkın ve militandır: Aynı kavimden insanların "bir ulus" 
              olduğunu iddia eder, bunun için kan döker. Mehdi Zana'nın "Bütün 
              ırklar kendi ülkesine çekilsin" diye konuşması, Türkiye'nin 
              doğusunu "Kuzey Kürdistan" diye nitelemeleri böyle "Pan-Kürdist" 
              şoven iddialar. 
              
              Elbette Türkiye'nin 12 ilinde Kürtçe ağırlıklı 
              olarak kullanılıyor ama bu, "sosyolojik uluslaşma"yı ifade etmez. 
              Kürtler "sosyolojik uluslaşma"yı Kuzey Irak'ta yaşıyor. Çünkü 
              orada Kürtler, ihtilaflı Kerkük dışında sınırları belli bir 
              coğrafyada yaşıyorlar, Irak'ın 'İstanbul'u yok! Eskiden beri 
              feodal veya modern 'kendi' kurumları var; devlet ilanına sadece 
              uluslararası konjonktür müsait değil. 
              
              Türkiye'de ise... 
              
              KONDA'ya göre ana dili Kürtçe olanların oranı 
              yüzde 12; nüfus projeksiyonuyla yüzde 15; "Ben Kürdüm diyenler" 
              yüzde ise 9'dur. Dahası: 
              
                - Kürtlerin yarısı 
                ülkenin batı illerinde yaşıyor. Türk-Kürt evlenmesinden doğan 3 
                milyon insan var! Ekonomik gelişme doğudan batıya iş gücü göçünü, 
                batıdan doğuya da sermaye ve organizasyon göçünü gerektiriyor. 
                Nasıl ayırıp ayrı bir "ulus" çıkarılabilir?!
 
                - Kürt milliyetçileri 
                şoven bir duyguyla bu sosyolojik gerçeği görmüyor ya da zorla, 
                şiddetle değiştirmek istiyor ama halk bu gerçeği görüyor ve 
                benimsiyor. İşte KONDA'ya göre Kürtlerin sadece yüzde 38'i Kürt 
                milliyetçiliğine, DTP'ye oy veriyor, batı illerimizdeki 
                Kürtlerde bu oran dörtte birden aşağıya doğru iniyor.
 
               
              
              Türkiye'de geri çevrilemez bir "sosyolojik 
              entegrasyon" yaşanıyor, Pan-Kürdist milliyetçilik de Kürtçü veya 
              Kürtçü etnik milliyetçilikler de bu sosyolojik gerçeğe aykırıdır. 
              
              Çözüm etnik milliyetçilik değil, üniter devlet 
              içinde liberal bireysel özgürlükler ve sosyoekonomik gelişmedir; 
              entegrasyonun hızlanmasıdır. 
              
            Taha Akyo, Milliyet 
               | 
            
                | 
           
          
            | 
             
            
            Kürt sorununun 
            algılanması 
            Tarhan Erdem 
            yönetimindeki KONDA'nın yaptığı "Biz 
            kimiz?" anketinin sonuçları bir süredir Milliyet'te yayımlanıyor. 
            48 bin kişiyle yapılan anketlerin çeşitli sonuçları tartışılıyor. 
            Nüfusun etnik ve 
            mezhepsel yapısını anketle tam olarak saptamak elbette mümkün değil. 
            Anketi nüfus sayımı gibi algılamamak gerekir."Biz kimiz?" anketinin
            dün 
            yayımlanan kısmı "Kürt sorunu"yla ilgiliydi. 
            Toplumun "Kürt sorunu"nu nasıl algıladığını ortaya koyan sonuçlara 
            varılmıştı. 
            Ankete 
            katılanlara yöneltilen iki soru şöyleydi: 
            1- Güneydoğu 
            sorunu veya Kürt sorunuyla ilgili aşağıdaki görüşleri doğru mu, 
            yanlış mı buluyorsunuz? 
            2- Güneydoğu sorunu veya Kürt sorununun çözümü için aşağıdaki 
            politikaları doğru mu, yanlış mı buluyorsunuz? 
            
			
            Sorunun kaynağı 
            48 bin kişiyle 
            yüz yüze yapılan bu ankette "Kürt sorununun" nedenleri seçenekli 
            olarak verilmiş, "doğru" veya "yanlış" yanıtıyla sonuçlara varılmış. 
            Bu sonuçları değerlendiren KONDA'ya göre toplumun büyük çoğunluğu, "Kürt 
            sorunu"nun nedenlerini, "önem" sırasına göre şöyle sıralıyor: 
            1- Yabancı 
            devletlerin kışkırtması, 
            2- Kürtlerin ayrı devlet istemesi, 
            3- Genel sorunların Kürtlerle ilgiliymiş gibi gösterilmesi, 
            4- Kürtlerin kimlik sorunu, 
            5- Devletin Kürtlere farklı davranması. 
            Ankete 
            katılanların bu sıralaması PKK ve aynı çizgiyi izleyen parti ve 
            kuruluşların tezleriyle ters bir sıralama... 
            Şiddetli terör ve 
            sonrasındaki siyasallaşma sürecinde PKK ve aynı çizgideki 
            kuruluşların sorunun temel kaynağını, "Kürt kimliğinin tanınmaması" 
            olarak gördükleri biliniyor. Siyasal proje ise bağımsız Kürt devleti 
            olarak tanımlanıyordu. "Devletin Kürtlere farklı davranması" da 
            temel nedenlerden biri olarak sunuluyordu. Bu işin, "yabancı devlet 
            kışkırtması" olduğu yönündeki görüşler ise reddediliyordu. 
            Oysa, toplumun 
            algılaması aksi yönde görülüyor. 
            Bu algılama, ülke genelinde PKK propagandasının kabul görmediğini 
            ortaya koyuyor. 
            
			
            Ortak tutum 
            Anket 
            sonuçlarında dikkat çeken bir yön, sorunun çözülmesi için terörün 
            mutlaka yok edilmesi gerektiği görüşü. Yüzde 90 oranında kabul gören 
            bu görüşü, çözüm için atılması gereken ilk adım olarak algılamak 
            yanlış olmaz. 
            Terörün devam 
            ettiği bir ortamda herhangi bir önerinin yaşama geçirilmesi çok zor 
            hatta olanaksızdır. 
            Bu halde önce 
            terörün yok edilmesi ortak ve ilk hedef olarak görülmeli. Bir yandan 
            terörü veya terör tehdidini sürdürüp diğer yandan, "çözüm önerileri" 
            geliştirmek anlamlı değil.  
            Ankete katılanlar 
            yüzde 90 oranında bu görüşü doğru olarak nitelerken, diğer önerileri 
            "yanlış" buluyorlar. Bu tutum, terörün önlenmesini bir "önkoşul" 
            haline getiriyor. Örneğin milletvekili barajının düşürülmesi, Kürt 
            kültürünün geliştirilmesi için devletin katkı yapması, Kürtçe eğitim 
            olanağı sağlanması gibi önerileri yanlış bulanların oranı, doğru 
            bulanlardan yaklaşık iki kat daha fazla... 
            Bu sonuçlar 
            gösteriyor ki, terör ve terör tehdidi sürdükçe, önerilerin destek 
            bulması mümkün değil. 
            
            Fikret Bila, Milliyet    | 
           
          
            
  Gene Kürt 
  sayısı ve 'Türkiyelilik'  
   
  6 Ağustos 2006 ve 11 Mart 2007 tarihli yazılarımda, Türkiye'deki Kürt sayısını, 
  bu konuda yapılmış bütün bilimsel araştırmaları, istatistikleri ve 
  spekülasyonları bir arada değerlendirerek aktarmış; ortalıkta dolaştırılan 
  rakamların siyasî maksatlarla uydurulmuş olduğunu göstermiştik.  
   
  Hatırlanacağı üzere, Türkiye'deki Kürt nüfusunun, toplam nüfusun yüzde 7'si 
  ile 11'i arasında bulunduğu; yani 5 ile 8 milyon arasında değişebileceği ve en 
  fazla 8 milyon olduğu ortaya çıkmıştır. Bizce, Kürt nüfusu yüzde 8,5 oranında 
  ve 6,5 milyon civarındadır.  
   
  Günümüzde etnik kökeni biyolojik araştırmalarla ortaya çıkarmak mümkün 
  olmadığına göre, geçerli ölçü, konuşulan ana dile göre değerlendirme 
  yapılmasıdır. Bu konuda, en gerçekçi ve bilimsel veriler Türkiye İstatistik 
  Kurumu'nun (TÜİK ), ana dile göre nüfusun tesbit edildiği son sayım olan '1965 
  Genel Nüfus Sayımı' sonuçlarıdır.  
   
  Buna göre, 31.391.421 olan Türkiye Nüfusu'nun 2.219.502'si ana dili olarak 
  Kürtçe'yi beyan etmiştir. Bu sayı ise toplam nüfusun yüzde 7,07'sine tekabül 
  etmektedir.  
   
  Günümüzde Kürt nüfus oranının artmış olduğunu ileri sürenler, Kürtlerin diğer 
  etnik gruplara göre daha fazla doğurgan oldukları ve Türkiye ortalamasının 
  üstünde bir nüfus artış hızına sahip bulundukları görüşündedirler. Doğurganlık 
  ile ilgili elimizdeki tek veri, TÜİK tarafından yapılan bir çalışmadır. Buna 
  göre, Türkiye genelinde doğurganlık oranı yüzde 2,23 iken, Doğu ve 
  Güneydoğu'da bu oran yüzde 3,65'e yükselmektedir.  
   
  Buna mukabil, göç eden Kürtlerin yeni yerleşim birimlerinde diğer etnik 
  gruplara benzeşerek şehirleşmenin etkisiyle doğurganlıkta Türkiye ortalamasına 
  yaklaştığı görülmektedir. Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu'da bebek ölüm oranlarının 
  yüksek ve ortalama hayat sürelerinin düşük olması da nüfus artışında ters 
  etkendir. Diğer taraftan, bu bölgedeki Türk ve Arap nüfusunun da 
  doğurganlığının yüksek olduğu unutulmamalıdır.  
   
  KONDA'nın son araştırmasında üzerinde tartışılması gereken bir çok soru 
  işareti vardır. Önce, bu araştırmadaki soruların, denekleri yönlendirici 
  olduğunu ve yanlış düzenlendiğini düşünüyoruz. Bir kimlik araştırmasında, 'Türkiyelilik' 
  'Türkiye'yi sevmek' gibi sorular, 'Etnik kökeni Türk olmak' gibi 'ırk ayrımı' 
  çağrıştıran bir soruya alternatif tutulursa, ilk grubun cevaplandırılması 
  oranının yüksek olacağı bellidir. Bu nevi kimlik araştırmalarında esas olan 
  ucu açık sorulardır.  
   
  Yönlendirmede bulunmadan tevcih edilen ucu açık bir kimlik sorusuna hiç kimse 
  'Türkiyeliyim' diye cevap vermez. Siz hiç İngiltere 'e, Fransa'da, Almanya'da 
  yapılan bir kimlik araştırmasında, deneklerin 'İngiltereliyim', 'Fransalıyım', 
  'Almanyalıyım' dediğini duydunuz mu?  
   
  Diğer taraftan araştırmada, 'Türkler' ile 'Türk kökenliler' bile ayrı grup 
  içinde ele alınırken, birbirinden tamamen farklı etnik ve dil yapısına sahip 
  bulunan Kürtler ile Zazaların aynı grup içinde değerlendirilmesi de, ilk göze 
  çarpan yanlışlıklar arasındadır.  
   
  Bugüne kadar bilimsel metodlarla yapılmış hesaplamalarda bulunan en yüksek 
  Kürt nüfus oranı, 1990 yılı için yüzde 12,6 mertebesindedir. Bu ise, 2006 yılı 
  itibariyle 9,3 milyon nüfusa tekabül etmektedir (Servet Mutlu, "Population of 
  Turkey by Ethnic Groups and Provinces").  
   
  KONDA'nın son araştırmasında ileri sürülen, nüfusun yüzde 15,6'sının Kürt 
  olduğu, böylece Türkiye'de 11 milyon 445 bin Kürt bulunduğu iddiası yanlıştır 
  ve bizzat kendi ana dil rakamlarına ters düşmektedir. Çünkü, araştırmada 
  yetişkinler içinde Kürtçe'yi ana dil olarak gösterenlerin oranı yüzde 
  11,97'dir. 18 yaşın altındaki nüfusun 3,6 puan oynaması mümkün olmadığı gibi, 
  yetişkin olmayan nüfusun kimliğinin zaman içinde aynı trendi göstereceği 
  varsayımı da doğru değildir.  
   
  Buna göre, ana dil rakamları açısından yüzde 11,97'lik bir oran da 8 milyon 
  850 bin civarında bir nüfusu ifade eder ki, bu sonuç da başlangıçtaki 
  tahminlerimizin teyidi mahiyetindedir.  
   
  Kaldı ki, yıllardır anlatmaya çalıştığımız gibi, yüzde 84,54'ü yani yaklaşık 
  olarak yüzde 85'i aynı dili benimseyen bir topluma asla 'mozaik' denilemez. 
   
  Hasan Celal Güzel 
   
   
  
  Psikolojik Harekâtın Hedefi (1)  
   
  Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, her gün maruz kaldığımız ancak pek de 
  farkında olduğunuzu sanmadığım bir 'psikolojik harekât'tan bahsetmek istiyorum. 
  Türkiye bugün Kürtler, Kuzey Irak, peşmergeler, Türkmenler ve PKK konularında 
  yüksek yoğunluklu bir psikolojik harekâtın hedefinde bulunuyor. Hergün, 
  birileri medyada arz-ı endam eyleyerek, 'ezber bozma' adı altında aynı şeyleri 
  tekrarlayıp duruyorlar. Ünlü kitle psikolojisi uzmanı Gustave le Bon, 
  kitlelerin ruhuna bazı fikir ve inançları yerleştirmek için 'iddia-tekrar-sirayet' 
  ten oluşan üçlü bir yönteme başvurulduğunu belirtir.  
   
  Bu hafta, sütunlarımın elverdiği nisbette, Türkiye'nin ve halkımızın maruz 
  kaldığı bu psikolojik harekâttan misaller vermeye çalışacağım.  
   
  'Türkiye 
  bir mozaiktir'  
   
  Bu iddia, bir zamanlar KGB'nin Türkiye üzerinde yürüttüğü bir psikolojik 
  harekât sloganıdır. Ne yazık ki, ülkemizde cumhurbaşkanları, başbakanlar bile 
  bu sloganın tuzağına düşmüştür. Bu sloganda vurgulanan esas nokta, Türkiye'nin 
  etnik yapısıdır.  
   
  Bu konuda asıl hedef, Türkiye'nin etnik bütünlüğünün olmadığını ileri sürerek 
  federatif sisteme ve bölünmeye giden yolu açmaktır. Halbuki, çeşitli 
  araştırmalara ve istatistiklere göre, Türkiye'de yaşayan insanların en az 
  yüzde 85'i Türk kökenlidir. Bu derece homojen bir yapıyı, hiç bir millî 
  devletin bünyesinde kolay kolay gösteremezsiniz. ABD'de 'Ethnologue Data from 
  Languages of the World' adlı araştırma kurumunun hazırladığı 'Türkiye'de Etnik 
  Dağılım' başlıklı raporda, 2001 yılı içinde Türkiye'de etnik nüfus oranı yüzde 
  13.79 olarak gösterilmiştir (Yani, yüzde 86.21 Türk asıllıdır). Gene Eylül 
  2005'te AB Eurobarometer Anketi'nde, ana dilini Türkçe olarak bildirenlerin (yani 
  Türk kimliğini benimseyenlerin) oranı yüzde 93 olarak tesbit edilmiştir.  
  Böyle bir topluluğa 'mozaik' diyebilir misiniz?  
  Bu arada, geri kalan yüzde 7'lik kısmın da bizim kardeşimiz olduğunu ve hiçbir 
  ayrım yapmadığımızı belirtmeliyiz.  
   
  'Hangimiz 
  Türküz canım?'  
   
  Büyük Atatürk, bu vatan topraklarında yeni kurulan Türk Devleti'nin köklerini 
  sağlamlaştırmak için 'tarih tezleri' ortaya koymaya çalışmışken, günümüzde 
  bazı sütü bozuk aydın mâkulesinin bir teranesi vardır: 'Canım, hangimiz Türküz 
  ki?' diye tekrarlayıp dururlar. Kimi, 1071'den sonra Anadolu'ya gelen birkaç 
  Türk boyu ile Türkleşmenin sağlanamayacağını söylerken, kimileri de 'Anadolu 
  uygarlıkları' safsatasıyla bizi, İyonların, Bizanslıların torunu hâline 
  getirmeye bayılırlar. Hatta, son zamanlarda Türkiye'deki insanımızın 
  kafatasıyla, kanıyla, genetik yapısıyla uğraşanlar dahi zuhur etmiştir. Bütün 
  milliyetçileri/vatanseverleri yerli yersiz ırkçılıkla itham edenler, âdeta 
  insanımızın Türk olmadığını ispatlamayı kendilerine iş edinmişlerdir.  
   
  Halbuki, Marko Polo bile tâ 13. asırda bu ülkeye 'Türkiye' demiştir. Başta 
  Anadolu olmak üzere, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar'daki bin yıllık Türk 
  yerleşimleri ve bu bölgeye akın akın göç eden Türk nüfusu, arşiv kayıtlarında 
  ayrıntılı şekilde tescil edilmiştir.  
   
  'Türkiye'de 
  25 milyon Kürt var'  
   
  Evvelâ şunu belirtelim ki, Türkiye'de yaşayan insanımız Türk, Kürt veya başka 
  bir etnik yapıda olsun bizim için aynı değerdedir. Dönüp de bir bakınız, 
  bugüne kadar hangi milliyetçi bu ayrımı yapmış; eserlerinde etnik nüfus 
  istatistikleri vermiştir? Lâkin, ırkçılık yapan bölücü Kürtçüler, sanki Kürt 
  asıllı vatandaşlarımızın sayısı bizi rahatsız edermiş gibi, Türkiye'deki Kürt 
  sayısını açık artırmaya çıkarmışlardır.  
  Önceleri 9 milyondan başlayarak (Talabani, Der Spiegel, Mart 1991); sonra 15 
  milyona (Kemal Burkay, daha sonra Muzaffer Demir); nihayet 20-25 milyona 
  ulaşmışlardır.  
   
  Akılları sıra, böylece Kürt sayısının Türkiye nüfusunun üçte biri üzerinde 
  olduğunu ileri sürerek Türkiye'nin bölünmesi tezlerine gerekçe uyduracaklardır.
   
  P. A. Andrews'in yaptığı araştırmaya göre, Türkiye'deki Kürt nüfusu oranı 
  yüzde 8,36 olarak bulunmuştur (Prof. Dr. Mehmet Şahingöz). TÜİK'in ana dili 
  esas alarak yaptığı sayımlarda bu oran yüzde 7,07'dir. Hacettepe Üniversitesi 
  Nüfus Etüdleri Enstitüsü'nün yaptığı araştırmaya göre yüzde 6,2'dir (Prof. Dr. 
  Aykut Toros, 1992). Ayrıca, Ali Tayyar Önder, Kürt ve Zaza nüfus oranını yüzde 
  7,84 olarak hesaplamıştır. 
   
  Kısaca, bu oranın en fazla yüzde 8,5 civarında olduğu ve bunun da 6,5 
  milyonluk bir nüfusa tekabül ettiği anlaşılmaktadır.  
   
  'Kürtler 
  ezilmiş ve hakları verilmemiştir'  
   
  Popülist politikacıların ve papağan aydınların ne yazık ki ikide bir 
  tekrarladıkları bu slogan, tamamen gerçek dışıdır.  
   
  Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan bugüne kadar Türk, Kürt ve diğer 
  vatandaşlarımız arasında hiçbir ayrım yapılmamıştır. Kürtler asla azınlık 
  olarak kabul edilmemiş; her türlü siyasî ve hukukî haklara sahip olmuşlardır.
   
  Tek parti rejimi ve özellikle şeflik döneminde insan hakları ve hürriyetler 
  konusundaki baskılar sadece Kürtler için değil, Türkiye'de yaşayan herkes için 
  geçerlidir. Herhangi bir vatandaşa, ırk esası üzerinden ayrımcılık ve zulüm 
  yapıldığı söylenemez.  
   
  12 Eylül Dönemi'nde Türkçe'nin dışındaki diller ile ilgili sınırlama da, 
  demokrasiye dönülünce uygulamaya konulmadan kaldırılmıştır.  
   
  Türkiye'de, Kürt asıllı Türk vatandaşları, devletin ve toplumun en üst 
  kademelerinde görev almışlar; cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı, 
  savcı, hâkim, kaymakam, vali olmuşlardır. Biz bunu söyleyince, bazıları itiraz 
  edip 'Kendi kimlikleriyle olmamışlardır' diyorlar. Üniter bir devlette birden 
  fazla millet ve millî kimlik olmaz. Çok imrendikleri Amerika'da, İngiltere'de, 
  Fransa'da, Almanya'da birden fazla siyasî kimlik gösterebilir misiniz?  
   
  'Kürt 
  sorununa siyasal ve demokratik çözüm'  
   
  İlk nazarda kulağa çok hoş gelen bu 'barışçı' sloganın asıl hedefi, Türkiye'de 
  terörle mücadele için alınacak tedbirleri gevşetmek ve yönetimi atalete sevk 
  etmektir. Bu parlak lafların sihrine kapılan aydınlar, aslında ırkçı 
  ayrılıkçıların yürüttüğü ve arkasında ABD-AB çevreleri olan bir psikolojik 
  harekâtın istismarına maruz kalmaktadırlar.  
   
  Kendilerine 'Siyasal ve demokratik çözüm nedir?' sorusunu yönelttiğimiz bu 
  aydınlardan hiç biri, tutarlı ve çözüm teşkil edecek bir cevap verememişlerdir. 
  Çünkü, bu sözde çözüm talepleri, her defasında mahiyet değiştirerek karşımıza 
  çıkmakta; Türkiye'nin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan 
  kaldıracak boyutlara ulaşmaktadır. Önce bazı masumane kültürel talepler, sonra 
  teröristlerin affı, daha sonra da siyasî talepler birbirini takip etmekte; 
  çözüm iddiaları özerk yönetim ve federasyona kadar uzanabilmektedir.  
   
  Bütün bunlardan sonra bölünme aşamasına gelineceğini anlamamak için ya çok saf 
  ya da art niyetli olmak gerekir.  
   
  Hasan Celal Güzel 
   
  
  Türkiye, Yüksek Yoğunluklu Psikolojik Harekâtın Hedefi (2)  
   
  Sevgili okuyucular, geçen pazar sohbetinde yazdıklarımız çok ilgi çekti. 
  Özellikle Türkiye'deki Kürt sayısı hakkında sunduğumuz bilimsel veriler, 
  değerli gazeteci Oktay Ekşi'nin deyimiyle 'balonu patlattı'. Buna karşılık 
  olarak ileri sürülen sayılar, tamamen mesnetsiz ve gerçek dışıdır. Meselâ, 
  sevgili Yalçın Doğan, eski Olağanüstü Hâl Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu'nun 
  telaffuz ettiği 12 milyonu 'devletin resmî rakamı' olarak varsaymış. Bu sayı, 
  hiçbir şekilde resmî ve bilimsel değildir; sadece kişisel bir tahminden 
  ibarettir.  
   
  Bu hafta da Türkiye'nin maruz kaldığı psikolojik harekâtın örneklerini vermeye 
  devam ediyoruz.  
   
  'Üst 
  kimlik Türkiyelilik'  
   
  Efendim, bizdeki bazı sözde aydınlar ile Kürtçüler, 'Tek kültürlü ulus-devlet 
  modeli yerine, Türkiyelilik üst kimliği altında çok kültürlü yeni bir toplum 
  modeli' iddiasındadırlar. Tabiatıyla bu çok parçalı toplum modelinin de, kısa 
  zamanda yeni bir siyasî modele, yani 'federal' bir sisteme geçilerek bölünme 
  yolunu açacağı bellidir. Çünkü, 'çok milletli' bir devletin siyasî varlığını 
  devam ettirmesi mümkün değildir.  
   
  Dünyanın hiçbir üniter (tekçi) devletinin anayasasında, sadece coğrafyaya 
  dayanan bir vatandaşlık tanımı gösteremezsiniz. Vatandaşlar, Amerikan, İngiliz, 
  Fransız, Alman, İtalyan vs. olarak vasıflandırılır. Kendisini sadece yaşadığı 
  coğrafya ile ifade eden, köklü bir tarih ve kültüre sahip ülke gördünüz mü? Bu 
  ülkelerde yaşayanların kendilerini 'İngiltereli', 'Fransalı', 'İspanyalı' ya 
  da 'Yunanistanlı' olarak tanımladıklarını hiç duydunuz mu? Herhangi bir 
  yabancı dilde 'Türkiyeli' sözünün karşılığı var mıdır?  
   
  Sorarım size, bu topraklarda yaşayan bunca insanın coğrafyadan başka ortak 
  değeri yok mudur?  
   
  Anayasa'nın 66. maddesine göre, 'Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı 
  olan herkes Türktür'. 'Türk' , 'Türk milleti', 'Türk devleti' derken 
  kullandığımız 'Türk' sıfatı da etnik bir tavsifi değil, vatandaşlığı ve üst 
  kimliği ifade etmektedir. Üst kimlikteki 'Türklüğün' yerine 'Türkiyeliliği' 
  koyarsanız, içi boşaltılmış kuru bir pasaport ve ırkçılık peşindeki insanlarla 
  karşılaşırsınız.  
   
  Türkiye'de yapılması gereken, çok kültürlü federatif model arayışlarından 
  vazgeçilerek, 'Türk kimliği'nin iyi anlaşılması ve hazmedilmesidir.  
   
  'Yükselen 
  milliyetçilik tehlikelidir'  
   
  Türkiye'de son dönemde 'milliyetçiliğin yükseldiği' ve demokratik rejimi 
  tehdit eden boyutlara ulaştığı iddia edilmektedir. Bu iddiaların dayanağını 
  araştırdığımızda, Mersin'de Türk bayrağının yakılması olayına karşı tepkileri, 
  Trabzon'daki Rahip Sartoro cinayetini ve özellikle Hrant Dink cinayetini 
  görürsünüz. Hiç şüphesiz, çocuk yaşta da olsalar, bu cinayetlerin failleri hoş 
  görülemez ve bu cinayetler milliyetçi tepki olarak gösterilemez. Ancak, bu 
  gerekçelerle Türkiye'de -Avrupa'daki benzerlerinde olduğu gibi- şiddete dayalı, 
  nasyonalist/faşist anlamda bir milliyetçiliğin varlığından ve yükselişinden de 
  söz edilemez.  
   
  Türkiye'deki 'milliyetçilik' anlayışıyla, Batı'da özellikle iki dünya savaşı 
  arasında görülen ırk ayrımcısı 'nasyonalizm' birbirinden tamamen farklıdır. 
  Olayları Batı gözlüğüyle değerlendiren, toplumuna yabancılaşmış aydınlar, Türk 
  insanının millî tepkilerini 'yükselen milliyetçilik' olarak görmekte ve 
  vatansever kitleleri faşistlikle suçlamaya kalkmaktadır.  
   
  Son yıllarda Türk milletinin maruz kaldığı baskılar karşısında, hangi millet 
  olsa çok daha fazla milliyetçi tepkiler gösterirdi. Şöyle bir düşünelim: AB 
  kapısında yarım asırdır bekletilmemize rağmen alınmamışız; bizden çok 
  sonraları başvurmuş olan üçbuçuk Demirperde gerisi ülkesi bile alınırken, bize 
  'özel statü' teklif edilmiş. Kıbrıs'ta her türlü çözüme razı olmuşken, bir 
  avuç Rum, AB'ye üye alınıp, üstelik başımıza oturtulmuş ve vaatler yerine 
  getirilmemiş. Kendi öz kardeşlerimiz olan Alevileri ve Kürtleri 'azınlık' 
  saymamız istenmiş.  
   
  Atalarımız, birer soykırımcı katil olarak vasıflandırılmış; üstelik bizim de 
  bu iftiraları kabullenmemiz için baskılar yapılıyor. Böylesine haksız bir 
  tablo karşısında vatansever insanımızın gösterdiği tepkiler haksız mıdır?..
   
  Bizim insanımız ayrımcılığa o derece karşıdır ki, ırkçı-bölücü teröristlerin 
  şehit ettiği Mehmetçiklerin albayrağa sarılı cenazelerinde bile, teröristleri 
  lânetleyen sloganların dışında tek bir ayrımcı tepki göstermemiştir.  
   
  Türk toplumu, vatansever ve sağlıklı bir toplumdur. Milliyetçilik, Türkiye 
  Cumhuriyeti Devleti'nin bekasının teminatı ve sigortasıdır. Bizim 
  milliyetçiliğimiz, tarihimizin hiçbir devresinde ırkçı ve ayrımcı olmamıştır.
   
  Unutmayınız ki, bugün 18 Mart'ta kutladığımız Çanakkale Zaferi, atalarımızın 
  imanı, milliyetçiliği, vatan ve millet sevgisi sayesinde kazanılmıştır. 
   
  
  Türkiye'de Kürt sayısı nedir?  
   
  Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde, üzerinde bol bol tartışılan ve 
  spekülasyonlar yapılan Türkiye'deki Kürt nüfusu hakkında bildiklerimi 
  aktarmaya çalışacağım.  
   
  Evvelâ, şu noktanın altını çizmeliyim ki, Türk-Kürt ayrımına tamamen karşıyım. 
  Türkiye'de yaşayan her vatandaşın eşit olduğunu düşünüyorum. Altkimlikleri 
  nasıl ifade edilirse edilsin, Kürtler Türk Milleti'nin ayrılmaz bir parçası ve 
  bizim öz kardeşlerimizdir. Onlardan bahsederken 'biz-onlar' ayrımını yapmak 
  bile beni incitiyor.  
   
  Lâkin, Türkiye'de ayrılıkçı-ırkçı-Kürtçülerin nasıl ayrımcılık yaptıklarını ve 
  bazı dış mihraklar tarafından da nasıl desteklendiklerini hepimiz biliyoruz.
   
   
  
  Atmasyonun böylesi görülmemiştir  
   
  Kürtçülerin, tamamen ayrılıkçı emellerle Türkiye'deki Kürt nüfusunu yüksek 
  gösterme gayretleri bazen 'açık arttırma'ya dönüştürülmektedir. Meşhedi 
  Cafer'e rahmet okutturacak şekilde rakamlar savuranlar, iddialarını toplam 
  nüfusun yüzde 15'inden başlatarak yüzde 20, yüzde 25, hatta üçte birine kadar 
  yükseltmektedirler. Ancak, mübalağalı, siyasî ve ideolojik varsayımlı bu 
  iddiaların hiçbirinin bilimsel, hatta mantıklı bir kaynağa dayanmadığı 
  görülmektedir.  
  Bir haftalık dergide de yer alan Mehrdad İzady'nin tahminlerine(!) göre, 2050 
  yılında Türkiye'deki Kürt nüfusu Türk nüfusunu geçecekmiş. Meşhedi Cafer'in 
  ahfadından(!) geldiğini sandığımız İranlı Kürtçü İzady, 1991 Kasım'ında New 
  York'ta Kürt Enstitüsü'nde yapılan bir konferansta, Türkiye'deki Kürt 
  nüfusunun 2020 yılında 34 milyona ve 2050 yılında 49 milyona çıkacağını iddia 
  etmişti. İzady, Prof. Justin McCarthy'nin, görüşlerinin hangi bilimsel 
  verilere dayandırıldığına dair sorusuna ise "İstatistiklere değil, 
  Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi'nin Körfez Savaşı sırasında telaffuz 
  ettiği bazı rakamlara, geçen yüzyılda atla dolaşıp tahminlerde bulunan 
  seyyahlara ve siyasî beyanlara" dayandırıldığını söylemişti (Mustafa Akyol).
   
   
  Time dergisi 18 Mart 1991 tarihli sayısında, Türkiye'de 8 milyon Kürt olduğunu 
  yazmış; ancak iki hafta sonraki 1 Nisan 1991 tarihli sayısında -bu rakamı az 
  bulmuş olacak ki- Türkiye'deki Kürt nüfusu sayısını bir anda ikiye katlayarak 
  14.5 milyona çıkarmıştır (Mustafa Akyol).  
   
  Aynı yılın mart ayında Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan, 'Türkiye'de 
  25 milyon Kürt var' diye açıklama yapmıştır. Talabanî, 1991 Mart'ında Der 
  Spiegel'e yaptığı açıklamada, 'Topraklarında 9 milyondan fazla Kürdün yaşadığı 
  Türkiye...' şeklinde beyanda bulunmuşken; Kemal Burkay, aynı yılın aralık 
  ayındaki basın açıklamasında Türkiye'de 15 milyon Kürt olduğunu iddia etmiştir.
   
   
  Gene, 24 Aralık 1994 tarihinde yayımlanan aynı TV programında Kürtçü 
  milletvekili Muzaffer Demir Kürt nüfusunu 15 milyon, Mahmut Alınak ise 20 
  milyon olarak ileri sürmüşlerdir.  
   
  Bütün bunlar, aynı dönem itibariyle Kürtçülerin kendi aralarında bile nasıl 
  çelişkiye düştüklerini ve Türkiye'deki Kürt sayısı hakkında hiçbir bilimsel 
  dayanağı olmayan rakamlar verdiklerini göstermektedir.  
   
  
  Gerçek rakam nedir?  
   
  Türkiye'deki Kürt nüfusu hakkında en gerçekçi ve bilimsel veriler Devlet 
  İstatistik Enstitüsü'nün (şimdi TÜİK) 1965 nüfus sayımlarıdır. Buna göre, 
  31.391.421 olan Türkiye Nüfusu'nun 2.219.502'si ana dili olarak Kürtçe'yi 
  beyan etmiştir. Bu sayı, toplam nüfusun yüzde 7.07'sine tekabül etmektedir. Bu 
  tarihten sonra yapılan nüfus sayımlarında nüfusun ana dile göre dağılımı 
  yapılmamıştır.  
   
  Günümüzde Kürt nüfusu oranının artmış olduğunu savunanlar, Kürtlerin diğer 
  etnikaltı gruplara göre daha fazla doğurgan olduklarını ve Türkiye 
  ortalamasının üstünde bir nüfus artış hızına sahip bulunduklarını ileri 
  sürmektedirler. Doğurganlık konusunda elimizdeki tek veri ise, gene İstatistik 
  Kurumu'nca yapılan bir çalışmadır. Buna göre, Türkiye genelinde doğurganlık 
  oranı yüzde 2.23 iken, Doğu ve Güneydoğu'da bu oran yüzde 3.65'e 
  yükselmektedir.  
  Buna karşılık, göç eden Kürtlerin yeni yerleşimlerinde diğer etnikaltı 
  gruplara benzeşerek şehirleşme sonucunda nüfus artış hızı bakımından Türkiye 
  Türkiye ortalamasına yaklaştığı görülmektedir. Diğer taraftan, anılan 
  bölgelerde bebek ölüm oranlarının yüksek ve ortalama hayat sürelerinin düşük 
  olması ise nüfus artışında ters etkenlerdir.  
   
  Kürt nüfusu hakkında, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Başkanı 
  Prof. Aykut Toros ve ekibi, genel nüfus sayımlarını esas olarak yaptıkları 
  projeksiyonlarda, 1992 yılında ana dili Kürtçe olanların oranını yüzde 6.2 
  olarak tesbit etmişlerdir.  
   
  Türkiye'nin etnik yapısı konusunda bugüne kadar yapılan çalışmaları bilimsel 
  şekilde değerlendiren Ali Tayyar Önder ise 2006 yılı itibariyle 74 milyonluk 
  Türkiye nüfusu içerisinde Kürt sayısını 5 milyon (yüzde 6.76), Zaza sayısını 
  800 bin (yüzde 1.08) olarak tesbit etmiştir. Buna göre -Zazalar Kürt 
  olmadıkları halde- Kürt ve Zaza nüfusunun toplam içindeki oranı yüzde 7.84 
  olarak bulunmaktadır.  
   
  Gazi Üniversitesi'nden Prof. Mehmet Şahingöz'ün, P. A. Andrews'in merkezi 
  ABD'de bulunan 'Ethnologue Data from Languages of the World' adlı kuruluşta 
  hazırladığı çalışmasında, Kürt nüfusunun oranı yüzde 8.36 olarak tesbit 
  edilmiştir. Bu konuda, bugüne kadar bulunan akademik temelli en yüksek oran, 
  Andrews'in 'Türkiye'de Etnik Dağılım' başlıklı raporunda 2001 yılı içinde 
  toplam etnik nüfus yüzde 13.79 olarak gösterilmiştir.  
   
  Ayrıca, Eylül 2005'te 'AB Eurobarometer Anketi'nde, ana dilini Türkçe olarak 
  bildirenlerin oranı yüzde 93 olarak bulunmuş ve Kürtleri de içine alan geri 
  kalan nüfusun yüzde 7'yi geçmediği görülmüştür.  
   
  Kürt nüfusunun hesaplanmasında Kürtçü siyasî partilerin aldıkları oylar da bir 
  gösterge sayılabilir. Her ne kadar Kürt nüfusunun tamamının bu siyasî 
  partilere oy vermedikleri bilinse de, seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar, Kürt 
  nüfusunun Kürtçülerin mübalağalarına uygun miktarda olmadığını göstermektedir. 
  Nitekim, 1995 Aralık Genel Seçimlerinde HADEP, PKK'nın tehdit ve baskılarına 
  karşılık -Kürtçüler dışındaki sol oyların da eklenmesiyle- ancak yüzde 4.17 
  oranında oy alabilmiş; gene 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde de DEHAP'ın yüzde 
  6.2 oranında oy alarak yüzde 10'luk seçim barajının altında kaldığı 
  görülmüştür. 
  Bütün bu analizlerin sonucunda, 1965 Nüfus 
  Sayımı sonuçlarının Kürt nüfusu lehine yüzde 50 oranında arttığı varsayılsa 
  bile, 2006 yılı itibarıyla Türkiye'deki Kürt nüfus oranının en fazla yüzde 
  11'e çıkabileceği (yüzde 7 ile yüzde 11 arasında bulunduğu); Kürt sayısının da 
  5 ile 8 milyon arasında değişeceği ve en fazla 8 milyon olduğu 
  hesaplanmaktadır (Safiye Dündar).  
   
  Böyle bir topluma hiç 'mozaik' diyebilir misiniz?  
   
  Hasan Celal Güzel  | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            |   | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            | 
              | 
           
          
            |   | 
           
          
            |   | 
           
          
            |   | 
           
         
 
 |