|   | 
            
            
            AB Üyeliği PKK'yı 
			Değil, Türkiye'yi Bitirir
			
			
			Bir tarafta Türkiye'nin AB'ye 
			üyeliğinin PKK'nın sonunu getireceğini iddia eden bir emekli 
			general, diğer tarafta "Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesini 
			istiyoruz" diyen terör örgütünün siyasi kanat lideri
 
			Eski Genelkurmay Başkanı emekli 
			Org. Hilmi Özkök'ün Milliyet gazetesinden Fikret Bila ile yaptığı 
			söyleşide (Milliyet, 2.10.2007), özellikle "Kürt sorunu" ile AB 
			üyeliği arasındaki ilişki bağlamında söyledikleri dikkat çekici 
			niteliktedir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komutanlığını yapmış, MGK 
			toplantılarına katılmış, kısacası ülkemizin güvenlik ve dış 
			politikasının belirlenmesinde birinci derecede rol oynamış bir 
			kişinin, PKK ile mücadelede bunca yıllık deneyime sahip olmasına 
			rağmen, PKK terörünün bitmesini AB üyeliğinin gerçekleşmesine bağlı 
			sayması en hafif deyimle talihsiz bir açıklama olmuştur. Milliyet 
			gazetesi de Özkök'ün açıklamalarına "mal bulmuş Mağribi" gibi 
			sarılmış ve "PKK'yı AB üyeliği bitirir" şeklinde manşete taşımıştır. 
			Özkök'ün açıklamalarının değerlendirmesini yapmadan önce herhangi 
			bir yanlış anlamaya neden olmamak için bu konuda söylediklerini 
			aktaralım. Fikret Bila ile yaptığı söyleşide E. Org. Özkök şunları 
			söylemektedir: 
			"1. Türkiye'de bir Kürt gerçeği 
			var. Halkımızın bir bölümü kendini köken itibarıyla Kürt olarak 
			tanımlıyor. Bu bir gerçek. 
			2. Ayrıca bir Kürtçülük ideolojisi ve/veya siyaseti var. Bu da bir 
			gerçek. 
			3. Bir de silahlı bir hareket var: PKK" 
			Sorunu bu boyutları ile ortaya 
			koyan E. Org. Özkök, çözümü Türkiye'nin kalkınmasında, AB üyesi 
			olmasında görmektedir: 
			 
			"Olay çok karmaşıktır ve bütün unsurlarıyla birbirine bağlıdır. 
			Şimdi önemli olan şu: Kürt devleti kurma ümidi nasıl kesilir? Dış 
			destek kesilirse
 Bir müstakil Kürt devleti kurulsun diye kendimizi 
			feda ediyoruz diyorlar. Kendi düşünceleri böyle. Ama bunun hiçbir 
			zaman olmayacağını görürse ümit kesilir. İkincisi, öyle bir durum 
			olur ki, artık bölgedeki Kürt kökenliler, hatta Kuzey Irak'takiler 
			de "ayrı bir Kürt devleti kurmaya gerek yok" diyebilirler. Düşünün 
			ki, Türkiye AB'ye girmiş, fert başına milli geliri 15 bin doları 
			aşmış. O zaman böyle düşünülebilir. Özetlemek gerekirse "Türküm" 
			demenin gururu, "Kürdüm" demekten fazla övünç getiriyorsa halk 
			kendiliğinden PKK'ya desteğini keser." 
			 
			PKK ve aynı çizgideki diğer siyasi partilerin Kürtlerin "kurucu 
			unsur" olarak Anayasa'da belirtilmesi talebini kabul etmeyen E. Org. 
			Özkök, "idari özerklik veya federasyon taleplerine nasıl 
			bakıyorsunuz?" sorusuna ise, "o zaman salam gibi dilimlene dilimlene 
			gidersiniz. Türkiye çok katı olmalıdır" şeklinde yanıt vermektedir. 
			"Kürtçe eğitim asla" söz konusu olamaz diye E. Org. Özkök, "Ama 
			Kürtçe'nin eğitimini yapmalılar. Ama eğitimin Kürtçe yapılması olmaz. 
			Dil birliğini bozar." görüşündedir. 
			 
			E. Org. Özkök'ün AB ile "Kürt sorunu" ilişkisi konusundaki 
			söyledikleri bunlardır. 
			 
			* * * 
			 
			E. Org. Özkök, "Kürt devleti kurma ümidi nasıl kesilir?" diye 
			sormakta ve "Dış destek kesilirse
" şeklinde yanıtlamaktadır. Daha 
			sonra da AB üyeliğini ve bu çerçevede kişi başına milli gelirin 
			artmasını sorunun çözümü için gerekli görmektedir. Ne var ki Özkök, 
			kesilmesini talep ettiği o dış desteğin önemli bileşenlerinden 
			birinin AB olduğunu nedense görmezden gelmektedir. Bugün PKK'nın 
			neredeyse bütün AB ülkelerinde irtibat büroları vardır. PKK, AB'nin 
			sağladığı imkanlardan sonuna kadar yaralanmaktadır ve PKK'nın sözde 
			"Sürgündeki Kürt Parlamentosu" AB sınırları içinde bulunmaktadır. AB 
			yetkilileri Türkiye'ye geldiklerinde "Kürdistan'ı ziyaret ediyoruz" 
			diyerek Diyarbakır'a gitmekte, PKK'nın yasal uzantısı olan siyasi 
			parti ve örgüt temsilcileri ile görüşmekte, bu kişi ve örgütlere 
			ödüller vermekte, AB'de yapılan toplantılara davet edip muhatap 
			olarak dinlemektedirler. Kısacası, bugün PKK'ya verilen en önemli "dış 
			destek" AB'den kaynaklanmaktadır. Bu konuda sayısız örnek 
			verilebilir. Dolayısıyla PKK terörünün ve PKK'nın ayrılıkçı 
			amaçlarının son bulması için AB'yi umut olarak görmek, ciğeri kediye 
			teslim etmekten farksızdır. 
			 
			İkinci olarak Türkiye'nin AB'ye girmesi ve kişi başına milli gelirin 
			15 bin dolar seviyesine çıkmasını, Türkiye'nin Kürt sorununun (aslında 
			söz konusu olan bir terör sorunudur!) halledilmesi için gerekli 
			görmek de sığ bir yaklaşımdır. Genelde terörünün özelde ise PKK 
			terörünün ortaya çıkması ve varlığını devam ettirmesinde ekonomik 
			etkenler kuşkusuz göz ardı edilemez. Ama sorun salt bir milli gelir 
			meselesi olarak da ele alınamaz. Eğer öyle olsaydı, sadece 
			Türkiye'nin doğusunda değil, kişi başına milli gelirin hiç de tatmin 
			edici boyutlarda olmadığı diğer geri kalmış bölgelerimizde de terör 
			olaylarının yaşanması, ayrılıkçı hareketlerin ortaya çıkması 
			gerekirdi. Oysa artık ortaya çıkmıştır ki, PKK'nın ayrılıkçı ve 
			bölücü siyasal çizgisi sadece geri kalmışlıktan beslenmemektedir. 
			İşin dış boyutlarının, Atlantik ötesi uzantılarının olduğu; 
			Ortadoğu'dan Orta Asya'ya uzanan satranç tahtasında oynanan o "büyük 
			oyun"da, PKK'nın nasıl bir piyon rolüne soyunduğu herkesin bildiği 
			bir gerçektir. Örneğin PKK liderlerinden Murat Karayılan'ın, 7 Ekim 
			2006 tarihinde Newsweek dergisinde yayınlanan bir söyleşide (Bkz. 
			Michael Hastings, "Into the Blacksnake's Lair", Newsweek, 7.10.2006 
			) dile getirdikleri bu bakımdan hayli anlamlıdır: "ABD'nin müttefiki 
			olabiliriz, düşmanlarımız aynı. ABD bizi hep düşmanlarımızın gözüyle 
			gördü. Oysa biz, dost olarak algılanmak istiyoruz. Aksine, Kürtler 
			fazlasıyla ABD sempatizanıdır. Eğilimleri, Amerikancılık yönündedir." 
			ABD'nin, PKK'nın bu işbirlikçilik talebine nasıl yanıt verdiğini son 
			bir yıldır yaşananlardan, PKK'lı teröristlerin üzerinde yakalanan 
			ABD malı silahlardan, PKK kamplarını ziyaret eden ABD'li subaylardan 
			ve benzer gelişmelerden biliyoruz. 
			 
			Dahası E. Org. Özkök kişi başına milli gelirin 15 bin dolar 
			seviyesine yükselmesini de, öyle görülüyor ki ekonomi konusundaki 
			bilgisizliğinin beslediği bir iyimserlikle ele almaktadır. Zira bir 
			ülkede kişi başına milli gelirin, diyelim ki, 15 bin dolar olması, o 
			ülkede herkesin cebine yılda 15 bin dolar girmesi demek değildir. 
			Liberal ekonomik sistem gelir dağılımını adaletli bir şekilde 
			gerçekleştirememek gibi bir kusurla arazlıdır. E. Org. Özkök'ün umut 
			olarak gördüğü ve halkımızın da bir "mutluluk adası", bir "refah 
			diyarı" sandığı AB'de gelir dağılımının ve işsizliğin ne boyutlarda 
			olduğu, artık AB'nin resmi istatistiklerinden ilan edilmektedir. (Bu 
			konudaki son veriler için bkz. Serdar Ant, 
			"Türkiye AB'ye Teslim Olmayacaktır.") 
			 
			Ama E. Org. Özkök'ün asıl ilginç olan saptaması işin içine Kuzey 
			Irak'ı da katmasıdır! Özkök'ün Türkiye'nin AB üyeliğini hayal 
			ederken, "artık bölgedeki Kürt kökenliler, hatta Kuzey Irak'takiler 
			de "ayrı bir Kürt devleti kurmaya gerek yok" diyebilirler" 
			şeklindeki sözleri Kuzey Irak'ın şu veya bu şekilde AB'ye üye olmuş 
			bir Türkiye'nin parçası olacağını ima etmektedir Bu yaklaşım, 
			ABD'nin Kuzey Irak'taki kukla devleti, bir federasyon veya 
			konfederal bir yapı şeklinde Türkiye'nin himayesine verme planını 
			akla getirmektedir ki, en azından PKK'nın amaçları kadar Türkiye'nin 
			egemenliği ve bütünlüğü için tehditler içeren bir açılımdır bu.  
			 
			Bütün bunlara ek olarak E. Org. Özkök'ün "Türküm" demenin gururu, "Kürdüm" 
			demekten fazla övünç getiriyorsa halk kendiliğinden PKK'ya desteğini 
			keser." şeklinde bir ayrım ve derecelendirme yapması da en hafif 
			deyimle sorumsuz bir yaklaşımdır. Emperyalizmin maşası olmuş bir 
			avuç bölücü dışında Kürt kökenli hiçbir Türk vatandaşının PKK'nın 
			teröründen ötürü bugün "övünç" duyduğu iddia edilemez.  
			 
			* * * 
			 
			Ne var ki, E. Org. Özkök'ün dile getirdiği gerekçelerin ve bakış 
			açısının bir an için gerçeği yansıttığını ve bir an için Türkiye'nin 
			AB üyeliğinin PKK'yı bitireceğini varsayalım. Bu durumda PKK'nın ve 
			onun çizgisinde olan Kürtçü siyasal hareketlerin neden Türkiye'nin 
			AB'ye üye olmasını istediğini açıklamak gerekmektedir? 
			 
			Örneğin, PKK- Kongra Gel örgütünün lideri Zübeyir Aydar 2007'in 
			Şubat ayı içinde, Yunanistan'da yayınlanan Elefterotipia gazetesine 
			verdiği demeçte şunları söylemekteydi:  
			 
			"Hedefimiz yerel parlamentosu ve özerk yönetimi olan İspanya'daki 
			Katalonya modelidir. Doğu ve Güneydoğu'daki demokratik değişimler 
			AB'nin desteği ve diretmesi ile atılan adımlardır. Kürtçe 
			televizyonlar ve radyoların açılması olumlu ancak yetersiz. 
			Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesini istiyoruz." (Cumhuriyet, 
			14.2.2007) 
			 
			Bir tarafta Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin PKK'nın sonunu getireceğini 
			iddia eden bir emekli general, diğer tarafta "Türkiye'nin AB yolunda 
			ilerlemesini istiyoruz" diyen terör örgütünün siyasi kanat lideri
 
			Ortada ilginç bir durum yok mu? Açıktır ki Zübeyir Aydar'ın demeci, 
			AB üyeliği ile PKK'nın son bulmayacağının; PKK'nın kendi nihai amacı 
			olan "bağımsız Kürdistan"a ulaşma yolunda aşmayı gerekli gördüğü ara 
			aşamalar için AB üyeliğinin sağladığı imkanları nasıl bir basamak 
			olarak gördüğünün en üst düzeyden ifadesidir. "Bağımsız Kürdistan" 
			amacını 1999'a kadar silahlı mücadele ile gerçekleştirmeyi amaçlayan 
			PKK, bu tarihten sonra Türkiye'nin AB üyelik sürecinin sağlayacağı 
			olanaklardan yararlanarak belli aşamaların gerçekleştirilmesi ile bu 
			hedefe adım adım ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda sözde bir 
			şiddet karşıtlığı ile "demokratik siyasetin önünün açılması" talebi 
			sürekli dilendirilmektedir. Ayrıca bu tür ifadeler sadece 
			yurtdışında dile getirilmemekte, PKK'nın yasal uzantısı olarak 
			hareket eden, hatta artık TBMM'ye kadar girmiş siyasi parti 
			temsilcileri de bir yandan inatla ve ısrarla PKK'nın bir terör 
			örgütü olmadığını söylerken, diğer yandan Zübeyir Aydar'ın demeci 
			ile benzer içerikte açıklamalar yapmakta, Türkiye'nin AB üyeliğini 
			desteklemekte, ama uzun erimde ayrılıkçı-Kürtçü hareketin amaçları 
			için bunu da yetersiz görmektedirler. Bu bağlamda ustalıkla ve 
			toplumun gözünün içine bakarak yalan söylemek; "demokrasi", "barış", 
			"akan kanın durması" gibi lafazanlıklarla kuzu postuna bürünmeye 
			çalışırken, PKK terörünü kınamaktan ve lanetlemekten inatla kaçınmak 
			sergilenen oyunun gerçek niteliğini gözler önüne sermektedir. 
			 
			Örneğin DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, geçen yıl Radikal gazetesinde 
			yayınlanan, kendisi ile yapılmış bir söyleşide şunları söylemektedir: 
			 
			"Biz, Kürt sorununun Türkiye'nin üniter yapısı içinde 
			çözülebileceğine inancımızı defalarca belirttik. İstenen nedir? 
			Birinci aşamada kültürel, kimliksel taleplerdir. Yani farklılıkların 
			birlikte yaşanması koşuluyla farklı kültürlerin, kimliklerin 
			kendisini ifade etmesine "evet" demektir. İkinci aşama, dağdaki 
			insanları topluma kazanacak bir genel affın çıkmasıdır." (Radikal, 
			17.4.2006) 
			 
			"Biz demokratik siyasetin önünün açılmasını istiyoruz" diyen ve 2006 
			yılında "Kürt sorununun Türkiye'nin üniter yapısı içinde 
			çözülebileceğine inancımızı defalarca belirttik." şeklinde konuşan 
			Ahmet Türk, ne ilginçtir ki, Demokratik Toplum Partisi'nin, bağımsız 
			adaylarla katıldığı 22 Temmuz 2007 seçimlerinde 24 milletvekili 
			çıkararak TBMM'de temsil edilmeye hak kazanmasından sonra seçim 
			sonuçlarını değerlendirirken, Leyla Zana'nın 20 Temmuz'da yaptığı "Türkiye'nin 
			eyaletlere bölünme zamanı gelmiştir." açıklaması hakkında ise 
			şunları söylemektedir: 
			"Bizim niyetimiz bu. Çalışmalarımız 
			bu yönde. Bu söylediklerimizin gerçekleşmesi için hükümetin de 
			devletin de iyi niyetli olması lazım." (Radikal, 23.7.2007) 
			Daha ilginç olan nokta da şudur ki, Ahmet Türk 2006 yılındaki 
			konuşmasında "İstenen nedir?" sorunu yanıtlarken, taleplerini 
			saymamakta, sadece "birinci aşama
 ikinci aşama
" şeklinde ayrılıkçı 
			Kürt hareketinin nihai amacına ulaşmak amacıyla gerçekleştirmek için 
			önüne koyduğu evreleri ifade etmektedir. İşte ayrılıkçı Kürt 
			hareketinin bu "aşamalar"ı gerçekleştirmesinde AB üyeliğinin 
			sağladığı imkanlar yaşamsal önemdedir ve AB'ye üyelik PKK 
			uzantılarının "demokratik siyasetin önünün açılması" şeklindeki 
			taleplerinin koşullarını hazırlamaktadır. Ama yetersizdir. Çünkü 
			ayrılıkçı Kürt hareketi için daha sonra gerçekleştirilecek başka "aşamalar" 
			da vardır! 
			 
			"Ben siyasetçi olarak AB sürecinin desteklenmesi gerektiğine 
			inanıyorum" diyen Ahmet Türk, AB üyeliği konusunda şunları 
			söylemektedir: 
			 
			"AB üyeliği Türkiye'nin demokratikleşmesini getirir. Bu Kürtleri 
			rahatlatır. Demokratik bir Türkiye'den Kürtler de yararlanır. 
			Tartışılacak, çözümlenecek çok sorun var. "Türkiye AB'ye giriyor, 
			mesele bitti" diye de düşünülmemeli. Türkiye'nin AB'ye girmesi için 
			en az on beş yıl gerekiyor. Kürtlere "on beş yıl susun" demek doğru 
			değil." (Radikal, 17.4.2006) 
			 
			Ahmet Türk, E. Org. Özkök'ün aksine AB üyeliği ile Kürt sorununun 
			son bulmayacağı kanaatindedir: 
			 
			"Kürt sorunu çözülmeyecek. AB üyeliği her şeyi çözseydi Bask ve 
			IRA'yı da çözerdi. İspanya AB'ye girdikten çok uzun süre sonra, 
			diyalog sonucunda verilen bazı haklarla bu noktaya geldi. 
AB 
			üyeliği Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun demokratik 
			çözümü, Kürtlerin bazı haklarının güvenceye alınması konusunda 
			önemli bir adım, ama yeterli değil." 
			 
			"Türkiyelilik"in bir üst kimlik olmasını ve "Kürtlerin yoğun olduğu 
			bölgelerde ana diliyle eğitim hakkının verilmesini" talep eden Ahmet 
			Türk'ün "Kürtler bağımsızlıklar istiyor mu?" sorusuna verdiği yanıt 
			ise çarpıcıdır: 
			 
			"Kürtlerin gündeminde bağımsızlık yok. Avrupa vatandaşı olmak 
			Kürtlerin lehinedir" 
			 
			Görüldüğü gibi bağımsızlık şimdilik gündemde değildir. Diğer bir 
			ifadeyle bugünkü "aşama"nın hedefi bağımsızlık değildir! 
			 
			Bu bakış açısı, sadece, "en radikal Kürt'ten en ılımlı Kürde, PKK 
			dahil, Kürtlerin büyük çoğunluğu AB'ye girilmesini istiyor" diyen 
			Ahmet Türk'e özgü de değildir. AB üyeliğini desteklerken, nihai 
			amaçlar açısından yetersiz gören ve ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin 
			bağımsızlık hedefi doğrultusunda sadece yaşamsal bir ara aşama 
			olarak değerlendiren bu yaklaşım, bir çok Kürt siyasetçide egemen 
			bir anlayıştır. 
			 
			Örneğin eski DEP milletvekillerinden Hatip Dicle, "AB üyeliğinin 
			sağladığı hukuki güvenceler, anayasal hak ve özgürlükleri Kürtler 
			yeterli bulmuyorlar mı?" sorusunu şöyle yanıtlamaktadır: 
			 
			"Hayır bulmuyorlar. Anadilde eğitim bizim asla vazgeçemeyeceğimiz 
			bir konu. Bu, Kürtlerin kırmızı çizgisidir. Çocuklarımızın ana dilde 
			eğitim hakkından vazgeçmeyiz.AB'nin bu konuda oluşmuş kesin kararı 
			yok. AB "biz Kürtlerin kültürel haklarından yanayız" diyor, ama 
			bunun detayına girmiyor. Mesela biz kendimizi yönetmek de istiyoruz. 
			Türkiye'nin eyalet sistemine geçmesini istiyoruz. Etnik değil, 
			coğrafi eyalet olacak bu. AB üyeliğinde bunların garantileri yok. 
			AB'nin getirdiği haklar yetersiz. AB sadece bireysel haklar 
			getiriyor." (Radikal, 25.9.2006) 
			 
			Buna rağmen Hatip Dicle'nin, "AB'nin Kürt halkının yararına mı 
			zararına mı olduğunu düşünüyorsunuz?" sorusuna verdiği yanıt yine de 
			olumludur: 
			 
			"Yararınadır. Tabii ki AB hukuku ve demokrasisi Türkiye'den yüz 
			kat ileri. Biz AB üyeliğini destekliyoruz" 
			 
			"Bağımsız Kürdistan" hedefi doğrultusunda AB üyeliğini ve sağladığı 
			imkanlardan yararlanmayı yaşamsal bir ara aşama olarak gören bu 
			anlayış, sadece PKK çizgisinde olan Kürt siyasetçilerinde görülmüyor. 
			Hatta Hatip Dicle'den ve Ahmet Türk'ten farklı olarak eyalet 
			sistemini bile yetersiz gören, federasyon ve Kürtçe'nin resmi dil 
			olmasını talep edenler de var. Geçmişte Kemal Burkay ile de beraber 
			çalışmış olan ve şu an Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Başkanı 
			olan Sertaç Bucak, "Türkiye'de federasyon mu istiyorsunuz?" sorusunu 
			şöyle yanıtlıyor: 
			 
			"Tabii bizim programımızda da var bu. Avrupa'da İspanya, Belçika 
			gibi federasyon biçimleri var. Belçika'da federasyon olmuş, bizde 
			niye olmasın? Kürtlerin bir idari statüye kavuşması lazım. Bana göre 
			bu statü de federasyondur. Ancak Avrupa standartları yaşama 
			geçirildikten sonra Kürt sorununa idari anlamda nasıl çözüm 
			getirebiliriz diye tartışabiliriz biz. Eğer Kopenhag Kriterleri tam 
			anlamıyla uygulanırsa, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için önemli 
			bir adım atılmış olur." (Radikal, 5.3.2007) 
			 
			Peki, "Türkiye'nin hak ve özgürlükler konusunda AB standartlarına 
			kavuşmasıyla Kürt sorunu çözülemez mi?" Bucak'a göre "tam anlamıyla 
			çözülemez." Şöyle devam ediyor: 
			 
			"Mesela Kürtlerin çoğunluk olduğu bölgelerde Kürtçe'nin de resmi 
			dil olmasını istiyoruz. Bu AB'nin Kopenhag Kriterleri içinde yok
Kürt 
			federe devletinin resmi dili Kürtçe olur. Türkçe de zaten bütün 
			devletin resmi dilidir. Bu olabilir. Ayrıca diğer yerlerde, mesela 
			İstanbul'daki Kürtler de isterlerse Kürtçe eğitim yapan okullarda 
			okuyabilirler." 
			 
			 
			 
			* * * 
			 
			Görüldüğü gibi AB üyeliği Kürtçü siyasetçiler için Kürt sorununun 
			çözümünde nihai bir durumu ifade etmemektedir. Sadece "bağımsız 
			Kürdistan" hedefine ulaşma yolunda sağladığı olanaklardan 
			yararlanılması gereken önemli ve yaşamsal bir aşamadır. Kürtçüler, 
			ayrılıkçı yolculuklarının AB üyeliğinden sonra da devam edeceğini 
			daha şimdiden ilan etmişlerdir. 
			 
			Bütün bu veriler ışığında eski Genelkurmay Başkanı E. Org. Hilmi 
			Özkök'ün Kürt sorununun çözümünü AB üyeliğinde ve Türkiye'de kişi 
			başına milli gelirinin 15 bin dolar seviyesine çıkmasında görmesi 
			nasıl izah edilebilir? 
			 
			Öncelikle E. Org. Özkök, bu görüşlerinde gerçekten samimi ise, bir 
			hayal aleminde yaşıyor demektir. Ne var ki yıllarca devletin en üst 
			kademelerinden birinde görev yapmış, MGK toplantılarına katılmış, 
			yıllardır PKK terörü ile mücadele eden TSK'nin geçmişte komutanı 
			olmuş bir kişinin ayrılıkçı Kürt hareketinin siyasal temsilcilerinin 
			bu görüşlerini ve hedeflerini bilmediği düşünülemez. O zaman Kürt 
			sorununun çözümünü AB üyeliğine bağlı görmek en hafif deyimi ile bir 
			sorumsuzluktur. Hele ki bir devlet adamı için ve emekli bile olsa
 
			 
			Üstelik E. Org. Özkök'ün açıklamasında değindiği konular yıllardan 
			beri ayrılıkçı-Kürtçü hareket adına konuşanların ısrarla vurguladığı 
			konulardır. Bu çerçevede Özkök'ün nelerin olabileceğini, nelerin 
			olamayacağını belirtmesi, kamuoyunda ayrılıkçı Kürt hareketiyle 
			sanki gayri resmi bir diyalog ve pazarlık sürecinin başladığı 
			görüntüsü de oluşturabilir. Bu durum, PKK'nın bir yandan terörist 
			eylemleri ile bir Türk-Kürt çatışması yaratmaya çalışırken, diğer 
			yandan bunu bir tehdit unsuru olarak kullanıp ayrılıkçı-Kürtçü 
			hareketin siyasal temsilcileri ile bir diyalogun ve pazarlığın 
			başlatılmasına çalışmasına katkı yapar içerikte yorumlanabilir. E. 
			Org. Özkök'ün açıklamaları ayrıca bu bakımdan da sorumsuzluk örneği 
			olmuştur.  
			 
			Sonuç itibarıyla bugüne kadar yaşananlar, artık bir gerçeği apaçık 
			ortaya çıkarmıştır: "AB üyeliği PKK'yı değil, Türkiye'yi bitirir" 
			Aksini düşünmek gaflet içinde olmaktır! 
   | 
            
                |