|   | 
            
            Savaş: 
			Devrimlerin ana rahmi!.. 
			
			
			 Memleketin manzara-i umumiyesine ne kadar şaşırarak, 
			öfkelenerek, üzülerek baksak azdır. 
			 
			Artık hadise, bir kuru laiklik, kıtıpiyoz bir turban hadisesi değil. 
			Cumhuriyet bir bütün olarak alaşağı ediliyor. Yıkılıyor. Bağımsızlık 
			zaten komada. Kitleler uyuşmuş. Kurumlar kuşatılmış. Amerika'sıyla, 
			Avrupa'sıyla, Yunan'ıyla, Rum'uyla, Kürt'üyle, Ermeni'siyle, 
			şeriatçı Arap'ıyla, bunların içerideki hain işbirlikçileriyle adeta 
			bütün dünya Cumhuriyet'iyle, bağımsızlığıyla Türk'ün ve Türkiye'nin 
			karşısında. Ne diyor Ali Bulaç denilen Amerikan biberi: Keşke 
			bağımsız olmasaymışız da demokrat olsaymışız yetermiş!?!.. Mısır 
			bizim kadar bağımsız değilmiş ama ne güzel demokratmış! 
			 
			Fesuphanallah!!... Değer yozlaşması, mantık çarpıklığı anca bu kadar 
			olur! 
			 
			Nedir demokrasiden muradı? Sahiden demokrasi mi sanıyorsunuz? Hayır! 
			Onun muradı şeriat devleti, Türkiye İslam Cumhuriyeti
 Yüzde 47 de 
			yetmiyor; hepsini istiyorlar. Bunların Kürtçü veya neo-liberal 
			türevleri de "Ankara'da Türk polisinden dayak yiyeceğime, 
			Brüksel'de Belçika polisi tarafından aşağılanayım daha iyi" der 
			zaten!.. 
			 
			Adamlar düpedüz bir karşı devrim gerçekleştiriyor. Anayasa'dan 
			başlamak üzere
 
			 
			Başbakana padişah yetkileri vererek bütün devlet ve toplum 
			örgütlenmesini bir tek kişinin iradesine bıraktıktan sonra 
			Anayasanın değiştirilemeyecek ilkeleri orada kalsa ne olur kalmasa 
			ne olur!... 
			 
			Zaten, İran'daki, Suudi Arabistan'daki türden bir şeriat devletini 
			ne bunlar ister, ne de abileri o kadarına izin verir. 
			 
			Geçen hafta İstanbul'da Moda sahilinde büyük bir şaşkınlıkla gördüm: 
			Kıyıdaki parkın çimenleri üzerinde çoğu çift halde yüzlerce kadın ve 
			erkek
 Büyük bir çoğunluğu öpüşüp koklaşıyor, kendinden geçmiş. Bu 
			çiftlerden dişisi sıkmabaş olanların sayısı olmayanların iki katı. 
			Ve en çılgınca, kıvranarak sevişenler onlar. Sahiden 
			çiftleşmedikleri kalmış bir. Biz ki onlara göre zındığız, kafiriz; 
			valla hele böyle alenen, nikaha kadar hanımın anca elini 
			tutabilmiştik. Doğrusu böyle alel umum, elaleme göstere göstere 
			bundan fazlasını biz de hic aklımıza getirmemiş, istememiştik. Bizim 
			bildiğimiz ibadet de, kabahat de gizliydi
 Şimdi ibadet sahtekarlığa 
			dönüşmüş, kabahat marifete ve şirretliğe
 
			 
			Suudi Arabistan'da, İran'da yapabilirler mi bunu!? Recebimin 
			Emine'si üstüne dördüncü kumanın gelmesini yer mi!?... 
			 
			Zaten asıl dikkat çeken nokta şu: Anayasayı, asıl amaçlarının 
			Cumhuriyeti yıkmak olduğunu, asıl dertlerinin demokrasi filan 
			olmadığını (bütün devlet yetkilerinin başbakan denilen adamın elinde 
			toplandığı bir yapı demokrasi mi olur!..) gizlemeye dahi gerek 
			duymadan öyle bir değiştiriyorlar ki, bir daha bu ülkenin başından 
			hiç gitmeyeceklerine asla kuşku duymadıkları çok açık. 
			 
			"Yav, bizden sonra başkaları gelir. Onlara bu kadar yetki 
			bırakmayalım. Sonra işler tersine dönebilir" demek 
			akıllarından bile geçmiyor. Deseler bu kadar pervasız, bu kadar 
			küstah olurlar mı!.. Yargıyı, yasamayı, üniversiteyi, 
			cumhurbaşkanını, orduyu bu kadar sıfırlayıp, bütün, ama bütün 
			yetkiyi tek bir kişinin elinde toplamak istemelerindeki faşist 
			zihniyet bir yana, bir daha hiç gitmeyeceklerine inandıkları için, 
			hiç gitmemek için anayasayı böyle değiştiriyorlar, anayasayı böyle 
			değiştirdikleri için bir daha hiç gitmeyeceklerine inanıyorlar. 
			Öyleyse, kendilerinden sonra gelenlere bu yetkileri bırakıp işlerin 
			tersine dönmesinden korkmalarına da gerek yok!.. 
			 
			Kendilerinden o kadar eminler ki, cumhurbaşkanları, tıpkı Demokrat 
			Parti'nin Celal Bayar'ı gibi çıkıp kürsüye seçim nutkundan farksız 
			konuşabiliyor. Sadece elinde AKAPE amblemli baston, göğsünde AKAPE 
			rozeti eksik.. (Bayar DP amblemli bastonu ve rozetiyle dolaşırdı 
			alenen.) 
			 
			Seçim sonuçları üzerine kimi yazılarımızı Baykal şakşakçılığı olarak 
			yorumlayan okurlar arzu ederlerse kusura bakabilirler ama, bütün 
			bunlar bırakın Ali gitsin de Veli gelsini, A partisi gitsin de B 
			partisi gelsinle dahi değişmez. Çünkü hadise o kadar basit değil; 
			Cumhuriyet gidiyor, bağımsızlık gidiyor avcumuzun içinden göz göre, 
			o adı batasıca demokrasi çığlıklarının gölgesinde!... Mevcut siyasi 
			partilerin, onların genel başkanlarının, o genel başkanların 
			muhaliflerinin hiç birisi, böyle bir şeyi can-ı gönülden 
			istediklerini zaten sanmıyorum ama, isteseler bile Amerika'ya, AB'ye 
			IMF'ye "defolun gidin" diyemez. "Mevzuat müsait 
			değil" diye espri yapardı sevgili Uğur Mumcu böyle 
			durumlarda
 
			 
			1938'den itibaren, yani Mustafa Kemal Atatürk'ten sonraki 69 yıl 
			içinde büyük bir ustalıkla, yavaş yavaş getirildik bu noktaya. 
			İnönü'nün fevkalade vahim hataları, Menderes-Bayar-DP süreci, 
			Milliyetçi Cephe Hükümetleri, 68-80 arasında yaşanan, kelimenin has 
			anlamıyla iç savaş, 12 Martlar, 12 Eylüller, Turgut Özal-ANAP ve 
			bugün de AKAPE kabusu
 Hele anayasa filan da bu şekilde değişince, 
			soğuk suya atılmış ve fakat altında ateş yandığını fark etmeyen 
			kurbağa yavaş yavaş haşlanmaktadır. 
			 
			Hey Yuce Çalap
 Olumu gösterip sıtmaya razı olmak misali, şimdi 
			oturmuş oy vermediğimiz 12 Eylül anayasasını savunmak durumuna 
			düşürmen şart mıydı bizi? Biz ne günah ettik bu kadar ağır cezalık?!!!... 
			 
			Ordudan filan da bir şey beklemeyin. Bu defaki 27 Mayıs'a, 12 Mart'a, 
			12 Eylül'e benzemez
 O zaman Amerika'nın onayıyla solcu kesiliyordu, 
			önlerinde hiçbir engel yoktu. Kimse onların ensesinde demokrasi 
			bozası pişirmiyordu. Bu defa Amerika'nın onayı yok. Avrupa ondandan 
			da beter bok yedi başı!... Böyle bir hükümet ve siyasi yapı, pamuk 
			ipliğine bağlı iktisadi dengeler
 
			 
			Evet. Bu yumuşak paluze demokrasisi, barış ortamında, inanınız 
			Atatürk bile bir şey yapamazdı. 
			 
			Adını koyalım. Düşmana karşı silahlı mücadelenin içinde ve bu 
			muzaffer mücadelenin başarısı arkasından gerçekleştirilen Cumhuriyet 
			devrimi, adıyla sanıyla bir karşı devrimle boğuşmakta. Silahsız, 
			yumuşak, yavşak, dış saldırı bir yana, dış destekle, parayla 
			donanmış bir karşıt
 
			 
			O dış desteklerin Mustafa Kemal'i değil de bugünkü örümcekleri 
			desteklemesi, Mustafa Kemal'le dişe diş silahlı mücadele ederken, 
			bunlara bu kadar cilvebazlık etmesi yeterince anlamlı değil mi zaten!!... 
			Mustafa Kemal, tıpkı kendilerindeki gibi muasır, hukuka dayalı, 
			medeni bir Cumhuriyet kuruyordu, kurmasını engellemek için onca kan 
			döktülerdi (çünkü Batı denilen o sansar, kendisinden başkasının 
			medenileşmesini asla istemez; ne diyordu Samuel Huntington denen o 
			ukala dümbeleği: Kardeşim niye Batı medeniyeti için çırpınıp 
			duruyorsunuz; oturun iste kendi Müslümanlığınızın, miskinliğinizin 
			içinde!...); şimdi bu hamam böcekleri, o engelleyemedikleri 
			Cumhuriyeti paşa paşa yıkıyor.. Niye desteklemesinler?!!!.. 
			 
			Üstelik bunu para harcamadan, kendi kanları dökülmeden yapıyorlar
 
			Bizimle kendileri savaşmıyor, böylece karizma da çizilmiş olmuyor
 
			 
			Öyle top yekun bir savaş filan da söz konusu olmadığı için, necip 
			milletim de uyuşuklukta, kömüre, gaza, tuza, nohuta bulgura eyvallah 
			edip yüzde 47'leşmekte hiçbir beis görmüyor. 
			 
			Haaaa
 Geldik mi zurnanın zırt dediği yere?... 
			 
			Neresidir orası? Savaş!... Kocaman bir savaş
 
			 
			Bize Mustafa Kemal'i bahşeden, o "muhterem" Birinci 
			Dünya Savaşıdır. Bu savaş olmasaydı, Kurtuluş Savaşı da olmayacak, 
			Osmanlı yıkılıp Cumhuriyet de kurulmayacak, Mustafa Kemal de bir 
			"mütekait Osmanlı paşası" olacaktı. 
			 
			Bütün başarılı devrimler, savaş eşliğinde gerçekleşenlerdir. Lenin'i 
			doğuran da Birinci Dünya Savaşı değil midir? Mao'yu, Tito'yu doğuran 
			da İkinci Dünya Savaşı değil midir? 
			 
			Savaş, yani tetiğin bir kere çekilmesi, kanın bir kere akması, 
			mevcut düzenin mevcut sahiplerinin kontrol gücünü de alt üst eder. 
			Bir Birinci Dünya Savaşı Osmanlıyı yıkmıştır; Avusturya Macaristan'ı 
			yıkmıştır, Alman'ın Kayzerini yıkmıştır, Rus'un Çar'ini yıkmıştır ve 
			nihayet üzerinde hiç sönmediğini iddia eden İngiliz'in güneşini mum 
			gibi söndürüvermiştir. 
			 
			Savaş futbol topuna benzer, maçın sonucu hiç belli olmaz. 
			 
			Artı
 Savaş bu tür köklü devrim-karşı devrim mücadelelerini de 
			kolaylaştırır. Çünkü tıpkı Mustafa Kemal gibi, devrimlerinizi dış 
			düşmana karşı mücadeleyle, vatan savunmasıyla kamufle edebilirsiniz. 
			O sizi meşrulaştırır. İsyancı, asi, sergerde olmaktan kurtarır. 
			 
			Hele o savaşı kazanmak
 Mutlak hakim siz olursunuz. Dış düşmanı 
			yenmiş muzaffer kumandan olarak, iç düzeni yeniden planlamak da 
			artık sizin en doğal hakkınızdır. Çünkü arkanızda kan ve göz yaşı 
			vardır. 
			 
			Eh
 Elbette dış düşman daha güçlü çıkar, yenemeyebilirsiniz de. Ama 
			hiç değilse dövüşe dövüşe yenilmiş olursunuz. 
			 
			Peki şimdi!???.. O parti gitsin de bu mu gelsin, o adam gitsin de bu 
			adam mı gelsin diye sığ sularda debelenip, göllenip duruyoruz. 
			Düşmana düşman, haine hain bile diyemiyoruz. Tersine
 Onlar ya 
			"sayın", ya da "ekselans"!... 
			 
			Evet! Kimse yadırgamasın
 Ya da yadırgasın
 
			 
			Can-u gonulden büyüklerin kapıştığı, bizim de içinde olduğumuz (ki 
			Türkiye bugün de dünyanın eklem yeridir. Çıkacak öyle umumi bir 
			savaşın Türkiye'siz olması imkansızdır. Bakın şöyle çevrenize
) bir 
			genel savaşın çıkmasını, yine Çanakkale'ye, yahut İskenderun'a 
			düşman donanmalarının, Antalya-Konya'ya yine İtalyan, Antep-Maraş'a 
			yine Fransız, Diyarbakır ve havalisine Avrupa-Amerika koalisyonu, 
			Ege'ye yine, zaten hiç aklından çıkmamıştı Yunan gelmesini, İstanbul 
			ve hele Ankara sokaklarında Amerikan zibidileri devriye gezmesini 
			diliyorum. 
			 
			Yoksa, elbette bir Türkiye Cumhuriyeti levhası, üzerinde kırmızı 
			zemine ay yıldız bulunan bir bez parçası bulunacak, yine başsımızda 
			maalesef bir takım başbakanlar bulunacak, ama inanınız Cumhuriyet ve 
			bağımsızlık diye hiçbir şey kalmayacak. 
			 
			Haşlanan kurbağanın ölmesine az kaldı. Atatürk boşuna mı demiş 
			"Ya İstiklal, ya ölüm!..." diye
 Ama bunun için bile 
			uygun ortamın oluşması lazım. Şimdi ne bağımsızlığımız kalıyor, ne 
			de ölebiliyoruz. Murdar öleceğiz bu gidişle.  
			 
			Ali Tartanoğlu  
			 
  
			
			
		
		
						
		
		
			  
		
						 
		
		
		
			 | 
            
                |