Sözün 
		Bittiği Yer: Türkiyeye Kim Sahip Çıkacak? 
		
		
		Türkiye'nin 200 yıllık rüyası 
		Batılılaşmak idi.  
		 
		Tanzimat... 
		Islahat...  
		Meşrutiyet...  
		Cumhuriyet... 
		 
		Hepsi 200 yıllık Batı yolculuğunun duraklarıdır.  
		200 yılın sonunda rüya kâbusa dönüştü!  
		Şimdi, "Türkiye, Malezya olur mu?" diye tartışıyoruz.  
		Oysa şu 200 yıl içinde neler olmadık ki... 
		"Batı" diye çıktık yola, sömürge olduk.  
		 
		20. yüzyılın eşiğinde yok olma ile burun buruna geldik, neredeyse 
		tarihten siliniyorduk.  
		Esaretten, Mustafa Kemal'in önderliğinde bir bağımsızlık savaşı yaparak 
		kurtulduk, egemen ve onurlu bir ulus olduk.  
		 
		Ne var ki, büyük önder öldükten sonra tekrar Batı rüyasına daldık.  
		 
		NATO'ya müttefik, IMF'ye üye, ABD'ye maşa, AB kapısında "paşa" olduk! 
		Kızıldan korktuk, "yeşil kuşak" olduk!  
		Washington'a bağlanıp, uşak olduk! 
		Her darbeden sonra daha da "Atatürkçü"; demokrasiye her geçişten sonra 
		daha da "yavşak" olduk!  
		Özal ile "zengini seven", "işini bilen"; Batı'nın gözüne girmek için tüm 
		değerlerini silen olduk!  
		Şeyhe mürit, parti liderine dalkavuk, gazete patronuna tetikçi olduk! 
		Tarikat, siyaset, ticaret üçgeninde heba olduk! 
		 
		Hep Batı'ya gidenin ulaşacağı yer Doğu'dur, derler. 
		Biz Batı'ya gitmeye 200 yıl önce başladık, 200 yılın sonunda Malezya'yı 
		bulduk!  
		Gözünüz aydın, sonunda "küçük Amerika" olduk!  
		 
		Atatürk, "laiklik, adam olmaktır" demişti.  
		Bu iki asır içinde her şey olduk, ne yazık ki hâlâ adam olamadık! 
		 
		Sözün bittiği yerdeyiz artık... 
		 
		Artık her şey gözümüzün önünde gerçekleşiyor.  
		İhanetin, gizlisi saklısı kalmadı...  
		Bu nedenle, yaşanmakta olanların iç yüzünü anlatacak yazılar yazmanın 
		anlamı da yok bu saatten sonra... 
		 
		ABD ve AB emperyalizminin Türkiye'nin üzerine nasıl çullandığı, 
		bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi nasıl hiçe saydığı konusunda 
		söylenmedik söz kaldı mı?  
		 
		Sözde AB üyeliğinin, aslında ne olduğu ve Türkiye'yi nasıl yok edeceğini 
		tekrar tekrar anlatmanın gereği var mı artık?  
		 
		Ayrılıkçı terör örgütü PKK'nın, stratejik müttefik(!) ABD 
		(ve AB) tarafından 
		nasıl korunup kollandığını ve yasallaştırılmaya çalışıldığını bilmeyen 
		var mı?  
		 
		Ya da TBMM çatısı altındaki terör örgütü temsilcilerinin marifetlerini 
		sıralamanın kime ne yararı var artık?  
		 
		Türkiye'nin hemen hemen her alandaki dışa bağımlılığı yüzünden bu 
		gelişmelere karşı kılını bile kıpırdatamadığından yakınmak neyi 
		değiştirecek ki?  
		 
		Bölünmüş Türkiye haritalarının işportaya düştüğü, gazetelere manşet 
		olduğu bir dönemde yaşıyoruz!  
		 
		Sözün bittiği yerdeyiz artık... 
		 
		Ne yazık ki, bu ve benzeri yığınla gelişmeyi uslu uslu seyreden bir 
		toplum haline geldik, skandallara alıştık, terörü kanıksadık, Cumhuriyet 
		karşıtı girişimleri benimsedik. Yolsuzluğa, vurguna, soyguna, talana, 
		yalana karşı mantarlaştık. 
		 
		İktidarın doruklarını işgal edenler, Türkiye'nin mezar kazıcılığına 
		soyunmuş emperyalistlerle "al takke, ver külah" ilişki içindeler... En 
		büyük ihanetler, en ateşli sadakat sözleri ile işleniyor. " Atatürk" ile 
		yatıp, "ilke ve devrimleri" ile kalkanlar, Atatürkçülüğün canına okuyor; 
		egemenlik ve bölünmezlik üzerine yemin edenler, özerklikten federasyona 
		uzanan açılımlar içeren projelerin mimarlığına soyunuyor.  
		 
		Sözün bittiği yerdeyiz artık...  
		 
		Artık konuşmak değil, iş yapmak zamanıdır... 
		 
		İyi de kim sahip çıkacak Türkiye'nin egemenliğine, bağımsızlığına, 
		birliğine, bütünlüğüne?  
		 
		Kim sahip çıkacak Türkiye'nin onuruna?  
		 
		Anadolu'nun göbeğindeki Amerikan üssünde yapılanlara bile sözü 
		geçemiyorsa Türkiye'nin; bu ülkenin askerî ve siyasî yöneticileri bu 
		işgal karşısında görünüşü kurtarmak için bile olsa çıkıp tek kelime 
		edemiyorsa, Türkiye'ye kim sahip çıkacak?  
		 
		Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti kime emanet etti?  
		 
		Ey Türk Gençliği!  
		"Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet 
		muhafaza ve müdafaa etmek" değil miydi? 
		 
		Unuttun mu? 
		 
		"Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en 
		kıymetli hazinendir." diyordu büyük önder... 
		 
		Bu sözlerin bir anlamı var mı senin için?  
		 
		"İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve 
		harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa 
		mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın 
		vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!" diye sesleniyordu Atatürk... 
		 
		O günleri yaşamıyor muyuz sence? 
		 
		"Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. 
		İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali 
		görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile 
		aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, 
		bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş 
		olabilir." diyordu Atatürk... 
		 
		Bugün de vatanın gizli bir işgal altında değil mi?  
		 
		"Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin 
		dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet 
		içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, 
		müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü 
		zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir." diyordu Mustafa Kemal... 
		 
		Şöyle bir baksana çevrene... Bir şeyler ifade etmiyor mu bu sözler sana?
		 
		 
		"Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi 
		vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!"  
		 
		Daha hazır değil misin Cumhuriyetine ve bağımsızlığına sahip çıkmaya?
		 
		Neyi bekliyorsun daha?  
		 
		İşportadaki bölünmüş Türkiye haritasının devlet dairelerinin duvarına 
		asılmasını mı? Ay-yıldızlı al bayrağının yerinde, AB'nin bol yıldızlı 
		bayrağının dalgalanmasını mı? Neyi bekliyorsun daha?  
		 
		Ey Türk istikbalinin evlâdı! 
		 
		Sözün bittiği yerdeyiz artık...  
		  
		S. Ant 
		
		
		
						
		
		
		
		
		  
		
		
						
						
		
		
			  
		
						 
						
						 |