Tuana (Tuwana),
Tyana, Kemerhisar, Bahçeli
Tuana (pdf
Selcuklu ve Osmanli Doneminde Tuana - Tyana
Yukarıda belirtildiği gibi Güney Kapadokya'nm başkenti Tyana'yı
Araplar son kez 931 yılında ele geçirip Hıristiyanla-ra kalmasın
diye yıkıp yağmalamışlar. Canı yanan halk kendi gücüyle düşmanı
Toroslara kadar kovalamıştır. Bu durumdan sonra Bizanslıların
eskiden olduğu gibi Tyana ile ilgilenme¬dikleri görülmüştür; eski
başkent sönükleşmiş, kendi kaderine terk edilmiştir. Eski
dönemlerdeki parlak günlerini düşleyerek derin uykuya dalmıştır.
Bülent Yüksel'in ağıt tarzında söylediği Tuana şarkısında olduğu
gibi, "Uyan da gel Tuana yüreğim kan ağlıyor, Uyan da gel, Ah,
hieyyii..."
Tarihin akışı içinde, ilk dönemlerde çok önemli olan yerlerin bir
başka dönemde önemlerini kaybettikleri, onların yerlerine diğer
yerlerin önem kazandıkları bilinmektedir. Eski Tuana -Tyana'mn
yerine de Niğde ve Bor gelişip önem kazanmıştır.
1071'de Türkler Bizanslılarla Malazgirt'te yaptıkları savaşı
kazandıktan sonra Anadolu'da ilerlemişlerdir.
1075'te Selçuklu Devleti kurulmuştur. 1166 yılında Daniş-mentli Emir
Gazi Niğde ve Tuana çevresini almıştır.
Selçuklular döneminde Niğde önem kazanmış, burada bugünlere dek
ayakta kalan değerli anıt eserler yapılmıştır:
1. Alaeddin Keykubat zamanında Niğde Valisi Zeyneddin Beşare
(1219-1237) Alaeddin Camii'ni, İlhanlılar zamanında Niğde
dirliğinden sorumlu, tarihimizde ilk kadın Vali Hüdavent Hatun (312)
Hüdavent Hatun Türbesi'ni, Niğde Emiri Sungur Ağa (1335) Sungur
Camiini, Karamanoğulları zamanında Ala¬eddin oğlu Ali Bey (1409)
Akmedrese'yi yaptırmıştır.
1243 yılında Kösedağ Savaşında Selçuklular yenilince Hu-lagu Han
İlhanlı İmparatorluğunu kurmuştur. Kardeşi Argun Hanla evlenen 4.
Kılıç Aslan'ın bilgin kızı Hüdavent Hatun sa¬rayda üvey oğlu Gazan
Mahmut Han'a İslam dininin esaslarını öğretmiştir.
1295'te tahta çıkan Gazan Mahmut Han Hüdavent Hatun'u 1312'de
Niğde'ye yönetici (tarihimizde ilk kadın vali) atamıştır. 13 Nisan
1330'da ölen Hüdavent Hatun'un mezarı bir anıt yapıt olan kendi
yaptırdığı türbededir.
Niğde ve yöresine 1336'da Eretna Beyliği, 1357'de Kara¬manoğulları,
1471'den sonra da 532 yıl Osmanlılar egemen olmuşlardır.
1649 yılında Evliya Çelebi Bor'da bir süre konaklamıştır. Onun
verdiği bilgiye göre, Bor ve eski başkent Tuana - Tyana İzzettin
Mesut tarafından alın¬mıştır. Selçukluların duraklama devrinde
buralar Moğollarla Sel¬çuklular arasındaki kargaşaya sahne olmuştur.
Bir süre Eretna beylerinin yönetiminde kalmış olan Niğde ve çevresi
daha Sonra Karamanoğlu İbrahim Bey'in yönetimine geçmiştir. En
sonunda Yıldırım Beyazıt burayı Osmanlı ülkesine katmıştır.
Bor'un 13 köyü vardır. Bahçeli, Kemerhisar (eski başkent Tuana-
Tyana) bunlar arasındadır. Yıllar önce Bor'da kaldığı süre içinde
Evliya Çelebi izlenimlerini, "Bor'un havası ve suyu hoştur. Halk
gayet dürüst, ayan ve eşraf sevimli kimselerdir. Bağ ve bahçelerinde
mesire yerleri çoktur. Çevresinde (Bahçeli - Kemerhisar) çeşit çeşit
meyve ve sulu üzümlerinin yanı sıra "kişniş"denilen üzüm cinsi de
meşhurdur. " diye yazmıştır.
Başlangıçta önemli kentler arasında gözde olan Tuana ve Tyana
Osmanlılar zamanında da sönük kalmıştır. Onun yerine Niğde, Aksaray,
Kayseri, Konya baymdırlaşmıştır. Artık Anadolu üzerinden Avrupa'ya
tek geçit olarak bilinen Gülek Boğazı, Çiftehan, Elmalı Vadisi'ni
takip ederek Başmakçı, Toraman, Eminlik üzerinden Tuana'ya ulaşan
tarihi İpek Yolu'na değil, Konya - Aksaray üzerinden Nevşehir -
Kayseri'ye giden yola önem verilmiştir. Bu yol boyunca konaklama
yerleri (hanlar) yaptırılmıştır.
1410'da Alaettin Ali Bey zamanında, Bor'da Sultan Alaettin Camii'nin
yaptırıldığı yıllarda, eskiden yapılmış kiliselere ve burada yaşayan
Hıristiyanlara dokunulmadığı görülmüştür. Ancak bazı kasaba ve
köylere (eski başkent Tuana dahil) dağlardaki göçerlerden Oğuz, Kayı,
Kınık, Bayat, Bektik, Eymir, Saltuk, Avşar ve Türkmenler
yerleştirilmiş, bunların yerleşik düzene geçmeleri sağlanmıştır.
1471 II. Bayezıt döneminde Bor ve Tuana Niğde'ye bağlı birer belde
olarak kalmışlardır. Ancak Sokullu Mehmet Paşa 1584'te Bor'da cami
ve bedesten yaptırdıktan sonra Bor ilçe olarak Niğde'ye
bağlanmıştır. (Bor'la ilgili daha geniş bilgi, H. Emin ATLI'nın
"Geçmişten Günümüze Bor" adlı yapıtında bulunmaktadır).
sb
Tuana’da son donemler
Osmanlılar zamanında eski Tuana'mn yerine kurulmuş olan Bağçalı
(Diravun, Kergah) ile Kilisehisar Niğde, Bor'la bir¬likte Konya
iline bağlanmıştır. O dönemde bu köyler bir asker alınırken, bir
padişah hesabına barut yapmakta kullanılan gü-herçile çıkartılırken,
bir de ağnam ve aşar vergileri toplanırken anımsanmıştır.
Katip Çelebi (Hacı Kalfa) "Cihannüma" adlı yapıtının 617.
sayfasında: "Bu Kilisehisar Bor yanında bir harabe kaledir ki, onda
mermer sütunlar ve büyük taşlardan yapılmış kemerler vardır. Sultan
Alaettin Konya Kalesi'ni yaptırırken buradan taşlar götürtmüştür."
diye yazmıştır.
Romalılardan bugüne 1400 yıl geçtiği halde sarı, ağır, kalker
taşlardan yontularak yapılan kemerlerden bir bölümü zamana direnip
yıkılmamıştır. Ama bugün artık onların çevresinde ne rahip ve
rahibeler için o devirde yapılan barınaklar, ne onların çiçeklerle
süslü bahçeleri ve ne de kemerler boyunca Köşk Havuz üzerindeki
Jüpiter Mabedi'ne uzayıp giden görkemli yoldan eser kalmıştır...
1834 yılında Küçük Asya'ya gelen Texier ise Tuana için şunları
kaydetmiştir:"Tuana kentinin şimdiki halkı, yakın zamanlarda bir Arap ağasının
yönetimi altında toplanmış, tümü Türk ve Türkmenlerdir. Mısır Valisi
Mehmet Ali Paşa'ya düşman olan bu ağa To-roslardan topladığı dağlı
göçerleri getirip Tuana yöresine (Kıla¬vuz, Halaç, Karacaören,
Kaynarca, Diravun, Kergâh, Baravun, Gökbez ve Kilisehisar...)
yerleştirmiştir. Bu durum zamanın hükümetince onaylanmıştır."
Katip Çelebi "Cihannüma" adlı yapıtında (sayfa 678), eski Tuana'ya
yerleşen Türkmen oymaklarıyla ilgili şu bilgiyi vermiştir: "Niğde'ye
üç saat, Çiftehan'm solunda dağ arkasındaki Üçkapılı, bir sümbül,
lale ve çiçek yatağıdır. Türkmenler gelip orada yaylarlar ve orada
bir çeşit tulum peyniri yaparlar, peyniri mağaralarda saklarlar.
Gayet âlâ peynirdir. Bu yaylak üç dağın son köşeleri arasında
bulunan bir sahradır. İşte, bunun içindir ki Üçkapılı derler."
Köşk Havuz'da ilk kazıya kaynayan suyu artırmak için 70 yıl önce
başlanmıştır. Yazık ki Tuana'da ele geçen tarihi kalıntı¬lardan
birçoğunun değeri hiç bilinmemiştir. Bunlardan bazıları Bahçeli ve
Kemerhisar'da ilkokulların bahçelerine atılmış "açık hava müzeleri"
olarak yıllarca buralarda kalmış; bazıları da bulundukları yerlerde
hoyrat eller tarafından talan edilmiştir. Mezarlardan çıkarılan süs
eşyaları ise kimbilir kimlerin ellerin¬de ve hangi yerlerdedir,
bilen yok. Atı alan Üsküdar'ı geçmiş. Toplanması olası değil?
Bugün burada yaşayan insanların çoğu tarımı, hayvancılığı, hatta
elmacılığı bırakmış. Okuyanların çoğu dışarıda, kalanlar¬dan
bazıları da Niğde'ye Bor'a göçmüş, fabrikalarda işçi olarak
yaşamlarını sürdürmektedirler.
Bundan kırk yıl kadar önce, 1960'h yıllarda Köşk'te suyun çıktığı
yere orada bulunan mermerlerden eski ölçülerinde (şimdi balık
üretiminde kullanılan) dikdörtgen bir havuz bir de lokanta
yaptırılmış, Bahçeli Belediyesi'nce işletmecilere kiraya
verilmiştir.
Şarl Texier, Köşk'te, Jüpiter Mabedi'nin çevresinde mezar¬ların
olduğunu yazar. 1925'lerde, benim çocukluk yıllarımda, bu mezarların
yanı başında Köşk'ten ayrı bir su kaynağı vardı. (Bu su 1930'lu
yıllarda içme suyu olarak Kemerhisar'a götürül¬müştür.) Ve yine
orada üstü kubbeli ve kenar duvarları taştan örülmüş, kapı ve
pencereleri açık, bir türbenin bulunduğunu anımsıyorum. Bahçeli'den
(Diravun, Kergâh mahallelerinden) adağı olanlar, pikniğe gelir gibi
Köşk'ün bitişiğinde o türbenin , çevresindeki çayırlığa gelir,
horoz, kuzu, oğlak ne ise adaklarını keser, en az yedi kişi orada
yer, Köşk'ün buz gibi suyundan içer, dinlenir, gün batımmdan önce
evlerine dönerlerdi.
Niğde ve Bor Tarihi'nin yazarı Avram Galanti Köşk'e bir-birbuçuk km.
uzaklıktaki Diravun'un adını Piravun diye yazmış, bu sözcüğün
Yunanca olduğunu bildirmiştir. Oysa Türk dili uzmanlarından Gazi
Eğitim Enstitüsü'nde dilbilgisi öğretmenim Ali Ulvi Elöve'ye Diravun
sözcüğünün anlamını sormuştum; o da, Türkçe olduğunu, "diri ağaç"
anlamına geldi¬ğini, Baravun'un (Havuzlu köyü) ise "sık ağaç"
anlamında bir sözcük olduğunu, Kaşgarlı Mahmud'un "Divan-ı Lugat-it
Türk" adlı yapıtında bu sözcüklerin anlamlarının böyle yazıldığını
söylemiştir.
Köşk'ün tarihi tepesinden eski Diravun'un, Kergâh'm, Kisasar'ın
genel görünümüne bakıyorum: Peldaacı, Adıyaman, İf-tiyan,
Salmanlı'da Arap akıncılarından korkup buralara sığınan
Hıristiyanların durumlarını kafamda canlandırmaya çalışıyo¬rum.
Tıpkı insanlar gibi yerleşim yerlerinin de yaşam öyküleri ve
serüvenlerinin olduğunu düşünüyorum. İlk (Paleolitik, Ne¬olitik,
Kalkolitik) çağlardan bu yana toprak üstünde ve altında saklı kalmış
nice kalıntılara insanlarımız, şu bastığımız taşlar, topraklar,
gökteki ay ve yıldızlar suskun kalmışlardır. Nice yüz¬yılları
koynunda saklayan tek Köşk Höyük'ün yaşlı tepesinden gün ışığına
çıkarılan buluntular, bugün çok şeyleri gözlerimizin önüne
sermiştir. Bunlar Bahçeli Beldesi'nde bulunan tarihsel
varsıllığımızın övünülecek, göğsümüzü kabartacak çok değerli
kanıtları, kalıntıları ve tanıklarıdırlar. Öyle ki Niğde'nin ve
Tit¬ana 'nın tarihini 7-8 bin yıl öncelerden başlatmıştır.
Düne kadar tarlada suyu testide soğutan, kış yaz demeden bağda,
bahçede çalışan, toprakla didişen, kimi zaman emeklerini yele, sele
vermiş buranın insanları eski başkent Tuana 'da bulunan tarihsel
yapıtlara neden sahip çıkmadılar? Kendilerini gün¬lük geçim uğraşına
kaptırmış yanık yüzlü dayıların, emmilerin, anaların, bacıların,
şimdi eski Tuana'da yaşayanların yüzlerine bakıyorum, bulundukları
yerleri anlatan yazıları, yapıtları okuyorum, komşularıyla kültürel
ilişkilerini araştırıyorum: Tarihin derinlerinden gelen seslenişleri
dinlercesine. Türkülerini, nin¬nilerini, ağıtlarını dinliyorum,
yarenliklerinde, sohbetlerinde, söylemlerinde, deyimlerinde,
atasözlerinde, övgü, sövgü, ilenme¬lerinde, törelerinde, gelenek,
göreneklerinde, atalarından süre gelen ne gizler bulunduğunu
anlamaya, anlatmaya çalışıyorum... Nasıl ayıklanır bunlar? Nasıl
anlaşılır ? Kuşkusuz çok zaman geçmiştir, insanlar devir devir, yıl
yıl öylesine değişmişler ki...
Zaman, pek çok şeyleri, üzerine sünger çekerek kaybetmiş, nicelerini
belleklerden silmiştir. İnsanın bu durum üzerinde düşlere dalıp
gitmemesi elinde değil...
Düşünüyorum da bu bölgenin halkı geçmiş yüzyıllarda nice saldırılar,
çarpışmalar yaşamış, sosyo-ekonomik ve tecimsel sorunlarla
karşılaşmışlar, karışmışlar, birbirlerinden etkilenmişler,
değişmişler, sonuçta yine de varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Köşk Höyük'ün bulunduğu yaşlı tepe, nice insanların yaşantılarını,
ne çok olaylar görmüş geçirmiştir... Eteğinden kaynayan su oradaki
havuzda biriktikten sonra yüksek kemerler üzerinden akmış, o
günlerden bugünlere değin kimlere besin ve esin kaynağı olmuştur...
Bizim eski başkent Tuana'mız şimdi doğanın, tarihin yazgısında
toprak altındaki gömütleriyle, daha pek çok uygarlık kalıntılarıyle
zaman tünelinin içindedir. Yüzlerce yıldan beri sürüp gelen,
övündüğümüz onun tarihsel durumu ve kültürel varlığı tam olarak ne
zaman aydınlanacaktır? Köşk Tepe'nin, Peldaacı, Kalaygöl, Adıyaman,
İftiyan ve Kemerhisar'ın altında saklı uygarlık kalıntılarının tümü
ne zaman, na kadarı gün ışığına çıkacaktır? Buraların gizsel geçmişi
ne zaman tüm ayrıntılarıyla belirlenebilecektir?
Kimbilir, şairin dediği gibi "Belki yarın, belki yarından da
yakın..." sb
|